Bir fahişenin gözünden rutin ve yabancılaşma
Oscar Coop-Phane'nin kaleme aldığı Zénith Oteli, Ayrıntı Yayınları tarafından raflardaki yerini aldı. Coop-Phane özgürlük talebi olmayanların, özgürlüğü bir tehlike olarak algıladığını; yabancılaşmanın artık kendini gerçekleştirme olanaklarının tümünü tüketen bir boyuta ulaştığını anlatmayı dert ediniyor.
Bazı romanlarda, fikrin basit, üslubun sade, olay örgüsünün gevşek olduğunu düşünüp yanılgıya kapılır okuyucu: “Bunu ben de yazabilirim.” Oysa bu basitliğe ulaşmanın ne kadar zor olduğu akıldan çıkar bu cümle kurulurken. Gereksiz kelimelerden arınmanın, üslubun metnin mimarisini bozmasından çekinmenin, ortaya konulan meseleyi tartıştırmanın güçlükleri unutulur hızlıca. Bunu ben de yazarımcılar, bu zorlukları görmezden gelir. Onların büyük yazarı, okurun karşısında maça bir sıfır önde başlamalı ve okuru, Adorno’nun Proust ile ilgili söylediği gibi, “kendini yazardan daha zeki sanma mahcubiyetinden” kurtarmalıdır. Daha baştan eşitsizliği kabul eden, yazarla ya da metinle tartışmayı rafa kaldıran bir durumdur bu. Okur illa ikisinden birini seçmek zorunda değildir. Kendini yazardan zeki zannetmeden de yazılanları Tanrı kelamı olarak görmeden de okunabilir bir kitap.
Bir yazarın eser içinde kendi varlığını hissettirmeden bir tartışma açması da büyük başarıdır. Üstelik bunu tumturaklı cümlelere, akıl oyunlarının sergilendiği zekâ testlerine, iddialı “yeniliklere” ihtiyaç duymadan yapabilmek; eserinin sınırlarını bilip okurla o sınırlara göre diyalog kurabilmek herkesin harcı değil. 1988 doğumlu Fransız yazar Oscar Coop-Phane’nin henüz 23 yaşındayken yazdığı Zénith Oteli romanı, bahsettiğim durum için ideal bir düzlem sunuyor. Yeraltı edebiyatı sınırlarında kaleme alınan roman, bunu bende yazarımcıların iştahını kabartacak bir sadeliğe sahip. Ama bu sadelik, yazarın derdini tartıştırmasının önüne set çekmemiş. Coop-Phane, kapitalizmin yarattığı yabancılaşmayı, farklı insan portreleri yaratarak sergilemeye girişmiş. Üstelik bunu doğrudan bir anlatımla, yoğun bir yaşam deneyiminin aktarımıyla gerçekleştiriyor.
ÇATLAKLARIN ÖTESİNE BAKMAK
Zénith Oteli bir sokak fahişesi olan Nanou’nun günlük yaşamıyla müşterilerinin hayatlarını birbirine teyelleyen bir roman. Nanou’nun müşterileri Paris’in farklı kesimlerinden erkekler: bir mahkûm, bar işletmecisi, okul idarecisi, ailesinin yanına taşınmış orta yaşlı bir mobiletçi, yazar olmak isteyip olacak sabra sahip olmayan amatör bir hevesli, kendi ölümünü bekleyen emekli… Romanı okurken bir taraftan yaptığı işle yıkıma sürüklenen seks emekçisinin hayatına odaklanırken diğer taraftan bu yıkımın müsebbiplerinin de aynı dertten muzdarip olduklarını hissediyorsunuz. Portrelerde öne çıkan yalnızlık teması, yoğun bir kopukluk ve şefkatle vahşetin karışımı bir anlatımla vurgulanıyor.
