Bir hakikat savaşçısı: Tahir Elçi
Tahir Elçi için hayatını faili meçhul cinayetlerin aydınlatmasına adadı, katledilmesine ilişkin dosya faili meçhul kalacak denilmektedir. Tahir’in katledilmesi faili meçhul değildir. Toplum vicdanında kim mahkum edilmişse katil de odur.
Mehmet Emin Aktar
Bir yazıya başlamanın en zor yanı başlangıç sözünü bulmak sanırım. Harfleri yan yana getirince sözcük, sözcükleri sıralayarak cümle oluşmuyor her zaman. İnsanoğlunun çıkardığı ilk ses çığlık diye düşünmüşümdür hep. Tüm dillerde ve insanlarda aynı şekilde çıkar bu ses. Bir yazıya başlarken ilk söz yazının çığlığıdır da denilebilir.
İlk sözü bulamayışımızın nedeni vurulduğumuzda çığlığımızı içimize boğmamızdan ya da boğmalarındandır belkide... Sevgili Tahir Elçi hakkında yazı yazmak, ilk sözü bulmak çığlığımızı içimize boğduklarından zordur.
“Coğrafya kaderdir.” demiş İbni Haldun. İnsanlar doğar, büyür, bir ömür sürer ve ölürler. Bizim coğrafyamızda ise insanlar doğar ve büyümeden öldürülürler. Kader mi, kadersizlik mi? Bilinmez...
İnsanlar iyi ortamlarda tanışırlar genelde. Tahir ile ilk nerede nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum ama ilk ciddi tanışmamız 1993 yılında tutuklanmasından sonra oldu sanırım. 1993 yılı Kasım ayında Tahir’in de aralarında bulunduğu 20’nin üzerinde avukat hakkında Diyarbakır DGM savcılığınca soruşturma açılmıştı. Uzun süreli işkence altında geçen gözaltı sürecinden sonra Tahir ile birlikte bir grup meslektaşımız tutuklanmıştı. Ben Tahir ile Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nin avukat görüşme odasında gerçek anlamda tanıştım sanırım. Sonrası evet sonrası uzun bir hikaye…
Bu coğrafyada benzer kaderi paylaşan insanlar birbirlerinin yarasına dokunmadan da anlarlar acılarını. İnsanlar genelde çocukluklarına ilişkin hatırladıkları güzel anlara ilişkindir. Benim çocukluğuma ilişkin görüntüsü hep canlı olan anım ise 1970 ilkbaharına ilişkindir. Kürdistan’da köylere komando baskınları yapılmakta ve yapılanlar halk arasında hızla yayılmaktaydı. Mayıs ayı olmalıydı. Bir gün karşı köyün sırtlarında askeri araçların köyümüze doğru gelişini görünce çığlık atarak “komando hat” diyerek köylülere duyurmuştuk biz çocuklar. Köye geldiklerinde her evin damına bir asker çıkmıştı önce. Sonra evleri tek tek dolaşarak tüm köylüleri köy meydanında toplamışlardı. Herkes korku içindeydi. Köyün yetişkin erkeklerinin tümünü asker çemberine aldılar. Sonra aralarında babamın da olduğu bazı isimler okundu. Ne dediklerini anlamıyordum ama babamdan silah istediklerini biliyordum. Sonra köylülerden bir kısmını gözlerimizin önünde sopalarla dövmeye başladılar. Omuzlarında yıldızlı apolet olan askerlerden biri babama bahçemizi kazdırmaya başlamıştı. Babamın bahçeye silah gizlediğini söylüyormuş sonradan öğrendiğim kadarıyla. Bahçe kazıldıkça köylülerin ekmek bıçağından kıyılmış tütüne kadar birçok eşyayı korkudan gizledikleri görülecek ama bahçede silah olmadığı anlaşılacaktı. Bu anımı anlattığımda Tahir’in de benzer anısı olduğunu görecektim. Onun için çocukluğumdaki devlet mavi bereli komando askeridir.
Kürdistan’da Cizre’nin bir köyünde köylere komando baskınlarının yapıldığı bir zamanda doğmuştu. Çocukluğunda devletin Kürde görünen yüzü olarak komando askerleriyle karşılaşmıştı ilk. Başka dilde konuştuklarına, insanlara hakaretler yağdırarak keyfi olarak işkence yaptıklarına tanık olmuştu. Belki de bu tanıklığından dolayı haksızlığa karşı koymak için hukuk okumak istemişti birçoğumuz gibi...
