Bir emperyal yöntem olarak şiddet: Assur örneği

Assurlular sadece gaddar ve zalim değillerdi; aynı zamanda bundan da gurur duyuyorlardı. Peki Assurlular Eski Yakın Doğu’daki diğer halklardan daha mı acımasızdı? Buna cevap kesinlikle hayır olur.

Abone ol

Günümüz modern yaşamının bin yıllar içinde şekillenmesinde eski Mezopotamya uygarlığının güçlü etkileri yadsınamaz bir arkeolojik gerçektir. Yerkürenin başka hiçbir yerinde benzeri olmayan ve tamamen kendine özgü toplumsal ve kültürel devinim geçiren Mezopotamya, ilk köy yerleşimleri ve ilk devletlerin ardından gerçek imparatorlukların da çıkış yeridir. Bunlar arasında en etkileyici ve ardıllarına da rol model olan hiç kuşkusuz Assur İmparatorluğu’dur. Assur ismi bir toplumun adı olmakla birlikte, aynı zamanda bir tanrı ve devleti de kapsar. Bu devletin yöneticileri, ilk yazıyı kullanan ve merkezi güçlerin oluşumunu sağlayan Sumer’den başlayarak, değişim ve dönüşüm geçiren Büyük Mezopotamya uygarlığının adeta imbiğinden geçerek bir devlet sistemi geliştirdi. Ve şiddet, bu imparatorluğun en etkili yönetim biçimi oldu.

GÖÇEBELİKTEN İMPARATORLUĞA

Assurluların tarih sahnesine çıkışı ve ilk kez kendilerinden söz ettirmeleri güçlü Akkad devletinin yıkılışından sonraki zamana, yani MÖ 3’üncü binyılın sonlarına denk gelir. Assur üzerine çalışmalar yapan uzmanlar, Mezopotamya topraklarına tam olarak nereden geldikleri saptanamayan (muhtemelen Arabistan’ın kuzeybatı kesimleri) bu Sami kökenli toplulukların tarihlerini Eski, Orta ve Yeni olmak üzere üçe ayırarak incelerler.

MÖ 4’üncü binyılda ilk kez kent devletleri kurmaya başlayan Sumerlilerin ardından MÖ 3’üncü binyılın son yüzyıllarında dünyada ilk merkezi devlet sistemini kuran Akkadlılar, kendisinden sonra gelecek olan Mezopotamyalı yöneticilere örnek oluşturabilecek bir sistem bırakmışlardı. Bu öylesine güçlü ve sağlam bir sistemdi ki göçebe yaşamdan yerleşik düzene geçen Assurlu kabilelerin bile buna adapte olup kısa sürede güçlü bir devlet kurmalarına imkan sağladı.

Mezopotamya’nın çivi yazılı belgelerine göre Eski Assur dönemi, son güçlü Sumer kent devleti olan Ur’da, MÖ 2025 civarında, Kral İbbi-Sin’in tahta geçmesinden birkaç yıl sonra bölge üzerindeki idari kontrolünü kaybetmesiyle başlar. ‘Klasik Sumer’ olarak da adlandırılan III. Ur Hanedanlığının sonlarında Assur, Yukarı Mezopotamya’da, günümüzün Musul çevresinde çok geçmeden kendi yöneticileri altında bağımsız bir şehir devleti haline geldi. Puzur-Aššur Hanedanı’na mensup olan hükümdarlar, dönemin yazılı belgelerinde tanımlandığı gibi ‘Şehrin gerçek kralı olan Tanrı Assur tarafından atanan valiler’ olarak kabul ediliyordu. Eski Assur dönemi aynı zamanda Mezopotamyalıların Anadolu içlerinde yoğun ticaretine sahne olmuştu. Başkent Assur ile Anadolu’daki Hatti beyleri içinde en güçlüsü durumunda olan Kaniş (Kayseri) arasında oluşan ticaret ağı sayesinde Mezopotamyalı tüccarlar, oldukça yüksek karla, Anadolu’da ticaret yapma imkanı bulmuşlardı. Yaklaşık 200 yıl süren bu ticaret hem Anadolu’ya hem de Mezopotamyalılara çok şey katmıştı. MÖ 2’nci binyılın ortalarından itibaren çoğunlukla kuzeyde Hurri-Mitanni ve güneyde Babil-Kassit devletlerinin gölgesinde varlık mücadelesi veren Assurlular, MÖ 1’nci binyıl başlarında Yakın Doğu coğrafyasına korku salan bir emperyal güç haline geldiler.

