Dünya sineması kadar Türk sinemasında da önemli bir yer tutan, ister dram olsun isterse de komedi olsun ‘romantik filmler’ olarak adlandırabileceğimiz yapımlar bizce hak ettiği değeri göremiyor. Bunda kuşkusuz aşk hikâyesi sunmaya çalışan çoğu başarısız sinema filmlerinin ve ucuz televizyon dizilerinin payı büyük ama daha en baştan ‘aşk hikâyelerine’ biraz üstten bakmak bizce her sinemaseverde mevcut. Türe meraklı seyirciler bile filmde kendilerini ne beklediğinin farkında: Çok ayrı karakterlerde ve gelecek planlarında olmalarına rağmen tesadüfen karşılaşan ve yakınlaşan iki karakter. Bu yakınlaşmanın derin bir aşka dönüşmesi ve bir süre ilişkinin çok güzel gitmesi. Sonrasında karakter ve amaç farklılıklarından dolayı bu ilişkinin ‘çatırdaması’ ve bir kriz dönemine girilmesi. Ve son olarak iki tarafın da belli fedakarlıklar yaparak bu krizi aşmaları ve tekrar bir araya gelmeleri…
Bütün bu ‘ultra klasik’ gidişatlar bazen deyim yerindeyse ‘son perdede’ farklılık gösterebiliyor. Hikâye değindiğimiz etaplardan geçiyor ama bazen bu ilişki onarılmaz derecede bir darbe almış oluyor ve hikâyenin sonunda karakterler ayrı yollara gidiyorlar; bazen ise amansız bir hastalık bu ikilinin arasına giriyor ve tıpkı ünlü "Love Story" klasiğinde olduğu gibi bu hastalık iki taraftan birini hayattan koparıyor ve hikâye yine hazin bir şekilde noktalanıyor.
Yakın zamanda Netflix kanalından bize sunulan Ozan Açıktan’ın son filmi "Kal", kuşkusuz sıradan bir yapım değil. Hatta bazı açılardan izlemesi keyifli ve oyunculuklar, durumlar ve özellikle paralel bir şekilde akan iki hikâye arasındaki geçişler bazında ilgiyi ayakta tutan bir film gibi görülebilir. Ancak sonucun özellikle Açıktan gibi geçmişte hem komedilerde hem de dramlarda ince bir nokta tutturmuş ve belli ‘klişelere’ teslim olmamış bir ismin düzeyinde olmadığı da bir gerçek…
Hikâyeye bakacak olursak: Semih, haraketli bir yaşam süren, gece hayatına düşkün ama aynı zamanda da çalıştığı tasarım alanında yaratıcı gücü yüksek, başarılı bir genç adamdır. Bir gece biraz da arkadaşlarının gazıyla ve içkiliyken Defne adında güzel bir genç kadına asılır ve tanışmak için ısrar eder. Başta Defne tarafından sert bir ret cevabı alsa da sonrasında çok daha sakin bir ortamda tekrar karşılaşırlar ve aralarında önce arkadaşlık, ardından da tutkulu bir aşk doğar. İlişkileri bir süre iyi gider ama bir gün Defne net bir açıklama yapmadan Semih’i terk eder. Bu ayrılıkla adeta ‘yıkılan’ Semih, hem bunun nedenini anlamaya hem de yaşamış oldukları ilişkiyi sorgulamaya başlar.
SEMİH YENİ BİR ‘ALPER’ Mİ?
Epeydir romantik filmlerde var olan ama Çağan Irmak’ın 2008 yılında çektiği, büyük başarı kazanan "Issız Adam"la bu tür filmlerin karakterlerinde iyice belirginleşen bir özellik ortaya çıktı: Bencillik… Irmak’ın Alper karakteriyle Açıktan’ın Semih karakteri arasında gözle görülür paralellikler mevcut: Öncelikle ikisi de sabit bir ilişki yaşamayan ve bundan da son derece memnun, bencil, belli ölçülerde sığ ama iş hayatlarında başarılı karakterler. Ve ikisi de o zamana kadar görmedikleri derecede masum ve hassas bir kadınla tanışınca mutluluk kadar endişe de yaşıyorlar. Tabii ki bu endişenin asıl kaynağı, o zamana kadarki bencil ve gösterişçi tavırlarından taviz vermek zorunda kalmalarında yatıyor.
Semih karakteri, Alper kadar içten pazarlıklı, sinsi ve şehvetperestliğini sürekli tek gecelik ilişkilerle yatıştırmaya çalışan biri değil ama ikisinde de bir umursamama, ucuz bir romantik hava ve kendini beğenmişlik mevcut… Üstelik ikisi de genel tabirle ‘beyaz Türk’ olarak adlandırabileceğimiz bir sosyal ve ekonomik sınıfa aitler.
