Ressam İhsan Oturmak'ın 'Açık Stratejiler Dizisi' sergisi, Öktem - Aykut sanat galerisinde. Türkiye'de 'Hem suçlu, hem güçlü' olmayı yansıtan 'ikircikli' imgeleriyle Oturmak, sergisinde sürekli olarak iktidardan şikayet ettiği halde, 'asıl iktidar' saydığı mevcut topluma yönelik, ibretlik bir ayna tutuyor.
Ressam İhsan Oturmak, İstanbul Şişhane Aybastı Sokak'ta yer alan Öktem - Aykut Sanat Galerisi'nde 'Açık Stratejiler Dizisi'ni teşkil eden bir dizi figür, nesne ve manzarayı buluşturdu.
Yerleştirme, video düzenleme ve resimlerin iki katlı galeriye sanki 'kaderine razı' bir vakur sessizlik içinde ağırbaşlılıkla sindiği, 23 Mart'a değin yer alacak sergi, bir 'kaza eseri' olarak Türkiye'nin alenî 'çarpıklıkları'nı, sanatçının kendine has plastik 'jargonu'yla görünür kılmış.
Oturmak çarpıklığı, ülkenin kamusal aygıtları ve lümpen burjuvazinin 'nesne'leştiği, cilâ ve jantından göz yakan gizemli kara lüks taşıtlarıyla sembolleştirmekle yetinmemiş. Sanatçı, uçuş korkusu yaşadığı için sıkça rastladığı otoyollarda 'psikolojik mesafesini koruduğu' fil tehlikesindeki iri nakliye kamyonlarını da, aynı derdin mustaribi kılmış.
Hatta galeri, 'olay mahalli'ni tipsiz apartmanlardan faydasız bir merakla sırf izlemekten başka bir şey yapmayan bireylerin, birbirlerine üst araması yapan veya 'silahçılık oynayan' kolluk güçleriyle randevulaştığı bir kamusal psiko-terapi yeri olmuş. Oturmak'ın da sorusu, resimlerindeki soruyla aynı ve absürt: "Abi geçmiş olsun, n'olmuş burda bi desene?"
Kuşku, paranoya ve emniyetsizlik hali, galeriye girişte bir duvara dizili kül grisi minyatür sivilin sizi tüm tedirginliğiyle bir duvar önünde ne yapacağını bilemeden kerhen karşıladığı Oturmak sergisinin ürettiği sosyal iklimde başı çekiyor. Oturmak, sergisinde sürekli olarak iktidardan şikayet ettiği halde, 'asıl iktidar' olarak mevcut topluma ibretlik bir ayna tutuyor.
Sergisi üzerine söyleştiğim ressam, Türkiye'de artık bir biçimde ceza verilmeden bile, bir karakola çağrıldıysak dahi o suçun faili olarak görüldüğünüzü vurguluyor. Sanatçı, eski kanunlarda bunun tam tersinin yer aldığına, yani masuniyet / suçsuzluk karinesine değiniyor ve yine, kendine has ironik tavrıyla onunla yaptığımız bu konuşmada bile 'ifadesinin alındığını' çaresizce olumluyor. (*)
Keza, 'Biz bizi biliriz, abi sen merak etme,' türünden, hani Fransız felsefeci Jean Baudrillard'ın vaktiyle dediği, 'ahmakların çıkar ortaklığı', bu bıyıklı, ataerkil çalışmaların da altından, size tüm kibriyle sırıtıyor. Kimin kiminle dalgasını geçtiğinin birbirine bulandığı sergide, bu sebepten olacak ki, eserler adeta 'duble yol' etkisiyle izleyicide, ressamın da bilinçli tercihiyle, sonsuz bir ayna etkisi yaratıyor.
'Kafa kafaya' verse bile art arda 'toslayan' bu sivil veya resmî araçlar veya henüz tamamlamadıkları, ancak uydu anteninden de geri kalmamış kiremit-beton kırması çatılarının tepesine çıkan 'bölge halkı'nın, her şeye rağmen kendi kamusal alanlarını oluşturmayı gayet iyi biliyor oluşları, hep bu serginin 'tespit tutanağı'nda okunabiliyor.
Adalet ve atalet, zafiyet ve izafiyet, resmiyet ve gayriresmiyet ya da samimiyet ile gayrisamimiyet, serginin ürettiği metafiziksel aynalı çarşının sadece ve sadece birkaç parçası. Hatta, sevgili Orhan Pamuk'un kulakları çınlasın, sergi Çukurcuma'daki Masumiyet Müzesi'yle aşık atarcasına, bir nevî 'Masuniyet / Mağduriyet Müzesi' etkisi bile üretiyor, diyelim.