ASSURLULAR NİÇİN BU KADAR GADDAR VE ZALİMDİ?

Eski Mezopotamya üzerine araştırma yapanlar Mezopotamya uygarlığıyla ilgili olarak net bir ayrım yaparlar. Buna göre, temelde dost canlısı olarak görülen Sumer ve Babilliler ‘kültür’ ile ilişkilendirilirken, Assurlular güç siyaseti, savaş, vahşet ve zulümle anılır. Peki, bunda doğruluk payı var mıydı?

Öncelikle belirtilmelidir ki Assurlular sadece gaddar ve zalim değillerdi; aynı zamanda gaddar ve zalim olmaktan da gurur duyuyorlardı. Bu noktada akla şöyle bir soru daha geliyor: Assurlular Eski Yakın Doğu’daki diğer halklardan daha mı acımasızdı? Buna cevap kesinlikle hayır olur. Çünkü tüm güçlü devletler savaş esnasında zayıf rakiplerine karşı acımasızdır. Şiddet, savaşın doğasında olan bir davranış biçimidir. MÖ 3’ncü binyılın başından itibaren Sumer kent devletleri ilk düzenli orduları oluşturur oluşturmaz kendi aralarında kanlı savaşlar gerçekleştirdi. Başlangıçta ordu donanımı ve en önemlisi, kalabalık askeri grupların lojistik desteğinin sınırlı olması nedeniyle, savaşların birbirine yakın ve sınırdaş olan kent devletleri arasında meydana geldiği görülür. Sumer çivi yazısının yaygınlaşması ve merkezi güçlerin bir propaganda aracına dönüşmesiyle birlikte, kralların rakiplerine ne kadar acımasız olduğu, katipler tarafından olabildiğince abartılı kaleme alınır. Taş levhaların üzerine yapılan kabartmalarda da savaş sahneleri görenleri dehşete düşürecek kadar etkili biçimde gösterilir.

Gerçekte, o zamanlar savaş herkes tarafından aynı şekilde yürütülüyordu. Kol ve bacak gibi uzuvlar ile kafa kesme veya kazığa oturtma ya da deri yüzme, Sümer ve Akkad ordularının sıklıkla başvurduğu bir yöntem olarak ardıllarına da esin kaynağı olmuştu. Assurluların bu konuda nam salmaları ise diğerlerine nazaran vahşeti sistematik hale getirmiş olmaları ve yaygın olarak resmetmeleriydi. Hiç kuşkusuz onlar, çağdaşı devletlerle kıyaslanamayacak kadar güçlü ordulara ve askeri donanıma sahip olduklarından, şiddete başvurmak için daha fazla fırsata sahiplerdi. Elbette savaş esnasında Assur askerleri de tıpkı düşmanları gibi öldürüldüler ve intikama susamış bir düşman tarafından esir alınan Assurlu askerlerin başına ne geldiğini arkeolojik belgelerde görmek mümkün değilse de tahmin edilebilir.

ŞİDDETİN GÖRSELLEŞTİRİLMESİ

MÖ 1’nci binyılın başlarında hızla bir imparatorluğa dönüşen Assur devletinin ilk işi başkentin yerini değiştirmek olmuştur. İmparatorluğun kurucusu olarak da kabul gören II. Assurnasirpal, yaklaşık binyıldır başkent olan Assur kentindeki payitahtı, krallığının beşinci yılında kuzeye, Kalḫu (modern Nimrud) kentine taşıdı. Aslında bu basit bir başkent değişimi değildi. Assur kenti aynı zamanda ülkenin baş tanrısı Assur’un ikamet ettiği ve yöneticilerin atalarının mezarlarının bulunduğu bir dini kent durumundaydı.

