Aslında kimseye yaramadı. Burak Yılmaz, son 12 yılda bir bukalemundan fazla renk değiştirdi. Ama bir kuruyemişçi dükkanındaki leblebilerden de fazla gol attı. Burak Yılmaz'ın gittiği her takımda çuvalla gol atması onun “en sevilmeyen” futbolculardan biri olmasına engel olamadı. Bazen nedenli, bazen nedensiz... Bu yüzden de o belki de Türk futbol tarihinin en “underrated” yani “değerinin altında değerlendirilen” yıldızı olarak bilinecek. Burak Yılmaz, yıllar sonra yeniden Beşiktaş forması giyiyor. Gerçekten müthiş bir hikaye bu. Yazılası bir hikaye, orası kesin. Geçen haftanın gündemiydi bu konu ama ben bu fırtınanın bu kadar uzun süreceğini hiç düşünmemiştim. Tribünlere oynayan yorumcuların fişeklemesi, sosyal medyadaki linç etme kampanyaları, bazı ünlü sanatçılardan tepkiler... Mevzu bu kadar önemli mi? Düşündüm. Evet, bu haftaki konumuz Burak Yılmaz.
Burak Yılmaz, ilk olarak 2007 yazında Antalyaspor'dan Beşiktaş'a transfer oldu. Babası Fikret Yılmaz'ın da eski bir Beşiktaşlı futbolcu olmasından ötürü Burak'ın Beşiktaşlı olduğu biliniyordu. O dönemki transfer fiyaskolarına imza atan Beşiktaş yönetimi, devre arasında Manisaspor'dan Philip Holosko karşılığında 5 milyon Avro artı Burak Yılmaz'ı verdi. Yani bugünkü gol canavarı Burak Yılmaz'ı o dönemki Beşiktaş yönetimi markette kullanılan hediye çeki gibi, tabir-i caizse bozuk para gibi harcadı.
Sonrasında Amerikan rock'n roll yıldızları gibi şovunu turne olarak yaptı. Sırasıyla Fenerbahçe, Eskişehirspor, Trabzonspor, Galatasaray, Çin takımlarından biri olan BJ Sinobo Guoan ve sonrasında yeniden Trabzonspor. Tabii Burak Yılmaz'ın kariyerinde iki patlama noktası olduğunu düşünüyorum. Trabzonspor'da Şenol Güneş'in tedrisatından geçmesi ve gol kralı olması, ardından Galatasaray'a transfer olup yeniden gol kralı olması ve o sezon şampiyonlar liginde sekiz gol atması.
Galatasaray'da oynarken bir Beşiktaş maçında 'kendini yere attı' diye bazı Beşiktaş taraflarının Burak Yılmaz'a karşı oluşturduğu nefrete gerçek manasıyla anlam veremiyorum. Dövmelerini bile yaptırdıkları Quaresma, en küçük alacağı iki gün geciktiğinde, primini alamadığında avukatları aracılığıyla hemen FIFA'ya giderken tribünlerden bir çıt duymuyorum. Ligin ilk yarısında yarışın tam ortasında valizini toplayıp öylece çekip giden Pepe'ye ne demeli? Bir de “adam haklı, ne yapsın?” diyenleri gördüm, okudum. Bu algıları oluşturanlar sadece sosyal medyada birkaç tetikçi değil, spor kanallarında gün boyu yorum yapanlar da bu işin büyük bir parçası.
Bu bombanın pimini çeken ise ünlü sanatçı Zafer Algöz oldu. Zafer Algöz'ün algı operasyonu yaptığı veya tetikçi olduğunu söylemiyoruz elbette. Öyle bir şey söz konusu bile değil. Zafer Algöz'ün attığı tweet'te gayet samimi olduğunu da düşünüyorum açıkçası. Attığı tweet şöyle; “Sırtımda Beşiktaş forması varken yalan söyleyemem” diyen Vedat Okyar gibi Beşiktaşlıyım. Burak Yılmaz gelirse... O gidinceye kadar sevdamı kalbime gömerim dedim ve sözümün arkasındayım.”
Beklenilenden daha fazla yankı uyandırdı bu. Sonuçta Zafer Algöz hem çok önemli bir sanatçı, hem de çok iyi bir Beşiktaşlı. Bu düşünceye katılan da katılmayan da milyonlarca Beşiktaş taraftarı oldu. Yani kimse tepkisiz kalmadı. Herkesin muhakkak söyleyecek bir şeyleri vardı. Galatasaraylılar, Fenerbahçeliler, Trabzonsporlular... Ama en önemlisi Beşiktaş taraftarı, resmen ikiye bölündü. Burak Yılmaz ne yapmış Beşiktaş kulübüne tam olarak bilmiyorum. Aslında söylenecek çok şey var. Hamile eşini dövdüğü iddiaları da dahil... Ama şimdilik fazla kaşımayalım. Burak Yılmaz hikayesi artık gerçekten bir reyting ürünü haline geldi. Satılabiliyor yani.
