Lisansta en sevdiğim derslerden biri 'siyasal düşünceler tarihiydi' ve o denli meraklıydım ki konuya, üç kez alttan almıştım! Büyük beceri. Çılgınlar gibi çalışır, sınavda sayfalarca yazar ve sınıra yakın bir notla kalırdım. O zaman hoca odasına gidip konuşmak pek adetten olmasa da dayanamayıp hocamıza 'yine neden kaldığımı' sorardım. O da üşenmeyip kâğıdımı çıkarır, şöyle bir bakar ve “çok yazmışsın ama çevresinden dolaşmış, asıl konuya girmemişsin” derdi. Teşekkür eder, odasından çıkardım. Sorum da, yanıt da üç yıl boyunca değişmedi!
Akademisyen olup yıllar sonra sınav kâğıdı okumaya başladığımda, Hoca'nın ne demek istediğini ve ona nasıl eziyet ettiğimi anladım kuşkusuz. Hakikaten en yorucu öğrenci tipi, uzunca yazıp yanıt vermeyeni.
Öğrencilikte olur böyle şeyler. Ya anlamamıştır, ya yanlış anlamıştır ya da bilmemesine rağmen biliyor numarası yapmak istiyordur. Her halükârda, hadi en tatsız tabirle 'üçkağıtçıdır', diyelim. Ama bu kadar. Katlanılmaz olanı, sonraki evrelerde 'lafı uzatıp bir şey söylememenin' bir yaşam biçimi olarak benimsenmesinde ve bu eğilimin, özellikle 'yanaşma' türünde. 'Miş' gibi yapıyor olmanın konforu ve maddi manevi getirisinden nasiplenme hevesinde. Basında, siyasette, günlük hayatta, akademide, hukukçulukta, vesaire...
İktidarın çevresindeki halenin böyle bir derdi yok; zira onların bir düşüncesi, kendi kanaati, ücrete ve kayırmaya tahvil edemeyeceği bir ideali söz konusu değil. Bu güruhun ifadelerine 'söz' muamelesi yapmak hakikaten çok tuhaf görünüyor.
Burada tanımlamaya çalıştığım 'miş gibi yapmanın' öznesi, muhalifler. Muhalif görünümlüler. Biraz daha daraltayım, muhaliflerin, bir gözü 'merkezde' ve 'iktidarda' olanları. Sosyalist-devrimci siyasetin ve akademinin 'miş' gibi yapanları, yapma yöntemleri, kurmak zorunda hissettikleri teorik çerçeveleri, tercih ettikleri terminoloji diğerinden farklıdır, kuşkusuz daha zekicedir ve bu son derece bereketli konuyu tek satırla geçiştirmek mümkün değil. Başlı başına 'uzun' bir yazıyı hak eder, sonraya kalsın.
Her yerde olmak/görünmek isteyip, herhangi bir yerde bulunmanın hiçbir muhtemel olumsuz sonucunu göğüslemeyi göze almayan 'mutedil' muhaliflik. İtidalin gerekliliğine inandıklarından değil, çıkarları gereğince öyle görünüyorlar. Bir tür küçük burjuva sürüngenliği. O sürüngenliğin daha sağ/merkez tipi. Konforlarından olmak istemiyorlar. Ancak biri olduğunda, çile çektiğinde takdir etmekten de geri durmuyorlar. Ezileni görmezden gelemeyecek ölçüde duyarlılığa sahip, buna mukabil gördüğünün gereğini yapmaması gerektiğini bilecek kadar kurnaz. Yüzlerinde hiç silinmeyen bir gülümsemeyle yaşıyor gibiler. Herhangi bir konudaki duyarlılıklarının sınırı, iktidar ile muhabbetinin başladığı yerde çiziliyor. Orta yolculuk mu demeli, idare-i maslahatçılık mı demeli, iş bilirlik mi demeli, sünepelik mi demeli, siniklik mi demeli, bilmiyorum. Bana hepsinin çıktığı kapı, yanaşmacılık gibi geliyor. Bir ağbimiz, “sağcıların en berbatı merkez sağcılar” demişti bir ara. Bu sözü hatırlatıyorlar bana mutedil muhalifler. Dedim ya, her alandalar ve iktidarların iktidar kalabilmesinde azımsanmayacak payları var.
Yazılarından anlayabiliyorsunuz asıl niyetlerini. Satırlarında değil de, satır aralarında anlatıyorlar dertlerini. Kendinizi sözcüklerin ve cümlelerin görünen anlamlarıyla sınırlandığınızda, yazarın ana fikrini kavramanız mümkün olmuyor. İktidarı eleştirir gibi yaparken dahi göz kırpmayı ihmal etmiyorlar. Çok çeşitli taktikler uyguluyorlar. En 'uzlaşmacı' göründükleri anda dahi, umursadıkları şeyin aslında ortak bir dil kurma çabası değil, yanaşma isteğinden kaynaklandığını biliyorsunuz. Yüzünüze bakarken tam olarak size seslenmiyorlar, o ses iktidarca 'da' duyulsun istiyorlar. Yazılarında, konuşmalarında , tepkilerinde 'özne' yok. Çünkü özne her an değişebilir ve yeni öznenin yanında olmanın ne sakıncası var! Hele ki birlik ve beraberliğe bunca ihtiyaç duyduğumuz günlerde.