Kral Assurnasirpal bu kritik kararla birlikte Assur’u, sıradan bir Yakın Doğu devleti olmaktan çıkarıp emperyal bir güç haline gelmesinin yolunu açtı. Bu yeni süreçte Assur kralları tanrı / tanrılar ile sıradan insanlar arasındaki konumunu pekiştirmiş oldu. Eskiden başkentteki en yüksek tepede tanrı Assur’un evi vardı ve saraylarında tanrı Assur’un gölgesinde kalan kral, bu yeni başkentte artık yeryüzünün hakimi ve tanrının gölgesi olarak çok daha üst mertebeye çıkmış oldu. Yeni başkentin en yüksek tepesinde tanrı Assur’un tapınağı değil, kralın sarayı vardı. Bir bakıma kralın tanrısal güçleri daha da belirginleşti ve elbette artık düşmanlara karşı bir tanrı kadar sert biçimde cezalandırıcı olabilirdi.

Bunun en somut göstergesi de yeni başkentte inşa edilen sarayın duvarlarını süsleyen kabartmalardır. Sonraki kralların başkent olarak seçtikleri Dūr-Šarrukēn (modern Khorsabad) ve Ninova (modern Ninive) kentlerindeki saray duvarlarını süsleyen mermer plakalara oyulmuş kabartmalar yoğun savaş sahneleri içerir. Bunların yanında Rüya Tanrısı Mamu için inşa edilen Imgur-Enlil (modern Balawat) şehrinde tapınak ve saray kapılarını süsleyen tunç şeritlerde de benzer sahneler görülür. Tunç kabartmalar üzerinde kesik kafalardan tepeler oluşturma ve düşman askerlerinin el ve bacaklarının kesilme sahneleri yer alır. Önemli bir eyalet merkezi olan Til-Barsip’teki (modern Tell Ahmar) Assur valisine ait sarayın duvar boyalarında savaş ve şiddet içerikli konular yer alır.

Balawat Kapısı’nın restore
edilmiş hali (Foto: H. Tekin,
British Museum).

Assur askerlerinin rakiplerine ne kadar şiddet uygulayabileceğine dair görsellerin yalnızca küçük bir kısmı elimizde mevcut ve farklı Assur kralları arasında eşit olmayan bir şekilde dağıtılmış durumda. Günümüze ulaşan görseller içinde kral Sanherib ve Asurbanipal dönemlerinden kalma nispeten fazla sayıda kabartma varsa da bunların miktarı ve korunma durumu önceki krallardan II. Sargon’da gözle görülür biçimde azdır. İmparatorluğun erken krallarından III. Salmanassar, III. Tiglat-Pileser ve Esarhaddon dönemi kabartmalarından ya çok az şey korunmuştur ya da hiç kalmamıştır. Bununla birlikte, mevcut görseller ister mermer isterse tunç levhalar üzerine kabartma olsun, benzer şekilde şiddet ve vahşet içerir.

İmparatorluk askerlerinin savaş esnasında bu kadar acımasız şiddet uygulamaları, dönemi anlatan ikinci el diğer belgelerde de karşılık bulur. Assurluların şiddetine maruz kalmış başta İsrailoğulları olmak üzere, diğer toplulukların anlatılarında pek çok ipucu bulmak mümkündür. Eski Ahit bu konuda pek çok acıklı olaya şahitlik eder. Assurluların MÖ 9.-7’nci yüzyıllar arasında Akdeniz sahillerine askeri seferler düzenlediği ve yerel halka acımasızca davrandığı Kutsal Kitap’ta da geniş yer bulur.