ADI ÇIKTI, CANI ÇIKMADI
Sergen Yalçın, Burak Yılmaz gibi dört büyük takımın da formasını giydi. Her zaman “Beşiktaşlı Sergen”di belki ama hiçbir camiada nefret veya uzun soluklu bir antipati duyulmadı. Peki Burak Yılmaz'a karşı duyulan bu “sinir harbi”nin gerçek nedeni ne olabilir? “Çok sevimsiz” deyip geçmeli miyiz? Oynadığı her takımda kazandığı uydurma penaltılar ona bir kere “emek hırsızı” etiketini yapıştırdı. Sanki penaltı düdüğünü Burak çalıyormuş gibi. Hakemler, ne iş yapıyor o zaman? Kaldı ki öyle büyük bir algı oluşmuştu ki bir ara Burak Yılmaz gerçekten tekme yiyip yere düştüğünde hakemler onun numara yaptığını düşünüyordu ve faul vermiyordu. Aynı hakemler o penaltıları vererek zaten bu algının oluşmasındaki birinci aktör pozisyonundaydılar. Evet, biliyorum. Garip bir paradoks.
Bir de demeçler var:
-Ben Beşiktaşlıyım.
-Fenerbahçe çok büyük bir kulüp.
-Ben Trabzonspor için ölürüm.
-Ben Galatasaray'ı yuvam olarak görüyorum. Galatasaray şu anda bir futbolcusunu kaybetti ama bir taraftar kazandı.
-Ait olduğum yerdeyim. (Trabzon)
İnternette videoları bir fenomen haline geldi son günlerde ama bu olayın aslında futbolcu olmak isteyen, futbola başlayan birçok gence örnek olması gerekiyor. Futbolcular, profesyonel insanlardır. Günün sonunda her şey iş demek oluyor. Taraftarlar, yöneticiler takım tutabilirler. Ama futbolcular tutsa bile bu tip toplara girmemeleri gerekiyor. Yoksa bir gün o yine karşına çıkarılacak bir şekilde.
Mesela Elvir Baliç'i hatırlar mısınız? 1998 yazında Bursaspor'dan Fenerbahçe'ye 9,5 milyon dolara transfer olarak Anadolu takımından Fenerbahçe'ye gelen tarihin en pahalı transferi olmuştur. Müthiş bir sezon geçirirken “Galatasaray forması giyer misiniz?” sorusuna “Galatasaray forması giyeceğime kefen giyerim” demiştir. Ama ne var ki iki sezon sonrasında İspanya'dan Galatasaray'a transfer olarak sarı kırmızılı formayı giyer. “Dün dündür bugün bugündür” ise o zaman söylediklerine dikkat edeceksin. Hele bir de bu alanda bir profesyonel isen. Bu sadece bir örneği... Tümer Metin, Mehmet Topuz, Haim Revivo, say say bitmez. Hepsi birer bukalemun. Renk değiştiren ama şekil değiştirmeyen.
Burak Yılmaz, Beşiktaşlıdır. Tamam bunu biliyoruz. Bence kariyer olarak Trabzonspor'a daha fazla mal olmuştur. Bu konuda da herkes hem fikirdir. Galatsaray'da Şampiyonlar Ligi'nde sekiz gol atarak tarih yazdı ama yaranamadı. Çuvalla gol atmasına rağmen o muhtemelen Türk futbolunun en “underrated” yıldızı olarak kalacak. Bu sezon ligin ikinci yarısında 15-20 gol attığını düşünün ve Beşiktaş'ın şampiyon olduğunu. Ona bu kadar tepkili Beşiktaşlıların sevinçten yerlerde timsah yürüyüşü yaptığını şimdiden görüyor gibiyim. Futbol, böyle bir oyun zaten. Transfer gündeme bomba gibi düştüğünde çevremden yüzlerce telefon ve mesaj aldım, elektronik postalar da cabası. Sokakta beni görenler hep aynı soruyu sordular ve soruyorlar; “Abi ne olur sence? Kimse istemiyor, kimse sevmiyor” Onlara cevabım ise çok basit ve gerçekti: “İki gol atınca görürüz.”