Cumhuriyetin siyasal yaşamında çatışma ve uzlaşmazlıkların krizlere dönüşmediği çok az dönem olmuştur. 1920’lerin başından itibaren siyasal çatışma ve uzlaşmazlıklar geçici denge ve kriz momentleri arasında sürekli hareket halindedir. Bu hareket toplumsal sınıflar arasındaki yapısal eşitsizlikler ve Türkiye devletinin kuruluşundaki etnik, dilsel ve dinsel dışsallaştırma mekanizmalarının yarattığı dinamik bağlamında düşünülebilir. Ülkenin geleceğine ilişkin verilen kararlar, bu çatışmaların çözümüne ilişkin mücadeleler sonucu biçimlenir. Bu kararların en somut formu, Türkiye’nin anayasal çekirdeğinin çözümlenmesi sonucu analiz edilebilir. Somut anayasa, siyasal çatışmayı kurumsallaştıran karardır.
Türkiye’nin somut anayasası anayasal normların bütününden ayrı olarak cumhuriyetin niteliklerine ve halkın kavranışına ilişkindir. Bu karar kapsamında anayasanın örneğin sınıf çatışmasına ne kadar açık olduğunu, etnik, dinsel ve dilsel farklılıkların dinamiğine ne dereceye kadar açık olduğu belirler ve anayasal kurgu bakımından doğrudan doğruya egemenlik ile ilişkilidir.
Halk egemenliği kavramının akademik bir tartışmanın ötesine geçip politik bir içeriğe yeniden kavuşturulması girişimleri gündeme gelmişken, bu kavramın doğrudan doğruya ülkenin geleceğine ilişkin politik karar bağlamında kurucu iktidar ile bağlantılı olduğunu tekrarlamak gerekir.
HALK EGEMENLİĞİNİN ZAMANI
Ülkenin, ülke üzerinde yaşayan halkın, ülke ve halka çizilen siyasal sınırların ve hukuki düzenin yeniden ele alınması, açıkça siyasal gelecek kavramıyla bağlaşıktır. Bu gelecek, bugünü ve geçmişi yeniden kurmaya yönelik bir zaman kavrayışını da beraberinde getirecektir.
Türkiye’nin bugününe baktığımızda hem geçmiş hem de gelecek karar verilemez halde salınmaktadır. Türkiye’nin geçmişi, yeni bir gelecek kurma kapasitesi kalmamış bir siyasal güç olarak AKP ve Genel Başkanı Erdoğan tarafından yeniden kurulmak istenmekte, gerçeklikle bağı kopmuş bir gelecek perspektifine göre şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Cumhuriyetin geçmişine ilişkin yeniden kurulan ve yerinden edilen her tarihi olay belirsiz bir geleceğin içinde sıvılaşmakta, anlamını yitirmektedir. AKP’nin geçmişi ve bugünü dönüştürecek bir gelecek potansiyeli, dolayısıyla siyasal çatışmaları belli bir dengeye çekebilme kapasitesi, Türkiye’nin gittikçe derinleşen siyasal krizine demokratik bir çatışma zemini sunma, onu kurumsallaştırma olanağı yoktur. 2023, 2071 gibi tahayyüllerin sözü bile kötü birer şaka değerindedir. Halkın geleceğe ilişkin ülke imgesine hiçbir referans sunmamaktadır, esprisi yoktur.
Zamana ilişkin Türkiye açısından daha büyük kriz, özellikle zamanın göreli sahipleri olan genç nüfustaki gelecek algısıdır. Ülke nüfusunun çok önemli bir kesimi için gelecek yoktur. Siyasal, hukuki ve ekonomik öngörülmezlik gençlik bakımından geçmiş ve gelecek algısını ortadan kaldırmış, birbirine karıştırmıştır. Genç nüfus neredeyse sınırları ortadan kalkmış, kaygan bir bugün içinde yüzmektedir. Gençlerin büyük bir bölümü ülkenin on yıl sonrasına ilişkin bir planı ya da on yıl öncesine ilişkin bir kurguyu içinde taşımamaktadır.
GEZİ'NİN KURUCU ZAMANI
Halk egemenliği kavramına “gelecek kavrayışı” bağlamında bakarsak gerçek politik anlamına kavuşacaktır. Halk egemenliği kavramı, Rosseaucu köklerine döndüğümüzde halkın doğrudan yönetimine, temsilsiz bir yönetim uğrağına dayanır. Bu uğrak kurucu bir güçle donanmış halkın düzen kurucu gücünün somut anıdır. Kurucu an halkın geleceğini ve geçmişini yeniden belirleyecek bir kurum olarak sivil durumu, anayasal düzeni kurduğu andır. Rousseau, temsil ve demokrasi arasındaki bağı koparırken sivil duruma nasıl geçileceğine ilişkin somut anayasal projesini Polonya Anayasa Projesi adlı eserinde verir, bu eserdeki temel fikir, sözün ve kararın gerçek sahibi olarak halkın geri çağırma yetkisi gibi saf temsilde yarıklar açan doğrudan demokrasi yöntemleridir. Halk egemenliği, geleceğini belirleme hakkının gerçek sahiplerinin kendi gelecekleri üzerinde söz ve karar sahibi olması; herhangi bir temsilcinin kurgulanmış temsili diline ihtiyaç duymamasıdır.
Tam da burada yeri ve zamanı geldi sanıyorum. Gezi’nin beşinci yılını idrak ettiğimiz bugünde, halk egemenliği ve halkın kurucu biçimde geleceğini belirleme kapasitesinin Türkiye’deki en etkili anıydı Gezi. Cumhuriyetin biçimine ilişkin doğrudan bir müdahale, halkın formuna ilişkin yeni bir gelecek tahayyülünün göstereni olarak Gezi kurucu iktidarın, halk egemenliğinin geleceği ve geçmişi yeniden düzenleme kapasitesi olarak değerlendirilmeli ve bir nostalji olmaktan çıkarılmalıdır.
Bugünün öngörülmezliğini, siyasal krizini bütün bağlamlarıyla kuşatan bir gelecek kurma kapasitesi olarak Gezi’nin üzerinden geçen beş yıl, bugünün geleceksiz gençlerinin neredeyse bütün neşeli politik anılarının rüzgarını ortadan kaldırmadı, kaldırmayacak da.
Gezi’nin beşinci yılında, yeni bir başlangıcı 24 Haziran’a endekslememek, en azından burada Gezi’nin tahayyülünü sürdürecek siyasal çatışma zeminlerini oluşturacak bir anayasa kurucu gücü, halk egemenliğinin gelecek perspektifini hatırda tutmak gerekir. Bu ise siyasal partilerin iktidar yarışını aşacak bir halk ve egemenlik kavrayışına dayanan siyasal - toplumsal hareketlerin varlığı ve gücüne yaslanabilir ancak.