Öte yandan, Assur’un hem komuta kademesinin hem de sıradan askerlerinin savaş esnasında gaddar davrandıkları şüpheye yer vermez; ancak sadece yazılı belgelere ve görsellere dayanarak onların Eski Mezopotamya’nın en acımasız orduları olduğunu söylemek doğru olmayabilir. Çünkü günümüze ulaşan kalıntılar bir ‘saray propagandası’ olabilir. Bazı uzmanların yerinde sordukları şu soru önem kazanmaktadır: ‘Halk nerede?’ Bu şiddetin içinde Assur halkı var mıydı? Günümüze ulaşan resmi binalardaki çivi yazılı belgeler ve kabartmalardan oluştuğunu unutmamak gerekir. Bu durumda bir bütün olarak Assurluların tümü için ‘zalim’ veya ‘gaddar’ denilebilir mi?

Bazılarının görmek istediği gibi Assurlular insanlık tarihi içinde gerçekten de en acımasız olan mıydı? Cevap yine hayır olacaktır. Hiç kuşkusuz, insanlık tarihinde çok daha korkunç katliamlar yapıldı; hem de halk desteğiyle. Amerika, Afrika veya Okyanusya kıtalarının Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmesi esnasında Assurlulardan daha mı az şiddet uygulandı?

YAZILI BELGELERDE ŞİDDET

Emperyal bir güç olan Assurluların savunmasız bir düşmanla pek çok farklı şekilde başa çıkabilmelerine rağmen, kurbanının ölmesini zorlaştırma ya da acıyı duyarsız biçimde izlemeleri kabartmalarda en dikkat çeken durumdur. Assurluların karakteristik özelliği, bu gibi durumlarda temelde korkunç sakatlamaları veya yavaş ve acılı ölüm biçimlerini seçmiş olmalarından dolayı bariz bir memnuniyet duyar görünümleriydi. Kral Assurbanipal’e ait aşağıdaki iki metin Assurluların bu konudaki kötü şöhretine örnek oluşturur:

“Şehir kapısının önüne bir yığın kafatası koydum. Bana isyan eden tüm büyük adamların derisini yüzdüm ve kafatasları yığınını derileriyle kapladım. Bazılarını (kafatası) yığınına I ...-th(?), diğerlerini (kafatası) yığınının önüne kazıkladım ve (kafatası) yığınını etrafındaki diğer kazıklarla çevreledim.

Krallığımın her yerinde birçok kişinin derisini yüzdürdüm ve şehir surlarını derileriyle kaplattım. Hepsi suçlu olan hadımları ve kraliyet hadımlarını parçaladım. (Düşman hükümdarı) Ahi-iababa’yı Ninive’ye getirdim, orada derisini yüzdürdüm ve derisini Ninive şehir surlarını kaplamak için kullandım.”

“…Tēla şehrine yaklaştım. Bu şehir sıkı bir şekilde tahkim edilmiş ve üç surla çevriliydi. Duvarlarına ve sayısız savaşçılarına güvenen bölge sakinleri, kendilerini ayaklarıma atmaya gelmediler. Şiddetli çatışmalarda şehri kuşattım ve saldırarak 3.000 savaşçısını katlettim. Mahkumları, mallarını, sığırları ve koyunları sürükledim. Pek çok esiri yaktım, pek çok savaşçıyı diri diri ele geçirdim, kiminin kollarını, ellerini, kiminin burnunu, kulaklarını kestim, pek çok savaşçının gözlerini oydum. Dirileri bir yığına, (kesilmiş) kafaları başka bir yana yığdım. Kafalarını kasabalarını çevreleyen ağaçlara astım. Genç erkeklerini, kızlarını yaktım. Şehri yerle bir ettim, yıktım ve ateşe verdim.”

