Sevgilim,
Zor da olsa sana olan duygularımı yazmaya karar verdim.
Mektubuma başlarken, sana sevgilim demeye hakkım olduğunu bilmeni
istiyorum. Olanlardan sonra aramızdaki ilişkinin çoktan "kan
kaynaması" ve ‘’seviyeli’’ aşamalarını geçtiğini takdir
edersin.
Kendimi sana nasıl teslim ettiğime hâlâ inanamıyorum. Çok pis
kanıma işledin. Zamansız şekilde ortaya çıkışın romantik ötesiydi.
Ne eylülde gelebileceklerdendin ne de kasımdaki başkalıklardan.
Seni ilk kez ocak ayının ikinci haftası hissettim. Geceydi. Daha
iki hafta önce, iki binliğin üzerine + 18 demiştik. Olayların biraz
kanlı canlı gelişeceğini tahmin etmiştim.
Bir gece ansızın geldin. İyileşmeye başlayan yaralarım gibiydi
etkin. Çocukken kanayan diz kapaklarımın kabuk bağlamasını
hatırladım. Bir de bu tatlı kaşınmalarım, ömrü hayatımda ilk ve son
kez tattığım padişahlığım olan sünnetimden sonraki iyileşme
zamanlarımı hatırlattı. İçinde ‘’kuşa bak!’’ entrikaları; kanlı,
fesli, maşallahlı aristokrasi ve çılgınca şölenlerin kurulduğu o
ihtişamlı sünnetimden…
Zamanlaman manidardı. Biz insanlar, takdir edersin ki kanı sıcak
ve tatlı varlıklarız. Fakat bu iklimlere bir şeyler olduğu kesin.
Misal, Sahra Çölü'ne daha geçen gün kar yağdı. Kırk santimi bulmuş
ama aynı gün "bir arkadaşa bakıp çıkacağım" der gibi eriyivermiş.
İlk olarak aklımıza kıyametin yaklaştığı geldi. Olur olmaz işlerde
"bir kar yağsa geçer" diyoruz ama tık yok. Geçen sene bu zamanlar
kar tatilinden dolayı devletin valisini yolda görseydim boynuna
sarılacaktım.
Yine geçen sene bu zamanlar gelseydin, içlik giymesen donardın.
Şimdiyse kışın yerine baharı kayyım atamışlar. Camları açıyor,
içeride Kırkpınar pehlivanları gibi dolaşıyoruz. Bu tuhaflıklardan
sonra sen geldin. Gün boyu "neden ben?" diye salak sersem dalıp
duruyorum. Damarlarımda kanım hızlanıyor, aklımda hep sen… Bunları
konuşmalıyız aşkım. Tamam, senin doyman da çok önemli ama bir
yerden sonra ilişkimiz sıradanlaşır diye korkuyorum.
İlk geceki deneyimimizde ışığı açıp büyüyü bozmayayım dedim. Ama
birkaç gece sonra seni görmek istedim. Bu Edison var ya,
romantizmin katili. Zaten Tesla’cıyım ben. Ama hiçbiri aramızdaki
elektriği anlatmaya güç yetiremez.
Nihayet perdenin üzerinde göz göze geldik. Sen, F–35 gibi
havalıydın! Kışın ortasında montsuz ve bağrı açık uçuyordun. Zaten
"sivri" dediğin radikal olmalı ve olmayacak zamanda insanın kanına
girmeli. Az önceki iştahından eser yoktu. Doygun ve mutlu
görünüyordun. Bir dal sigarayı hak etmiştin. Fakat çok
cebelleşiyorum içmemek için bugün. Hem bu kanımı daha steril
yapıyor. Partnerimi düşünmek zorundayım. Birkaç ay önce emseydin
misal, sen de keş olurdun. Belki de daha ilk sondajda ‘’nahlet gele
bele işe!’’ deyip terk ederdin beni.
Bu arada, ilişkimize benim ailemin ne diyeceğini düşünme. Babam,
"Sıtma Savaş" diye bir yerden emekli. Sizden anofelin yüzü suyu
hürmetine bizleri okutup bugünlere getirdi. Bunlar tesadüf olabilir
mi? Evrenin işaretlerine bakar mısın? Bence kaderimsin.
Mektubuma son verirken senin için bir içimlik kan damlatıyorum.
Kâğıdın alt köşesine doğru ilerle ve azımı çoğa say. Tabii ki
dalından yemek gibi olmaz. Biliyorum, senin tarzın bu değil ama
olsun. Baş ve orta parmağımla, işaret parmağımın üst ekleminden
bastırıp kanı oraya topladım. Sonra, tıpkı babamın yaptığı gibi
toplu iğne marifetiyle bir miktar beslenme bıraktım sana. Nasıl da
canın çekti şimdi! Sabırlı ol ve geceyi bekle.
Lütfen yanlış anlama ama kulağımın arkasına çok heves etme.
Oralar çorak, ilaç niyetine desen gram bulamazsın. Ayak serçe
parmağım da kaşırken sıkıntı oluyor. Mis gibi baldır var, dibine
kadar git. Helalühoş olsun sevdiceğim!
Yine ve her gece ansızın gel, benim uçan enjektörüm!
Emdiceğin…