'Bir gün geldi taşa bakışım değişti'
Nurettin Medyelioğlu'nun taşlarla serüveni güzel taşları biriktirerek başlamış. Medyelioğlu, 'Beni taşa yaklaştıran bir meraktır' diyor.
DİYARBAKIR - Küçücük bir yer. Nurettin Medyelioğlu’ndan ve taşlardan, heykellerden başka hiçbir şeye, paraya, gösterişe, taşa saygısızlığa yer yok bu mekanda. Sur’da, gözlerden uzak bir sokakta, kendi halinde ve dışarıdan bakınca ıssız bir mekan. Dikkatli biri değilseniz, dalgınsanız, seslere kulak vermiyorsanız önünden geçip gidersiniz. Camekandaki heykelleri görmeden, açık kapıdan dışarıya sızan çekiç seslerini duymadan...
Oysa Nurettin Medyelioğlu’nun atölyesi hiç de sessiz değildir. Taşları yontarken çekicin çıkardığı seslerin yanı sıra atölyede oturacak yer bırakmayan heykellerin, rölyeflerin seslerini de duymak mümkün. Yüzünüzü döndüğünüz her heykel kendi hikayesini anlatmaya başlıyor çünkü. Ve bu daracık mekanda hepsi iç içe olduğu için, Diyarbakır surlarının burçlarını süsleyen aslanların, kuşların, keçilerin sesleri birbirine karışır. Dört ayaklı minareden ezan sesi yükselirken, hemen yanındaki Keldani kilisesinin çan sesi duyulur, gözünüzde bir zangoç hayali canlanır.
Taş kendini anlatadursun. Bu arada taşa yeni bir biçim ve ruh veren Nurettin Medyelioğlu’na da kulak verelim.
FRANSIZCA BAŞKA, TÜRKÇE BAŞKA BİR DİL
“Fransızca öğretmeniydim” diyor Medyelioğlu, “Ancak öğrenciler Fransızca yerine İngilizce dersi almayı tercih edince, ders verecek öğrenci kalmadı. Fransızcaya ilginin bittiği yıllardı. Hal böyle olunca beni Türkçe öğretmeni yaptılar.”
Bu duruma bozulmuş Medyelioğlu. “Çünkü” diyor, “Türkçe öğretmenliği ayrı bir bilgi istiyor ve ben kendimi bu konuda yetersiz hissediyordum. Derslere girip bir şey öğretemeyeceksem öğretmenlik yapmanın anlamı yoktu, etik de değil.”
Bunu sitemle anlatıyor Medyelioğlu. Çünkü elektronik eşya tamircisi olan babasının yanında çalıştığı yıllardan gelen bir el becerisi var ve öğrencilerin el işi derslerine girmek istiyor. Ancak bunu okul idaresine, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne kabul ettiremiyor. “Öğretmenliği seviyordum” diyor Medyelioğlu, “Elim ayağım tuttuğu sürece öğretmenlik yapmak isterdim. Ama Türkçe öğretmeni olarak değil. Sonunda zamanı gelince emekli oldum. İyi ki de olmuşum.”
YA KAHVE KÖŞELERİ YA DÜKKAN
Hayatını kaybeden babasının dükkanına geliyor Medyelioğlu. Eşyaları çıkaracak, dağıtacak; para edenleri satacak, diğerlerini çöpe atacak.
Öğretmenlik yaptığı yıllarda da bu dükkana gidip gelmiş, babasının işlerine hevesle yardım etmiş Medyelioğlu. Elektronik eşyaların bin türlü parçasına dokunmuş, bunları tanımış, söküp tekrar bağlamayı öğrenmiş. Kira değeri 150 lira olan dükkanı boşaltma fikrinden son anda vazgeçmiş. Emekliye ayrılmış, yapacak başka işi de yok. Bütün günlerini kahvede okey oynayarak geçirmek istemiyor çünkü.
Dükkanı kendine göre düzenlemiş Nurettin Medyelioğlu. Önce atık bakır eşyaları kesip biçerek heykeller yapmaya başlamış. Daha sonra bulabildiği ağaç köklerini yontmaya başlamış. Bunlardan yaptığı heykeller çevresindeki insanlar tarafından sevilince, bütün zamanını heykeller yapmaya ayırmış.
BİR ARKADAŞ ÖNERİSİ
Taş ocağı işleten bir arkadaşı, “Neden taşlardan heykel yapmıyorsun?” diye soruyor bir gün. Bazalt taşı çıkarıp satıyor arkadaşı, “İstediğin taşı benden alabilirsin” demeyi de ihmal etmiyor. Bu teklife ilgisiz kalmamış Medyelioğlu. Bunu da şöyle açıklıyor:
“Dicle Nehri'nin kenarında bulduğum renkli, ilginç, güzel taşları biriktiriyordum. Bu teklifi kabul etmemin nedeni, beni taşa yaklaştıran bu merakım, bu alışkanlığımdı belki.”