1990’lara geldiğimizde 1970’lerin başında gördüklerimizin daha ağır şekilde tekrar ettiğini hep birlikte görecektik. Bu kez yöntemler daha ağır ve tamamen kuralsızdı. Köylüler alanda toplanıp işkenceden geçirilmiyordu sadece... Köyler yakılıyor, insanlar zorla yerinden ediliyor, gözaltına alınıp kaybediliyordu... Bir süre sonra yol kenarına, derelere cesetler atılmaya başlandı…
Kurallar bütünü olan hukuka en çok kendimizi güvende hissetmek için ihtiyaç duyarız. Kural koyan, hukuk yaratan yani egemen olanın vaadi koyduğu kurala bağlı kalacağıdır; ihlal edeni cezalandıracağıdır. Oysa kural koyan ihlal yapmaktaydı; giderici ve cezalandırıcı mekanizmalar işlemiyor/işletilmiyordu.
Bu koşulların egemen olduğu bir dönemde avukatlığa başlamıştı Tahir Elçi... Yakılan köyler gözaltında kayıplar ve faili bilinen ama meçhul addedilen cinayetler. Bu haksızlıklara karşı nasıl mücadele edeceğinin yollarını arıyordu ve arayışının devleti rahatsız etmesi uzun sürmeyecekti. 1993 yılında gözaltına alınıp tutuklanacak ve tüm dosyalarına el konulacaktı. AİHM’e yaptığı başvurular dava dosyasına suç delili olarak konacaktı. Tahliyesinden sonra artık Cizre’ye dönmesinin imkanının kalamadığını görecek ve Diyarbakır’a yerleşecekti. Bundan sonra neredeyse tüm mesleki faaliyetini hakikati arama mücadelesine ayıracaktı. Faili belli meçhul sayılan cinayet, zorla yerinden edilme, gözaltında kayıp ve toplu öldürme davaları başlayacaktı. Artık müvekkilleri bu yolla mağdur edilenlerdi çoğunlukla. Diyarbakır Barosu yönetim kurulu üyeliğinin yanı sıra ulusal ve uluslararası insan hakları kuruluşlarında çalışmalar ve bu alandaki mekanizmaları kullanma çabaları...
Hakikat arayışı bu coğrafyada zordur... Bunun için inanç, cesaret, kararlılık gereklidir. Tahir’de bunların tümü vardı. Bir de çoğumuzda olmayan farklı bir özellik; fikri takip. İnatla sürdürürdü ele aldığı işi.
Yaptıklarının sonucunda ciddi tehditler almak, hedef haline gelmek kaderdi adeta. Hakikat mücadelesi verenler olarak zaman zaman birbirimizi korumaya çalıştığımız olurdu. Örneğin, Cizre JİTEM davasında mağdurların çoğunu tanıyor ve yıllardır avukatlıklarını yapıyordu. Sanıkların bir kısmı da Cizreliydi. Davanın ilk duruşmalarında kendisine bilgilerini bizimle paylaşarak önde görünmemesini istemiştik. Tüm davalarda olduğu gibi sonrasında davaya avukat ilgisi azalınca önde görünmesi gerekmiş ve tehditler ona yönelmişti. Hem de gizli değil açıktan yapılarak... Mahkemelerde birbirimizi de savunduk elbet. Hem müvekkilim hem avukatım oldu...
Tahir inançlıydı. Bu inanç yaşadığı toprağa, doğaya, tarihe bağlı ve ondan besleniyordu. Bu inançtı onu 2015 yılının Kasım ayının 28’inde 4 ayaklı minare önünde “Tarihimize, kentimize dokunmayın!” çağrısı yapmaya iten...
Neden mi öldürüldü? Derinlemesine ve sağlıklı bir soruşturma yürütülürse hepimiz öğrenebileceğiz. Bu konuda ümidin var mı derseniz? Yaşanan deneyimlerden hareketle hayır derim. Soruşturmada kısıtlılık kararı almayacaklarını ve bizimle yürüteceklerini söylemişti Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı. Hala dosyada tek şüpheli yok! 2 yılda geldiğimiz nokta cinayeti aydınlatmakla görevli savcıların Tahir Elçi’nin cenaze törenine katılmayı “terörist cenazesine katılma” olarak değerlendirip iddianame hazırladıkları noktadır. Bu bakış soruşturma yürütenlerin zihin dünyasını ele vermektedir. Zihin dünyasının yansıması olan bu bakış açısıyla cinayetin aydınlanmasını beklemek zordur.
Soruşturmanın başında olayı aydınlatma isteği varmışçasına kamuoyuna açıklamalar yapılmasına karşın diğer taraftan sürüncemede bırakmak adına çaba da görülmekteydi. Çok etkili bir basınç oluşturulmadığı sürece soruşturmanın derinleştirilmesine olanak yoktur. Bunun için de sevgili Tahir’in sahip olduğu inanç, inat ve kararlılık gereklidir. Tahir’e terörist diyene “terorist bavê te ye” diyemiyorsanız sevgili Tahir’in adını anmayacaksınız...
Tahir Elçi için hayatını faili meçhul cinayetlerin aydınlatmasına adadı, katledilmesine ilişkin dosya faili meçhul kalacak denilmektedir. Tahir’in katledilmesi faili meçhul değildir. Toplum vicdanında kim mahkum edilmişse katil de odur.