Meslektaşları işten mi atıldı, çok üzgünler ama kimin attığını bilmiyor, anlayamıyor, çokça hayret ediyor, nasıl olabileceğini kestiremiyorlar. Olacak iş değil, ama olmuş işte, nasıl olmuş, kim yapmış, o yapanla bundan sonraki ilişkisi ne olacak, tavrı değişecek mi, değişmeli mi... Hayır, bunların hiçbiri, çünkü sizin sahip olmadığınız bir itidale, aklıselime sahipler. Dur bir bakalım, anlayalım, o mu yapmıştır ki, bilip bilmeden tepki göstermeyelim, yok canım sanmıyorum, belki, neyse, geçer. İtidal. Uzlaşma. Anlamaya çalışma. Tanık olduğunu bir ömür 'anlamaya çalışan' insanlar var örneğin ve burnunun ucunu görmek işine gelmediği için, son nefeslerine dek anlama çabasından vazgeçmeyeceklerini biliyorum! Vardır hepinizin böyle tanıdıkları.
Tamam eleştirelim, ama iyi yanlarını da görmek gerek. İnsafa davet. Fakat o 'insafın' bir gün olsun ezilenden yana sergilendiğine tanık olmuyorsunuz. İktidara yanaşmak için özenle aranıp bulunuyor o 'iyi yanlar.' Bir de 'ama eskiden de aynıydı' bilgeliği. Eski ile karşılaştırma, yeni olanı çözmek ve ilerletmek için yapılıyorsa anlamlı ve gereklidir de, onların derdi yeniyi hoş gösterip hareketsizliklerindeki bilgeliği görmenizi sağlamak. Öyle bir bilgelik ki bu, her an yeni ile ittifak yapmaya hazır. Öyle demeyin, önemli olan ülkenin geleceği ve bunun için yapmayacakları fedakarlık yok. Ya onlar olmasaydı!
Diyelim, öğrenciler bir eleştiri metni hazırlamış. Samimi ve açık sözlü, dürüst bir eleştiri. Anayasal haklarını kullanmışlar. Kimseye hakaret filan etmeden. Yurttaş gibi yurttaşlık yapmışlar. Ama, ah o isimleri anmasalardı, ah Kürtlerden söz etmeselerdi, ah o cümleye ne gerek vardı, bak gördünüz mü destek verenler çekilmeye başladı, ah keşke! İtidale davet. İktidarın ve hâkim ideolojinin kalbini kırmayacak bir muhaliflik. Akademisyenler de... Tamam atılmaları kötü olabilir de, ama o sözler, o tepkiler, olacak iş mi... Aralarında hak edenler de olabilir ama bir de... Hukuk devleti zarar görüyor... Türkiye'nin imajı zedeleniyor... Aslında önemli olan sayısız insanın çile çekmesi değil, ülkenin imajı... Beraat edenler dönmeli... Komisyona başvuru filan, ne oldu o iş, bir şey çıktı mı!
Peki Boğaziçi'nde bir hukuk fakültesi fena mı olur ki? Tamam rektörü istemiyorlar da, yeni fakülte ile dertleri ne? Kaliteli üniversitede kaliteli hukuk öğrencileri, ne güzel işte. Mutlaka yüksek puanla alınmalı öğrenci, standartlar üst düzey olmalı. Peki konu bu mu? Değil ama olsun, kalite aramaktan vazgeçmemeli ve olup bitenlere bir de iyi yanından bakmayı denemeli. İki fakültenin açılıyor olması tümüyle kadro aktarmak hedefiyle olsa ve bunu herkes görse de, mutedil muhalifliğin kime ne zararı olmuş. Hem niyet okumayın Allah aşkına!
Öznesiz cümleler, muhatabı dillendirilmeyen eleştiriler. Her an göreve hazırlara mahsus itidalli hal tavır. Bıkıp usanmadan farklı pencereler açıyorlar önümüzde, 'perspektif' sunuyorlar. Sizden farklı olarak, bir 'perspektifleri' var çünkü. Memlekette bir geminin hasarsız nasıl yüzdürüleceğini çoktan keşfetmiş, mutedil yanaşmacılık kursundan başarıyla mezun olmuşlar. Saygı da bekliyorlar. Evet, saygı bekliyorlar.
A. Çakıcı M. Bulu'ya mektup yazarak, hikâyenin gerçek içeriğini tüm açıklığıyla sergiledi. Mutedil yancı muhalifler için zor zamanlar bunlar. Dört yıl önce, malum kişi 'akademisyen kanında duş almak' istediğinde duymazdan gelebilmişlerdi, ancak durum biraz değişti sanki. Şimdi bir şey söylesen dert, söylemesen dert. Yakın zamanda dini-milli bir bayram da yok ki kardeşlik mesajı verilebilsin. En iyisi, çok mecbur kalmadan konuşmamak.