Arkadaşının iş yerinden taşlar getirmeye başlıyor. İlk işleri çok başarılı olmuyor. “İlk yaptığım iş kırılınca moralim bozuldu, dükkanı kapatıp gittim. Ama aklımda taşlardan birşeyler yaratmak vardı. Birkaç gün sonra döndüm ve yeniden çalışmaya başladım."
İlk işlerini bitirdikten sonra neler hissetiğini ise şöyle anlatıyor Medyelioğlu: “Çalıştıkça taşa bakışım değişti. Eskiden Diyarbakır surlarına ‘taş işte’ diyerek biraz küçümseyerek bakıyordum. Taşla uğraşmaya başlayınca fark ettim surlardaki insan emeğini, rölyeflerdeki estetiği.”
ÇEKİÇLER, KESKİLER…
Nurettin Medyelioğlu ilk başlarda matkap gibi aletler de kullanmış. Sonradan bu aletleri bir kenara itmiş. Şimdi sadece çekiç ve keski kullanıyor taşları yontarken.
Bunu da şöyle açıklıyor: “Mesela matkap yaptığım işi kolaylaştırıyordu, çok fazla güç ve zaman harcamak zorunda kalmıyordum. Ama bu aletler işin keyfini kaçırıyordu. Bütün işleri bu aletler yapıyordu, ben de aracıydım gibi hissediyordum. Bir de yaptığım şeye ruh da vermiyordu sanki. Bu aletleri kullanmayı bıraktım. Küçük bir şey için günlerce uğraşıyorum, ama bu beni daha mutlu ediyor.”
‘KAFAM KARIŞSIN İSTEMİYORUM’
Nurettin Medyelioğlu heykelle ilgili hiçbir eğitim almamış. Bu işe gönül verdiğinde de dönüp bakmamış bu işin akademik yönüne. Heykelde nam salmış sanatçılar nasıl bir eğitim görmüş, ünlü eserlerini hangi teknikle yapmış, kitaplar heykelle ilgili neler söylüyor, bunlarla da hiç ilgilenmemiş.
“Benim büyük iddialarım yok ki” diyor Medyelioğlu, sonra atölyedeki işleri göstererek, “İçimden geldiği gibi yaptım bu gördüklerini. İyi bir şey olduysa bunlar, kitaplar okuyarak kafamı karıştırmak istemedim. Başkalarını taklit edersem bu kadar başarılı olamazdım belki.”
İCAT ETMENİN KUSURLARI
Yaptığı işlerin kimi kusurlarını akademisyenler bulabilir elbette. Ama Medyelioğlu’nun bununla ilgilendiğini söylemek mümkün değil. O, eline aldığı taşı hissettiği bir biçime dönüştürmenin derdinde. Kimin ne diyeceğinden çok, yapıp bozarak, bir şey icat etmeyi, yaratmayı seviyor.
Medyelioğlu’nun söyledikleri Turgut Uyar’ın “Efendimiz Acemilik” başlıklı yazısını hatırlatıyor: “Hâlbuki acemilik. Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız, yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız.”
Medyelioğlu kimi kalıpları reddediyor söyledikleriyle, belki hiç farkında olmadan. Alışmak istemediğindendir bu tutumu. Genel geçer kuralları kabul ederse, belki yaptığı işten de sıkılıp bırakacaktır. O, kendi başına, kendi bilgisi ve duygusuyla “icat etmek” istiyor.
SANAT ESERİ EDİNMENİN RACONU
Medyelioğlu, bazalt taşından Diyarbakır’ın mekanlarını, burçlarını, burçlardaki rölyefleri yeniden ve değişik boyutlarda yontuyor ve biriktiriyor. Biriktiriyor, çünkü bunları satmıyor.
Satın almak isteyenler oluyor elbette. Nurettin Medyelioğlu, “Herşeyi parayla satın alabileceğini düşünenler vardır” diyor. İşte bunları hiç sevmiyor. “Adam ‘Ne kadar para istersen vereyim’ diyor, ama tabi hiçbir şey alamadan gidiyor.”
Bunu gülerek anlatıyor Medyelioğlu ve bir bakıma sanat eseri almanın raconunu ifade ediyor.
ÖĞRENCİ YETİŞTİRMEK
Medyelioğlu kendisinden ders almak isteyen gençlerden de söz ediyor. “Ama” diyor, “Şuraya bak, yakında bana da yer kalmayacak burada. Nasıl ders verebilirim ki?”
Bir bölümünü atölye, bir bölümü, yaptıkları işleri sergileyebilecekleri bir mekanın hayalini kuruyor Medyelioğu. Bunu Diyarbakır Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi ile de paylaşmış. Ama kimse ilgilenmemiş.
Böyle bir atölye-sergi salonundan çok insan yetişeceğine inanıyor Nurettin Medyelioğlu. “Burada yetişen gençler hem Diyarbakır’ı tanıtırlar hem de bu işten para kazanabilirler. İmkan sağlanırsa, ben elimden geleni yapmaya hazırım.”