Çok somut bir tespitle başlamak gerek. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana böyle bir küresel kriz yaşanmamıştı. Bu marketteki makarna yağmasından, küresel jeopolitiğe kadar uzanan, biyopolitikadan hegemonik el değiştirme tartışmalarına kadar en mikrodan en makro düzeye bütün küreyi saran bir kriz. Dolayısıyla, koronavirüs salgını sağlığın olduğu kadar, toplumun, siyasetin, ekonominin ve tabii ki küresel siyasetin konusudur ve küresel siyasetteki dönüşümleri, eğilimleri belirginleştirecek ve bazı eğilimleri tetikleyebilecek bir dönemeci temsil ediyor.
Koronavirüs salgını büyük bir küresel krizi tetikledi ve bu süreç dayanışmacı, evrensel, kozmopolit bir anlayışa, devlet üstü ve devlet dışı aktör ve kurumları öne çıkaran bir siyasete evrilmek yerine, devletlere yeni güvenlik ve sosyal fonksiyonlar yükleyen, kapanmacı ve kendi kendine yeterli birimler olmaya doğru gitmelerine yol açacak bir sürece yöneltmeye başladı.
Bu yazıda koronavirüs salgınının küresel siyasette ne tür gerilimleri getirdiğini, kabaca 1990’ların başında başlayan siyaseten liberal, iktisaden neoliberal, ideolojik ve kültürel olarak göreceliliğe vurgu yapan bazı ABD’li yazarların sallandığını söyledikleri “liberal uluslararası düzen’in sonlarına geldiğimizi ve koronavirüs salgınının bu süreci hızlandırdığını tartışacağım.
HEGEMONİK ÇEKİŞME ARACI OLARAK VİRÜS
Çin’de virüse bağlı yeni bir salgının çıktığına dair haberler Aralık 2019’da yayılmaya başladığında ABD son derece küstahça bir tavır aldı. İnanılmaz bir şekilde, bu sorunu yalnızca Çin’e özgü bir sorun olarak görmeyi tercih ederken 31 Ocak’a kadar her gün Çin’den ABD’ye onlarca uçak seferi devam ediyordu. Böyle bir salgının kendisine ulaşması yüksek olasılık iken ve bunun önemlerini almak varken, Çin’in yapması muhtemel hatalara odaklandı. Trump ısrarla “Çin virüsü”, Pompeo “Wuhan” virüsü derken, ABD medyası Çin’in kapatma teknikleri üzerine yoğunlaştı. Bu ortamda ABD’nin göndermek istediği uzman ekibe de Çin yönetimi izin vermedi.
Dünya Sağlık Örgütü 11 Mart gibi geç bir tarihte coronavirüs salgınını bir pandemik, yani küresel ölçekte bir salgın olarak ilan ederken, aynı gün Çin lideri Şi, Wuhan’ı ziyaret edip, salgına karşı zaferini ilan ediyordu. Bundan sonra Çin, bir tür karşı hücuma geçti. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü virüsü, Wuhan’da Ekim 2019’da yapılan Dünya Askeri Oyunlarına katılan Amerikan askerlerinin getirdiğini iddia ederken, Çin medyası ve sosyal medyası bu iddiayı yaymaya devam ettiler. Yine Rusya’da devlet denetimindeki medya virüsün bir biyolojik silah olarak ABD’de üretildiğini iddia ederken, İran daha açık bir şekilde ABD ve İsrail’i virüsün arkasında olmakla suçladı. Tersine ABD’de de bazı gruplar koronavirüsü Çin’in Wuhan’daki Viroloji Enstitüsü'nde biyolojik silah olarak üretmeye çalışırken kazara salgına yol açtığını iddia ettiler. Şu anda elde bir kanıtı olmadan bu karşılıklı suçlamaların bir anlamı yok. Böyle bir salgını başlatmanın kanıtı da bulunamaz. Zaten durumun vahameti arttıkça, virüsü kimin çıkardığından çok kimin çare bulacağı konusu önem kazanmaya başladı.
HEGEMONİK BOCALAMA MI, TERCİH Mİ?
