Carl Gustav Jung, insanlar bilinçlendikçe, Tanrı’nın da daha bilinçli hale geldiğini söyler. Yani ona göre hem yaratıcı hem de yaratılan evrim halindedir. İnsanlar kendi karanlık taraflarını gün ışığına çıkarmaya başladıkça, Tanrı’nın da karanlık tarafına ışık tutacaklardır.
Mitoloji, karanlık taraflarımızı ya da psikanalitik bir ifadeyle söyleyecek olursak bilinç dışımızı gün yüzüne çıkarmayı sağlayacak önemli bir fener işlevi görür.
Doğa güçlerini ve doğaüstü varlıkları konu alan hayal ürünü öykü anlamına gelen 'mythos' ile söz ya da akıl anlamına gelen 'logos' kelimelerinden oluşan mitoloji -mythology-, insanlığın geçirdiği gelişim aşamalarını ve düşünme atılımlarını gösteren en önemli bilgi kaynağıdır.
İnsanın evrensel bilinçle iletişime geçme arzusundan beslenen mitoloji, neden ve nasıl gibi sorulara yönelik yanıt arayışını sembolize etmektedir.
“Artık elinde mitolojinin anahtarı var. Ruhun tüm kapılarını açmakta özgürsün” der Jung.
Psikolojinin bir bilim dalı olarak var olmasından önce insanların mitler aracılığıyla içsel tepkilerine ve yaşam dinamiklerine ilişkin ipuçları aradıklarını ifade edebiliriz.
Jung’un psikoloji dünyasına kazandırdığı “arketip” terimi, psikoloji literatüründe, algılamamızı örgütleyen, bilinç içeriklerini düzenleyen, değiştiren ve geliştiren yapılar olarak tanımlanmaktadır.
Varoluşun biyolojik köken açısından ikiye ayrıldığını düşünürsek kadınlık ve erkeklik meselelerinde de mitlerin çok önemli yeri olduğunu görebiliriz.
Her erkeğin içinde feminen, her kadının içinde maskülen özellikler olması, sadece biyolojik değil, aynı zamanda psikolojik bir gerçektir. Jung’un tanımlamasına göre, her kadının bilinç dışında ‘animus’ (maskülen yön), her erkeğin bilinç dışında ise ‘anima’ (feminen yön) vardır. Bu özellikler cinsel ya da davranış unsuru olmaktan çok, arketipsel enerjilerdir.
Örneğin kadın baş etmekte zorlandığı bazı yaşantılar esnasında her zaman dışarıdaki değil içerideki erkeksi bir enerjiye de ihtiyaç duyabilir. İşte bu animus’tur.
Kadın ruhsallığının kısmen içgüdüsel kısmen de kültürel olan bu unsuru, özellikle masallarda ve mitlerde onun oğlu, kocası, sevgilisi, babası, erkek kardeşi olarak gösterilebilir.
Bunları metaforik olarak okuyup kadının animus’u olarak değerlendirebiliriz.
Bu bağlamda çift ilişkilerine baktığımızda da hiçbir zaman iki kişi değilizdir aslında. Bir ilişkiyi dört kişi yaşarız. Çünkü erkeğin animası hiçbir zaman kadının animası olmayacak, kadının animusu da hiçbir zaman erkeğin animusu olmayacaktır. Tüm bu arketipler her ilişkide yeniden yaratılıp birbirleriyle yeniden karşılaşacaklardır.
Bu içimizdeki karşıt enerjileri anlayıp bilinç dışından bilincimize getirmekle, Uzakdoğu’nun ‘Yin ve Yang’ kavramının birleşmesine benzer bir bütünlüğe ve dengeye ulaşırız.
Jung’un dediği gibi, bilinç dışında bıraktığımız özelliklerimiz sürekli kendini tekrarlayan davranış paternlerine dönüşür ve başımıza kader olarak gelir.
’Anima’ ve ‘animus’, bilinç dışında kaldığı sürece yani bunları bilince getiremeyip bu taraflarımızla temas kuramadığımızda bu temassızlık karşı cinse yansıtılıp ilişkilerimizi etkiler ve bu sayede aynı tür ilişkiler adeta kaderimiz olur.
Yansıtmayı bilinçli olarak yapmayız; bu, otomatik olarak gelişir. Farkında olmadığımız ‘anima’ ve ‘animus’ yönlerimizi birine yansıttığımızda, o kişiyi algılamamız ciddi olarak etkilenir ve kendimizi problemli ilişkilere sürüklenmiş buluruz. Aynı zamanda kendimizle olan ilişkimizi de oldukça çatışmalı bir düzeye getirebiliriz.
Bu çatışmayı en aza indirgemek için öncelikle bu kavramları algılamaya ve ruhsallığımızda nasıl işlev gördüklerini anlamaya çalışmalıyız.
Bu kavramları anlamamıza yardımcı olacak iki kitap geçtiğimiz aylarda Çivi Yayınları etiketiyle Türkçe’ye kazandırıldı. ABD’li Jungcu psikanalist Robert A. Johnson’un, Jung’un iki önemli arketipi olan anima ve animus kavramlarını mitolojik karakterlerden esinlenerek anlattığı kitapları She-Kadın Psikolojisini Anlamak ve He-Erkek Psikolojisini Anlamak.
Çevirilerini Berna Severyan ve Olcay Boynudelik’in yaptığı bu seri Jungcu perspektiften kadın ve erkek psikolojisine dair önemli saptamalarda bulunuyor. Kitaptaki mitolojik öğeler, görsellerle de birleşince epey güçleniyor ve bizleri adeta bu dünyadan bir süreliğine uzaklaştırıp başka bir varoluşun izlerini sürmemizi sağlıyor.
Kadın psikolojisini Eros ve Psyche’in antik efsanesinden, erkek psikolojisini ise mitolojik karakter Parsifal’in kutsal kâsenin izini sürmesiyle anlamlandırmaya çalışıyor.
Robert A. Johnson Kadın Psikolojisini Anlamak isimli kitabında okuyucuya şöyle bir mesaj veriyor;
“Eros ve Psykhe mitinin kadına özgü yanlarından her söz edişimizde yalnızca kadınlar hakkında değil, aynı zamanda erkeğin animası yani kadınsı yanı hakkında da konuşacağız. Kadınsılık, psikolojik olarak temel özelliğini oluşturduğundan kadında daha açıkça algılanabilir, ancak, erkek psikolojisinin içsel kadınsı yanıyla bir paralellik taşıdığı da görülecektir.”
Yazara göre bir mit, yaşayan bir varlıktır ve her bireyin içinde yer alır. Eğer onun, içinizde örülüp biçimlendiğini fark edebilirseniz, mitin katkısız ve gerçek özünü elde edebilirsiniz. Kutsal kâse mitinden ya da başka herhangi bir mitten alabileceğiniz en değerli bilgi, onun kendi psikolojik yapınız çerçevesinde ne denli canlı olduğunu görme olanağıdır.
Her iki kitap da erkekliğin ve kadınlığın uzun ve çetrefilli yolculuğunu kavramamıza, hem kendi içimizdeki hem de ötekindeki erkekleri/kadınları kabullenip onlarla kucaklaşıp ahenkli bir bütünsellik kurmamıza yardımcı oluyor.
Bu sayede bizleri kendi tanrısallığımızla tanıştırıp, duygusal ve davranışsal çelişkilerimizin kaynağına inmemize ve gerçek bir özgürlük alanı oluşturup, arkaik yaralarımızı iyileştirmeye vesile oluyor.