Assur kralları kendilerini gözle görülür bir gururla ve her fırsatta savaşın, yıkımın, acının, ölümün ve korkunç infazların başlatıcıları olarak sunarlar. Burada muhaliflerin zulmünün bir tabuya tabi olduğu görülüyor: Yabancı güçler veya isyancılar, haraç ödemeyerek veya sadece saygıyı reddederek, anlaşmaları bozarak, Assur vasallarını kışkırtarak veya mültecilere sığınma hakkı vererek ya da kervanlara saldırarak Assur kralına meydan okuyor. Bunun yanında Assur yerleşimlerinin düşman orduları tarafından tahrip edildiğine veya Assur tebaasının düşman askerleri tarafından kötü muameleye maruz kaldığına dair hiçbir kanıt yoktur. Başka bir deyişle Assur kralları, Assur birliklerinin doğal olarak gerçekleştirdiği dehşetin aynısını düşmanlarının da yapabileceğini ne pahasına olursa olsun kabul etmek istemiyorlardı. Bu tutum daha da şaşırtıcıdır; çünkü bu, rakiplerini yanlışa sürüklemek için son derece etkili bir yöntemden vazgeçtikleri anlamına gelir.

ŞİDDET İÇERİKLİ ASSUR ANLATILARI KİMLER İÇİNDİ?

Assur saraylarının özellikle taht odalarını süsleyen kabartmalardaki veya Balawat kapısındakiler gibi yaklaşık 5-6 m yüksekliğe sahip olanlar ya da yüksek kayalıkların erişilmesi güç bölümlerine yapılmış kabartma ve yazıtları kimler okuyabilir veya görebilirdi? Unutmamak gerekir ki, okur-yazarlık halk arasında neredeyse hiç yoktu; hatta saray personeli içinde bile sınırlıydı. Aynı şekilde kralın yaşam alanına sıradan birisinin girmesi de mümkün değildi. Bu durumda bütün bu propaganda kim veya kimler içindi?

Görünen odur ki yazılı ve görsel propagandanın hedef kitlesi daha çok tanrılardı. Her ne kadar yabancı elçilerin taht salonunda bunları görüp etkilenmiş olması akla gelse de o resmi ortamda ve yeterince ışığın olmadığı bir salonda hem kabartmaların üzerindeki çivi yazılarını okuyup hem de görselleri ayrıntılı incelemiş olmaları zayıf ihtimaldir. Kralların bütün bu şiddet içerikli görselleri ön plana çıkarma gayelerinin altında, başta tanrı Assur olmak üzere, ülkenin tanrılarına gösterme arzusu yatmış olmalıdır. Elbette kendi egolarını tatmin etme de söz konusu olabilir. Nihayetinde tüm güçlü imparatorlar aynı zamanda narsistik yapıya sahiptir.

Assur askerlerinin bir savaş veya kuşatma sonrasında gerçekleştirdiği şiddet eylemlerinin kataloğu uzun ve etkileyicidir. Düşmanın teslim olmasından sonraki acımasız cezalar, neredeyse her seferde ve her zaferden sonra uygulandı; bunların resmedilmesi de rastlantısal bir eylem değildi. Bunlar Assur egemenlik politikasının yapısal bir bileşeni olarak düşman askerlere ve elit kesime, nadiren de sivil halka yönelikti. Kraliyet yazıtlarındaki anlatılarda vahşetten bahsedilmekte, kabartmaları ise bunları metinlerde anlatılan ve saray duvarlarında tasvir edilen askeri seferlerin bir parçası olarak göstermekteydi.

Şiddetin ve gaddarlığın tanımlanması ve tasvir edilmesinin öncelikli amacının düşmanı korkutmak olmadığı gerçeği, Assur savaşının zalim karakterini değiştirmez. Üstelik yukarıda tartışıldığı gibi zulüm yalnızca Assur’a özgü bir özellik de değildi. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, kitabelerinde vahşet eylemlerinden bazı durumlarda ayrıntılı olarak bahsetmişler ve bunları kabartmalarda tasvir etmişlerdi; yani vahşeti imparatorluk politikasının bir parçası olarak kabul etmişler ve bu konuda yazmaktan veya teşhir etmekten çekinmemişlerdi. Bu şiddet içerikli anlatılar, Assur krallarının ve ordunun elit subaylarının bilinçli bir davranışı olarak düşünülebilir. Bu kadar çok sayıda ve kapsamlı bir şekilde tarif edilen zulüm, Antik Yakın Doğu kraliyet yazıtlarının başka hiçbir külliyatında, örneğin Yeni Babil yazıtlarında, bulunamaz. Öte yandan, şiddet ve gaddarlığa ilişkin ayrıntılı açıklamaların bulunmaması, savaşın daha az acımasız olduğu ve düşmanla mücadelenin göstergesi olarak da yorumlanamaz. MÖ 586’da Kudüs’ün fethinden sonra Babil kralı II. Nabukadnezar’ın Yahuda kralı Sıdkiya’nın (Zedekiah) oğullarını babalarının önünde öldürmesine izin verdiğini, sonra gözlerini oyup, onu zincirlerle Babil’e götürdüğünü hatırlamak yeterlidir.