ABD koronavirüs salgını karşısında genelde dağınık, hazırlıksız ve beceriksiz bir görüntü verdi. Oysa, hegemonik bir güç olarak küresel ölçekte örgütlenmiş bir istihbarat, güvenlik, iletişim sistemine sahip ve kapitalistleşme düzeyiyle bağlantılı bir organizasyon kapasitesine erişmiş olan bir ülkenin yaklaşan ve kaçınılmaz olan yayılmaya hazırlıklı olması beklenirdi. Bunun nedenleri tartışılacak. ABD’deki özel sağlık sistemi, kapitalizmin, neoliberalizmin insanı değil kârı kollayan doğası, Trump yönetiminin hastalığı küçümser, önemsemez, çelişkili tavırları öne sürülen gerekçeler. Şu an ABD medyası doktorların nasıl tıbbi malzeme yetersizliği içinde olduğu haberleriyle dolu. Hatta bir doktor doğrudan Trump’ın eleştiren bir görüntü çekip sosyal medyada yayınladı. ABD’den beklenen kriz anında liderlik yapması, küresel bir mücadeleyi örgütlemesiydi. Saddam’ın Kuveyt'i işgali sonrası, 11 Eylül’de dünyayı arkasına takan, hatta kendisinde çıkan 2008 krizinde finansal araçlarını etkili bir şekilde kullanan, IŞİD’a karşı koalisyonu kuran ABD, virüs karşısında küresel liderlik etme fırsatı önüne gelmişken bundan kaçındı. Oysa, Batı Afrika’da 2014’te Ebola salgını baş gösterdiğinde Obama yönetimi anında müdahale etmiş, bunun için 110 milyon doları insani yardım olmak üzere 350 milyon dolarlık bir bütçe hazırlamış, teknik, malzeme ve personel desteğinde bulunmuş, BM Güvenlik Konseyi'ni özel bir oturuma çağırmış ve dünyayı bu sorunla yerinde mücadele için uluslararası bir koalisyon oluşturmuştu. ABD’nin Ebola krizine verdiği anında ve etkili karşılık çok daha geniş boyutlu ve kapsamlıdır ve bunların hepsini burada sıralamaya şimdilik gerek yok. Yalnız, henüz ABD’de herhangi bir vaka olmadan yapılan bu girişimlerin hiçbirinin koronavirüs salgınında yapılmamış olması ve Çin ile ağız dalaşına girilmekle yetinilmesi ilginçtir. ABD’nin içinde bir dağınıklık olduğu ortada ama genel olarak dünyaya yayılacağı belli olan bir salgın karşısında bu ölçüde bir hazırlıksızlık durumu, her konu için simülasyon yapan, olasılık hesapları geliştiren bir ABD sisteminin daha çok bilinçli bir tercihi gibi görünüyor. Öyle anlaşılıyor ki, Trump yönetimi korona salgınını daha içe kapanmacı, ekonomik küreselleşmeyi geriletecek bir eşik, yeni bir kırılma noktası olarak gördü. Daha salgın yeni Çin’i vurmuşken ticaret bakanının, Trump’ın uzun süredir dillendirdiği ABD’li şirketlerin geri dönüşü politikasına atıfla, istihdamın ABD’ye geri döneceğini söylemesi, bu yaklaşımın ipucunu veriyordu. Küresel ekonomi açısından çok kritik olan tedarik zincirlerinin kırılması, bu süreç uzadıkça daha önemli hale gelecek ve küresel ekonomik düzendeki kapanmacı dalgayı güçlendirecek.
KİM DAHA İYİ YARIŞI
Salgınla mücadele anlaşılır bir şekilde her ülkenin/iktidarın bir başarı hikayesi yazma çabasına, bir uluslararası yarışa dönmeye başladı. Çin’i başarılı bulunan kesimler, hem Türkiye hem de uluslararası alanda bir karşılaştırmaya giderek, buradan bir hegemonik dönüşümün izlerini takip ettiler. Ama buradan erken bir rejim, model, küresel liderlikte dönüşüm beklentisi çıkarmak gerçekçi değil. Çin kapalı bir sistem ve hastalık ortaya çıktıktan sonra bunu uzun süre görmezden geldiğini, uyaran doktorları hizaya çektiğini biliyoruz. Ayrıca hangi sorunlarla ve yetersizliklerle karşılaştığı tam olarak bilinmiyor. Salgınla mücadelede artık iki modelin öne çıktığı görülüyor. Biri Çin’in sıkı bir şekilde uyguladığı, İtalya’nın ise çok geç kaldığı ve etkili bir şekilde uygulayamadığı tam kapanma yöntemi. Diğeri ise, G. Kore, Singapur ve Tavyan’ın uyguladıkları son derece şeffaf, hazırlıklı, yoğun test yapmaya ve bütün ülkeyi ya da bölgeyi değil pozitif çıkanları hemen izole etmeye dayalı yöntem. Bu yöntemle hem salgın kontrol altına alınabildi, hem de erken teşhisler ölüm oranlarının düşük tutulmasını sağladı. O yüzden buradan bir üstünlük yarışına girmenin çok bir anlamı yok.
