Gerçekten bağımsız film yapmak, sadece, ortaya çıkan filmin
genel ve hakim filmlerden, yani standarttan biraz farklı bir yol ya
da dil kullanması değildir. İlk örgütlenişinden, finansından,
çekiliş biçimine, çalışanlarının sadece kendi işini yapan bir figür
olmasından öte düşünsel olarak katılımına, herkesin içinde
kendisini özne olarak hissettiği bir biçimi yakaladığında,
gerçekten bağımsız bir film olarak nitelendirilebilir. Çünkü Film
endüstrisi sadece Hollywood’dan ibaret değildir ve film sadece
gösterim demek değildir. Filmin her zerresine bulaşmış özgürlük
perde de kendisini yansıtır. Bu aynı zamanda dağıtımdan gösterime
kadar mümkün oldukça hegemonyayı kırıcı bir etki yaratır. Bunun
manası herkesin uzun uzun toplantılar yaparak, nihayetinde çok
muhtemel hiçbir şey çıkarmayacakları bir karar alma süreci anlamına
gelmez . Ya da, işbölümünü tümden hiçe sayan Wajda’nın dediği gibi,
herkesin yönetmen olmak istediği bir biçim de değildir. Birbirine
geçişken, herkesin bütününden sorumluk duyduğu, her şeyi bildiği,
bir komün meselesi gibidir bu şekilde filmi yapmak. Neredeyse
hiyerarşiden sıyrılmış bir işbölümüdür. Herkesin kendine düşeni
tamamıyla yapıp başka eksikleri giderme heyecanını yaratmadır.
Klasik film yapımı, hiyerarşi olmadan gerçekleşemez. Görevler
arası hiyerarşi, her işin kendi içindeki hiyerarşisi ile ve mutlaka
ödenen ücretin motivasyonu ile işleyen bir makine çarkı vardır. Her
tarafında insan görünse de insansızdır aslında. Garip ve tapınılası
bir biçimde her şey yönetmene göre ayarlandığı teorik olarak kabul
edilir. Fakat gerçekte klasik bir iş hiyerarşisinin dişlileri
arasında çark işleyişi gibidir. Yukarıdan çevrilmek istenen her
çark aşağının gizli kapaklı direnişine takılır. Çarklar döner ama
ne pahasına... Neredeyse her profesyonel set, profesyonel
çekişmelere ve kavgalara sahne olur. Çekimlerin olağanüstü uzun
çalışma saatleri, bir kaç baş oyuncu dışında genellikle yetersiz
koşullar da bunun üstüne eklenince, film, iş uzatmaya girmiş futbol
maçına döner. Herkes sinirlenir ve daha çok faul yapılır. En büyük
bütçeli yapımlar da bile, zaman gerginliği her daim yaşanır.
Sanıldığının aksine bütçenin büyük olması bu gerilimi azaltmaz
çünkü büyük bütçeli filmin zaman kaybından kaybı da büyük olur.
Yukarıda söylediklerim kolektif bir film yapımında her şey daha
kolay olacak manasına gelmez. Bu sistemin içinden gelmiş
profesyonel çalışanlar, bu çalışmanın en önemli dinamiği ücreti de
almadıklarından, gönüllü olduklarından onları harekete geçirmek hiç
de kolay değil. Tam manasıyla bir eylem örgütlemek gibidir bu iş.
Film bu durumda tehlikeli bir yürüyüş örgütlemekten, bir toprak
işgalinden ya da bir fabrika grevinden daha kolay değildir ki bu
saydıklarımdan bir sürüsünde katılanların doğrudan kazançları da
vardır ama gönüllü bir film yapımında, özellikle mutfakta
çalışanların, kendi istekleri dışında genellikle hiçbir şeyleri
yoktur. Bu yüzden uzun ve güç bir çalışmayı örgütlemek daha zordur.
Yine yukarıda söylediğim gibi büyük bütçeli filmde kayıp büyüktür
ama çok kısıtlı bütçeli bir filmde ki küçük kayıplar da onarılması
çok güçtür. Bu yüzden bağımsız film yönetmeninin, yönettiği şey
sadece film sahneleri değil, bütün çekim aşamasının her
zerresidir.
5 kadın filmini çekerken yanıma gelip sesçinin artık
çalışmayacağını, gideceğini söylediler. Bir stüdyoda çekim
yapıyorduk. Günlük 500 dolar ödüyorduk ve yeni sesçinin gelmesi
demek en az bir gün demekti. Bu kamera ve ışık kiraları için de
aynı şeydi. Bir gün uzaması demek bize an az 2000 dolara mal
olurdu. Ayrıca çok iyi ve çok ünlü oyuncularımız vardı ve hepsi
gönüllü olarak filmdeydiler. Hepsinin ayrı programları vardı ve
hepsini bir araya getirmek için göbeğimiz çatlıyordu. Bütün ekip
içinde sadece sesçi ücretli ve diğer bütün ekip gönüllü
çalışıyordu. Sesçi eşyalarını toplamaya başladı. Yanına gidip ne
olduğunu sordum. Yönetmen yardımcılığı yapan bir arkadaşla
tartışmıştı ve bana ‘Ben burada parayla çalışıyorum diye herkes
beni aşağılıyor.’ dedi...