Assur kralı yalnız ve bir başına karar veren özel biriydi. Onun altında çok sayıda yerel yönetici tarafından hoşgörüyle yönetilen sayısız insan vardı. Kralın üzerindeyse sayıları çok olan tanrılar oturuyordu. Ölümlüler arasında yalnızca Assur kralı benzersizdi; o, insanlarla tanrılar arasında duruyordu. Kralın tebaasıyla ilişkisi, koşulsuz itaat yönündeki sert taleple karakterize edilirken, bu talep, gerekirse yazıtlarda anlatılan sert önlemler kullanılarak uygulamaya konuldu. Kral, tanrılara itaat etmek zorundaydı. Buna karşılık onlar da onun yönetimini ve tüm kararlarını meşrulaştırdılar; onu kayırdılar, korudular ve onun isteklerine her zaman açık oldular. Emrinde bu kadar güçlü müttefikler varken, krala karşı herhangi bir düşmanlık veya isyan eylemi bir delilik gibi görünebilir. Yerli halk, kralın bu konumunu gayet iyi biliyor ve sonsuz biat içinde saygı duyuyordu.

Fakat, diğerleri (öteki uluslar) bunu çoğu kez tam anlayamıyor ve büyük saygısızlık yapıyordu! Elbette bu da çok sert biçimde cezalandırılmalıydı ki zaten yapılan da tam buydu. Yani Assur kralı aslında ‘doğal’ olanı yaptığına inanıyordu. Kendisine itaat etmemek aynı zamanda kendisini koruyan ve seven tanrılarına karşı gelmekti. Bundan dolayı da itaat etmeyenleri bir tanrının cezalandırması gibi acımasız ve vahşice öldürmeliydi. Bunları da sarayının en mahrem odalarına resmettirerek tanrılarına hoş görünmüş olmaktaydı.

Bu nedenle, ‘propaganda’ Assur toplumunda savaş imgelerinin varlığını açıklamak için ana argüman ve sebep değildir. Bunlar içsel bir bakış açısından dolayı kraliyet gücüyle çok daha ilişkilidir. Bu imgeler aslında Assur halkına ve düşmanlara değil, kral / krallara yöneliktir. Savaş anlatıları içeren kabartmalar aslında saraya, kralın yaşadığı ve imparatorluğun topraklarını yönettiği ikametgahına yerleştirilmiştir.

Assurbanipal ve eşi Libbali-Şerat ile Elam kralı Teoman’a karşı Tell Tuba savaşında kazanılan zaferin kutlaması sahnesi. Sol tarafta Teoman’ın kesik başı bir kanca ile ağacın dalına tutturulmuş (Foto: British Museum).

Assur krallarının ikametgahı içindeki savaş sahnelerinin varlığının zorlayıcı bir gücü yoktur. Saray, kralın uzay ve zamandaki fetihlerinin bir kabıdır. Abartılı görselleştirerek olayı ebedileştirmek ve askeri sonuçların kutlanmasına vurgu, tek bir alanda tutulan ve şimdiki zamanı oluşturmak için geçmiş zaferler üzerine inşa edilen Assur hafızasının inşasının temeli gibidir. Anlatısal resimlerin düşmanların yenilgisinin ve sefaletinin etkisini ebedileştirerek geleceği etkilemesi bekleniyordu ve bunu şimdiki zamanda hareket ederek yapmaları bekleniyordu.

*Doç. Dr. / Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü