Uzun 20. yüzyıl tarihi boyunca Rusya, Batı medeniyetinin en büyük alternatifi olarak kendini inşa etti. Kendi devasa topraklarında (eğrisiyle doğrusuyla) yaşattığı sosyalizm deneyimi başlı başına Batı kapitalizmini dizginleyen bir faktördü.
Üstelik yine bütün bir 20.yüzyıl boyunca Rusya sadece kapitalizme yönelik gerçek, inandırıcı ve uygulanabilir bir alternatif iktisadi sistem sunmakla kalmadı, aynı zamanda bu alternatifi devletler sistemi içerisinde Batı’ya karşı güçlü bir odak oluşturarak da korudu. O alternatifin küresel kurumlarını oluşturdu. Bu kurumlar Batı dünyasının kurumlarını dengeledi.
Soğuk Savaş dönemini karakterize eden iki kutuplu dünya hem askeri güç, hem siyasal ideolojiler hem de iktisadi sistem anlamında iki kutupluydu. Batı rakipsiz değildi ve rakipsiz olmadığı için de kendini çekici bir alternatif haline getirmesi gerekiyordu. Uzun 20. yüzyıl boyunca sosyalizmin işçi sınıfının evrenselliği söylemine paralel olarak insan hakları, sosyalist bölüşüm ilişkilerine paralel olarak da sosyal devlet gelişecekti.
Uzun insanlık tarihinde çok kısa sayılabilecek bir çeyrek asır önce bu dünya bitti.
Bu dünyanın bitmesi dizginsiz bir kapitalist kalkınma anlamına geliyordu. Sosyalizmden kapitalist iktisadi ilişkilere geçiş Kazakistan’dan Macaristan’a dünyanın çok büyük bir coğrafyasında inanılmaz bir talan ekonomisinin inşa edilmesine neden oldu. Aklımızın alamayacağı kadar az insan aklımızın alamayacağı kadar kısa zamanda dünyanın en zenginleri arasına girdi. Ve kendilerine iktisadi ayrıcalıklarının asla sarsılmayacağı siyasi sistemler inşa ettiler.
Sosyalizm bundan 25 yıl önce zafer marşlarıyla uğurlandı. Uğurlamalar yapılırken siyasetten akademiye çok az insan uğurladığımızın alternatif bir bölüşüm sistemi olduğunu telaffuz etti. Uğurladığımız otoriteryan sistemlerdi. Hoşgeldin dediğimiz ise demokrasi ve liberal değerler.
Geçen 25 yılda iktisadi bölüşüm söylemi buharlaşıp uçtu. Kapitalizm bir “yok kelime” olarak bütün toplumsal ilişkileri belirlemeye devam etti. Artık bütün kötülüklerin anası bir türlü demokrasiye geçememekti. Demokrasi her şeyi kurtaracaktı. Ama kurtarmadı. Kurtaramazdı.
Soğuk Savaş’ın bitişinin üstünden bugün 25 yıl geçti. Bir çeyrek asır. Bu bir çeyrek asırda sosyal devletin kalan son kırıntıları da yendi, bitti, kül oldu gitti. Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmak isteyenler, ezilenler, altta kalanlar bu dünyada eşitliği vaat eden bir ideolojinin yokluğunda öbür dünyadaki cenneti vaat eden fundamentalist ideolojilerin peşine takıldılar. Zaten o ideolojiler Batı dünyası tarafından bütün Soğuk Savaş yılları boyunca komünizme alternatif olarak pompalanmıştı.
Soğuk Savaş’ın bitmesinden 25 yıl sonra elimizde 20. yüzyıldan kala kala içeriğinden boşalmış berbat bir Batı-karşıtlığı kaldı. 20. yüzyılda o Batı karşıtlığı Batı’nın temsil ettiği iktisadi sisteme karşı, ezilenlerin, altta kalanların eşitlik arzusunu dile getirmek anlamına geliyordu. Bugün Batı karşıtlığı kendi iktisadi/siyasi ayrıcalıklarını korumak isteyen popülist siyasal liderlerin kullanışlı bir aracı sadece.
Üstelik Batı-karşıtlığı sadece artık Batı dışı dünyada değil, Batı’da bile en geçer akçe. Trump gibi liderleri kullandıkları söylemin içerisinde barındırdığı batı-karşıtlığını anlamadan anlamak mümkün mü? İngiltere’den Amerika’ya yükselen popülizm Batı’nın öncülüğünü yaptığı değerlerin reddi mirası üzerine inşa edilmiş durumda değil mi?
Soğuk Savaş’ın bitmesinden 25 yıl sonra gelip dayandığımız nokta bu. Bir yanda 20. yüzyılın bütün değerlerini arkasında bırakmak isteyen artık kendisi dahi Batı-karşıtı bir Batı; öte yandan Batı’nın karşısında sadece Batı-karşıtı olarak ortaya çıkan ve rekabet ve “bana karışma” ısrarı dışında hiçbir evrensel/ortak değer ileri süremeyen ötekiler.
Suriye’de milyonlarca insanın yersiz yurtsuz kalmasına, yüz binlerce insanın ölmesine yol açan kavganın anahatları da bu. Hadi tekrar edeyim: bir yanda kendi yarattığı değerlerin bir tekine bile sahip çıkmayan Batı, öte yandan yer kapmaktan başka hiçbir ortak/evrensel değeri olmayan ötekiler.
Uzun 20. yüzyıl bitti. Arkasında temelinden sarsılmış, her rüzgârda sağa solan savrulan, artık hiç kimsenin sahip çıkmak istemediği birkaç kurum, birkaç norm bırakarak. Onların da ne zaman bu yıkıntının altında kalacağı belirsiz.
Bu mudur istediğimiz dünya? Bu anlamsızlığın içerisinde Batı hattında mı kalalım, ötekilerle mi uzlaşalım diye konuşup durmak mıdır yapmamız gereken?
Yok mu başka bir dünya hayaliniz?