Ressam İhsan Oturmak'ın bakışında, 'öteki'nin 'deli cesareti' var. Öyle ki, günümüzde gayriresmî olanı aslında tercih etmediğimizi, hatta ve hatta, oto-sansürün bu esnada bize bile bir şekilde iyi geldiğini iddia ediyor. Sanatçı, böylece bunu 'resmî olarak gösterebildiğimizi', meşrulaştırdığımızı savunuyor.
Örneğin, sergide polis kostümleri ile 'silahlı çatışma' oyunu oynayan bir grup çocuğu resmettiği panoramik ve ironik eserine yönelik olarak konuştuğumuz ressam Oturmak, bir polis kıyafetinin bedeni büyük olunca, kişinin bunu kullanıyor oluşunun, 'gayriresmî' olduğunu vurguluyor. İhsan Oturmak, bu aynı kostüm bir çocuk bedeninde yer alınca, bunun 'yasal' bir şeye dönüştüğünü ve sanatçının da kimi zaman işte böylesi küçük kaçamaklar bulup, bir biçimde aslında yasa dışı durumlara da gönderme yapabildiğini, şöyle açıklıyor:
"Aslında 'iki taraftan' da bakınca değerlendirdiğin zaman, sana çok dar bir alan kalıyor. O dar alanı değerlendirebilmek, seni zorlaştırıyor ve bir biçimde, ben o yolları biraz daha çok tercih ediyorum. Bir yerde, bedenini korumak istiyorsun ama bir yandan da söylemek istiyorsun."
Sanatçının resminin öyle bir dili var ki, bazen o resimlere bakıp, telaffuz etmeye kalktığınızda bile bir suç işlemiş olduğunuz hissine kapılabiliyorsunuz. Bu vesile ile, yapıtlarında 'saçma', ancak teatral bir üslûp yaratmayı başaran sanatçı, sergideki resmî hurda ve üniformalardan bahsederken, yardıma ihtiyaç duyduğumuz anlarda yanımızda olması gerekenlerin dahi, kendilerinin, yardıma ihtiyaçları olabildiğini aktardığını belirtiyor.
Günlük hayatta da bir kişi veya kurumu çok güçlü sayabildiğimizi, ancak onu ortadan kaldırdığımızda, bu absürtlük karşısında boşluğa düşüp, ne yapacağımızı da şaşırdığımızı söylüyor Oturmak. Toplumda bugün gücü temsil edecek şeyin aslında resmiyet olduğunu, ancak onun dahi, kişi yardıma ihtiyaç duyduğu vakit güçsüz olduğunu görmenin, insanı boşluğa düşürdüğünü, sırtını dayayabileceği bir duvarın kalmadığını vurguluyor.
Ne yapacağını bilememe, içinde yaşadığı durumu anlamlandıramama halinin, sergisine sinen önemli meselelerden biri olduğuna değinen ressam, günümüzde en basitinden, bir suç işlendiği an artık suçlunun bile kim olduğuna karar ve anlam verilemediğine işaret ediyor.
Serginin ilettiği ve tartıştığı, ressamın da işittiğinde onayladığı bu 'Hem suçlu, hem güçlü,' psiko-patolojisini araştıran bir diğer çalışma, ilginç bir zamanlama ile Heretik Yayınları imzası ile, Levent Ünsaldı tarafından da hazırlanmış. Ünsaldı iki ay önce raflara giren ve son günlerin 'çok okunanlar' listesinde başa güreşen bu mütevazı kitapta, "Türkiye'de etkileşimlerin ekolojisi üzerine bir deneme" ortaya koymuş bulunuyor. Bu kitabın niçin sergiye kavramsal bir yakınlık içerdiğini, kitapta sürekli olarak referans alınan akademisyen Erving Goffman'ın şu ifadeleri delillendirebilir sanırız:
"Sıradan bir duruma ilgi gösterdiğimizde, 'Burada ne oluyor?' sorusunu kendimize sorduğumuzu varsayıyorum. Sorunun karışıklık veya kuşku anlarında açıkça; durum, kesinliklerimizi tehdit etmediğinde ise örtük olarak formüle ediliyor oluşu, bir şeyi değiştirmez, bu soru sorulur ve sadece ve sadece, yapmamız gereken şeyi yapma şeklimizde cevap bulur." (s.27)
Sözü son kez, ressam Oturmak'a bırakmak, en iyisi:
"Toplumun kendisi bir yerde, yandan bir iktidar oluşturuyor. Ama bir yandan da, kendi oluşturduğu iktidarın izleyicisi durumuna düşüyor. Artık ben kimin zayıf,kimin iktidarda olduğunu düşünecek durumda değilim. Çünkü bir noktadan sonra bana hepsi aynı geliyor."
(16.32)
(*) Suç kesinleşmediği sürece kimsenin hükümlü sıfatıyla değerlendirilemeyeceğini ifade eden, temel hukuk doktrini.