Ne ki Zénith Oteli, içeriğin vahşileşmesiyle açığa çıkarılmak istenen gerçeğin peşinde değil. Çünkü böyle bir çaba genelde sistemin çatlaklarını görme konusunda becerikli, bütününü kapsama açısındansa yetersizdir. Onun için yüzeyde olup biten karmaşayla sınırlı kalır içeriği vahşileştirenler. Coop-Phane, kimi zaman yer altı edebiyatının klişelerini kullansa da sistemin merkezindeki bir çarpıklığı tartışmaya açmaya çalışıyor romanında. Neredeyse kapitalizmin ortaya çıktığı zamandan beri üzerine konuşulan, şimdilerdeyse lanetlenmiş bir kavramı farklı bir açıdan ele alıyor yazar: Rutin.
RUTİNİN HÜKÜMDARLIĞI
Richard Sennett’in Karakter Aşınması’nda vurguladığı gibi rutin, sanayi kapitalizminin ortaya çıktığı ilk zamanlarda bugünkü kadar kötü bir anlama sahip değildi. Diderot, Ansiklopedi’sinde, rutinin bir işte ustalaşmanın anahtarı olduğunu özellikle vurguluyordu. Bir tiyatro oyuncusunun belirli bir mimiği defalarca çalışmasını, bir sporcunun vuruş ya da atış mekaniğini kazanmak için sürekli antrenman yapmasını düşünelim mesela. Diderot, bu tarz eylemlerde kaçınılmaz olduğunu vurgulayarak rutini destekleme eğilimindedir. Bu görüşe ilk güçlü itiraz Adam Smith’ten gelir: “İş bölümünün ilerlemesiyle birlikte, emeğiyle geçinen insanların çoğunun işi... bir dizi çok basit işlemle, hatta bir veya iki işlemle sınırlı hale gelir .... Bütün hayatı birkaç basit işlemi gerçekleştirmekle geçen adam .... son derece aptal ve cahil hale gelir” (alıntılayan Sennett). Smith’e göre karakter, tarih ve onun öngörülemeyen zikzakları tarafından biçimlendirilir. Oysa rutin, hâkimiyetini kurunca, kişisel tarih için fazla bir şeye izin vermez: Kendi karakterini geliştirmek isteyen kişinin bu rutinden kurtulması gerekir.
Coop-Phane, bu tartışmada Smith’in tarafını tutuyor gibi gözükse de bir taraftan da rutinin Diderot’cu erdemlerini tümüyle görmezden gelemeyeceğimizi de vurguluyor. Rutin hem anlatılan toplumsal tiplerin yaşamını renksizleştiriyor hem de hayata tutunmalarının yolu haline geliyor. Hayatlarını değiştirme konusunda isteksiz olan, kendilerine sunulan yaşamı sorgularken bile konforlu alanlarından kopamayan insanlar Zénith Oteli’nin tipleri. Onun için rutinleri, yaşamlarının merkezine yerleşiyor. Özgürlük talebi olmayanların, özgürlüğü bir tehlike olarak algıladığını; yabancılaşmanın artık kendini gerçekleştirme olanaklarının tümünü tüketen bir boyuta ulaştığını anlatmayı dert ediniyor Coop-Phane.
Zénith Oteli, rutin konusunu tartıştırmada başarılı olan bir roman. Ama zayıf yönleri yok değil. Yazarın bilinçli bir şekilde olay örgüsü yaratmaktan kaçınması, romanın bir fragmanlar toplamı gibi okunmasına neden oluyor. Karakterler ve olaylar arasındaki ilişkilerin daha sıkı örülmemesi de okuduğumuz kitabın roman mı yoksa anlatı mı olduğu konusunda tereddüt yaşatıyor. Ama Coop-Phane’nin bunu önemsemediğini, asıl meselesinin okurla eşit zeminde hayatlarımızı esir alan rutinleri tartıştırmak olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda bunu ben de yazarımcıları, kendini yazardan zeki sayanları da önemsemeyerek başarıyor bunu. Sonuç olarak Zénith Oteli, içinde bazı arazları barındırsa da okura ayna tutan, günlük hayatın yeniden masaya yatırması gerektiğini hatırlatan dikkat çekici bir roman.