KÜRESEL SORUNA ULUSAL CEVAP
1990’lardan beri küreselleşmeci tezler dünyadaki sorunların artık geleneksel güvenlik sorunlarının ötesinde, devletten devlete nitelik taşımayan göç, terörizm, çevre, iklim, salgınlar gibi sorunlara dönüştüğünü, devletlerin bunlarla tek başına mücadele etmesinin mümkün olmadığını ve kaçınılmaz olarak işbirliği süreçlerini artıracağını savundular. Ama süreç öyle gelişmedi. ABD iklim anlaşmasından çekildi, ABD ve diğer ülkelerdeki iktidarlar terörizmle mücadeleyi kendi siyasal amaçları için araçsallaştırdılar, göç krizi milliyetçiliği, yabancı düşmanlığını yükseltti ve sınırları güçlendirdi.
Koronavirüs salgınında ağır basan, bırakın devletler üstü mekanizmaların devreye girdiği küresel eksenli bir mücadeleyi, devletler arası işbirliğinin bile sınırlı kaldığı, rekabet ve çekişmenin öne çıktığı bir ortam oluştu. Yukarıda değindim gibi, önce ABD ve Çin arasında başlayan tartışma, karşılıklı suçlama ve rekabet, ABD’nin hiç danışmadan ve haber vermeden İngiltere hariç Avrupa’dan gelen uçuşları durdurmasıyla devam etti. ABD, İran’ın salgınla mücadelede yetersizliğini göstermek için uydu görüntüsüyle çektiği toplu mezar görüntülerini yayınlarken, AB, Rusya’yı salgınla mücadelede Batılı ülkeleri zayıf göstermeye dönük yanlış haber yaymakla suçladı. İtalya AB’yi kendisine destek olmamakla suçlarken, dünyadaki tek ulusüstü örgütlenmeye sahip AB içinde ortak bir mücadele şekli belirlenmedi, her ülke kendi imkanlarıyla salgınla mücadele etmeye çalıştı, başta Almanya ülke geçişlerini kapatmak zorunda kaldılar. Salgın sırasında Japonya Çin’e, Çin ise salgını kontrol altına aldıktan sonra İtalya ve Sırbistan’a, Küba ve Rusya İtalya’ya sağlık personeli ve malzemesi yardımında bulundular. Bunlar genellikle imaj çalışması olarak sınırlı örnekler olarak kaldılar. Küreselleşme mantığı bu tür tekil devletten devlete yardımı değil, küresel sorunlara küresel cevaplar bulunacağını öngörüyordu. Böyle bir küresel sorunda örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nün yetkileri artmalı, uluslararası ve ulusal sivil toplum kuruluşları devreye girmeli, devletler hem salgının kendisiyle mücadele etme, hem de bir ilaç ya da aşı geliştirme konusunda, hızla bir laboratuvarı bu konudaki uzmanların katılımıyla oluşan uluslararası/ulusüstü bir çalışmaya tahsis edebilirdi. Bunların hiçbiri yaşanmadı. Bunun yerine muhtemelen Batı’da aşı ya da ilacı bulmaya çalışan şirketler kârlarını düşündüler, Çin gibi ülkeler ise böyle bir gelişmeyi küresel liderlik iddiası için bir kaldıraç olarak gördüler. Bırakalım devletler üstü işbirliğini, şu ortamda bile Küba ve İran’a yönelik yaptırımların kaldırılması konusunda dünyada küresel bir etkili baskı oluşturulamadı.
Sonuçta bu küresel salgın devletlerin ya bu süreci kendi iktidarlarına zarar vermeden atlatmak ya da kendi modellerinin başarısını dünyaya göstermek için çabaladığı, sermayenin ise yeni fırsatlar edinmek ve hasarı azaltmak için uğraştığı bir krize dönüştü. Mücadelede en etkili yol yine imkanı olan insanların teması azaltmasına bağlı oldu.