Can alıcı bir soru: “Kendini silmek, silebilmek, bugünün o kadar ‘benbenci’ ortamına hiç mi ışık getirmez?”
Yağmur altında sokakta şemsiyesiz yürürken, esen rüzgârla iliklere dek üşünen an, karşıda ışığı yanan bir pencere görmek. Bir Gölge Gibi Silineceksin bu âna benziyor. Sokaktan evin içine meraklı bir bakış, sığınma isteği… Pencereden görünen devasa bir kitaplık… Edebiyata sığınan ortalarda yok. Belki de o kitapların satırları arasına karıştı, edebiyatla sildi kendini. Ben de edebiyata sığınan olayım deyip içeri girmeye karar vermek…
Selim İleri’nin Bir Gölge Gibi Silineceksin’i edebiyata sığınışın kitabı. Edebiyatın en büyüklerini, başyapıtlarını, inceliklerini, insanın acısını çırılçıplak ortaya koyan yazarları Selim İleri’nin notlarıyla okuyoruz. Sayfaları çevirdikçe, bahsi geçen kitapların, yazarların günümüz toplumunu, bugünün insanını ne kadar ilgilendirdiği sorusuyla yüzleştiriyor Selim İleri okurunu. Dahası aklımıza öyle bir şüphe yerleştiriyor ki: Bu anımsayış denizinde, Selim İleri kendine de mi söylüyor “bir gölge gibi silineceksin,” cümlesini!
Ve evet, “basmakalıp olmayana yaşam hakkı tanımayan” ortama karşı yazarın hem yazdıklarıyla hem okuduklarıyla edebiyatın ortasına yerleşmesi, bir kendini silme denemesine dönüşüyor. Peyami Safa’nın Hey Kahpe Dünya’sındaki Haldun’u bireyin kıstırılmışlığı üzerinden yorumlarken “İki çıkış yolu var: Ya bozuk düzene ayak uyduracaksın ya da bozuk düzen dışında kalacak, bir tür ‘suçlu’ olup çıkacaksınız,” diyor Selim İleri. Kendisi de bir edebiyat suçlusu oluyor.
İleri’nin çiziktirmeleri ve anımsayış şöleni boyunca okurun önünde gerçekler ve sorular birikiyor. Kitaptaki en eski çiziktirme otuz-otuz beş yıl önceye dek uzanıyor. Anılar ise İleri’nin ilkokuldaki öğretmeninin evinde yan yana duran kitapları hatırlayışına, dedesinin kitapçısında raftaki Handan’ı hecelemesine dek uzanıyor. Ama Selim İleri en çok, edebiyat yoluna çıkışında ve sonrasında ona eşlik eden, hayatı olmuş yazarlarla anıları ön plana çıkarıyor. Attilâ İlhan’dan Gülriz Sururi’ye kendini teslim ettiği yazar ve sanatçılarla paylaştıklarından söz açıyor. Ve boşuna anmıyor Tarkovski’nin şu cümlesini: “Anılarını kaybetmiş bir insan, kendisi de hayalî bir varlığa dönüşmüştür.”
Bir Gölge Gibi Silineceksin’deki çiziktirmelerin birçoğu farklı okuma önerileri olarak da alımlanabilir. Kürk Mantolu Madonna’da, ilk seviştikleri gece Maria Puder’in Râif’e sabahleyin söyledikleri keşke Sabahattin Ali’nin “Melankoli” şiiriyle yan yana, iç içe okunsa, diyor Selim İleri. Halide Edib’in Handan ve Kalp Ağrısı’ndan sonra romanlarında aşka geri dönmediğinin; aşkın, tutkunun, cinselliğin bir donukluğa teslim edildiğinin altını çiziyor. Bir de bu ipucunun peşinde okumalı tekrar Halide Edib romanlarını. Peyami Safa ve Server Bedi’yi birbirinden ayırmıyor: “Server Bedi imzalı, geçmişte kaldığı sanılmış öyle romanlar söz konusu ki, her biri Peyami Safa romanlarıyla yarışabilir. Örnek vermek isterim: Cumbadan Rumbaya nefis, eğlenceli, sıcacık bir Doğu/ Batı tahlilidir; bu açıdan hüzünlü, ağırbaşlı Fâtih-Harbiye’yle yan yana okunabilir.” Abdülhak Şinasi Hisar’ı, Proust taklitçisi görenlerin kaçırdığı, anlamadığı noktayı tespit ediyor: “Yazıda çizide, duyuşta düşünüşte, sonuna kadar çocuk kalmak, çocuk arınmışlığı içinde var olabilmek: İşte Abdülhak Şinasi Hisar’ın edebiyatımıza armağanı!”
Peki sadece edebiyat mı Bir Gölge Gibi Silineceksin’in meselesi? Selim İleri’nin yazarlık yaşamı boyunca edebiyatı; resim, sinema ve tiyatroyla bir araya getirdiğini düşünürsek sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkacak.
Selim İleri, bahsini açtığı her yazara, sanatçıya dair ezberimizden farklı bir altmetni, fark edilmemiş bir yanı ya da küçümsenmişliğin içinde harcanmış büyük duyguları keşfetmeye çağırıyor. Ve yine bunu Selim İlerice yapıyor: “Çiziktirmeleri okuyan tek bir kişi Oktay Akbal okusa benim için yetip artar.”
Kitabın son çiziktirmesinin çıldıran/çıldırtılan Gogol üzerine olması ise tabii ki bir tesadüf değil. İleri, yaşlandıkça Ölü Canlar’ın anlatıcısının yakasına yapıştığını itiraf ediyor ve kendine burada bir karşılık buluyor. Bize ise can alıcı bir soru bırakıyor: “Kendini silmek, silebilmek, bugünün o kadar ‘benbenci’ ortamına hiç mi ışık getirmez?”