Çağan Irmak, senaryosunun sıradanlığını çok keskin çizgilerle ayrılan karakterler ve sağlam, doğal diyaloglarla kırarken, "Kal" filminde ikisi de yok! Kuşkusuz Açıktan’ın da ana karakterlerinde hikâyeye renk katan belli bir derinlik var ve diyaloglar tabii ki romantik televizyon dizlerindeki gibi replik kokmuyor ama yine de filmde benzerlerinden çok öne çıkan bir yön görmüyoruz. Hem ana protagonistlerin davranışlarında hem de olayların akışında bir ‘Acaba bunu daha önce nerede görmüştük?’ hissiyatına kapılıyoruz.
GEÇİŞLERLE BAĞLANMAK…
Hikâye ve yönetmenlik açısından temiz ama beklendik bir şekilde akan filmde dikkatimizi çeken şey ister istemez ‘geçişler’ oluyor. Değindiğimiz gibi filmde paralel bir şekilde akan iki hikâye bulunuyor. Biri Semih ile Defne’nin geçmiş hayatı (ki bunun içinde onunla tanışma süreci de var), diğeri ise Semih’in şimdiki yalnız hayatı… Burada ise belli bir beceri ve kamera kullanımı açısından ‘kıvraklık’ söz konusu çünkü yönetmen geçmiş hayat bölümlerini hantal bir şekilde ‘bloklar’ halinde önümüze koymak yerine kapıyı açma, bir resme bakakalma veya yatağa uzanma gibi sıradan eylemlerle iki hikâye arasında başarılı bir geçirgenlik ve dinamizm yaratıyor. Burada zaman farklılıklarının altını çizmek için Semih’in saç rengi değişiyor ama bu hikâyeyi 1998 yıllı "Sliding Doors"(Rastlantının Böylesi) ya da ondan esinlenen "Bir Aşk, İki Hayat" (2019) filmlerinde işlenen ‘Ya böyle olsaydı?’ havasına sokmak için kullanılmıyor.
Hikâyenin bir başka ilginç olabilecek ama sonuna kadar gidilmemiş noktası iki ana karakterin işlerindeki farklılık oluyor: Semih de, Defne de belli bir gelir düzeyine sahip işlerde çalışıyorlar ama Defne daha çok amiyane tabirle bir ‘masa başı’ işine sahipken Semih’in ara sıra eskizler ve çizimler yapmak gibi çok daha yaratıcı ve sanatçı bir mesleği var. Aslında filmde de belirtildiği gibi Defne’nin yönetici pozisyonu belki ona daha çok maddi kazanç sağlıyor ama bir şey üretme, yaratma görevini sevgilisi üstleniyor. Ancak bu önemli farklılık filmde yeteri kadar işlenmiyor, karakterlerin psikolojik dünyalarına pek giremiyoruz. Sadece kısaca Defne’nin Semih’le tanışmadan önce içten içe çok mutlu olmadığını, Semih’in ise Defne’nin ayrılışıyla sanatçı yanının köreldiğini görüyoruz.
YAN KARAKTERLER ÖNE ÇIKIYOR!
Daha önce birçok dizide de başrolleri paylaşmış olan Burak Deniz ve Dilan Çiçek Deniz ikilisi görevlerini layığıyla yapıyorlar ama çok özel bir oyunculuktan bahsedemeyiz herhalde! Hatta özellikle Semih’in ‘dağılmış’ olduğu sahnelerde bazen ucuz bir duygusallık tadı bile aldığımızı söyleyebiliriz. Yan performanslarda başka bir deyişle Semih’in hayatındaki diğer kadın rollerinde ise Berrak Tüzünataç, Şükran Ovalı ve Ceyda Düvenci çok hoş performanslar sergiliyorlar. Hem hikâyeye bir zenginlik katıyorlar hem de adeta bir ‘kadın mıknatısı’ gibi görünen bir erkeğin aslında ne derece büyük açmazlara ve duygusal dalgalanmalara teslim olabileceğini gösteriyorlar.
Sonuç olarak "Kal", rahat bir şekilde akan, başarılı bir kurguya, ortalama üstü oyunculuklara sahip ve belli bir seyir keyfi veren bir film. Ama yönetmenin geçmiş kariyerinde özellikle "Annemin Yarası"(2016) veya "Aile Arasında"(2017) gibi filmlerine bakınca da ‘Açıktan biraz yerinde saymış!’, daha doğrusu geride ‘Kalmış!’ demekten kendimizi alamıyoruz.