Bir mesele olarak çocuk edebiyatı: Yazarlar anlatıyor

Bu hafta çocuk edebiyatını tüm boyutlarıyla ele alacağız. Yazar Aslı Der, Birsen Ekim Özen, Burcu Ünsal ve Mine Soysal dosyaya görüşleriyle katıldılar.

Abone ol

Birgül Sevinçli

Bu hafta çocuk edebiyatını tüm boyutlarıyla ele alacağız. Yayıncılarla başladığımız çocuk edebiyatı dosyasına yazar Aslı Der, Birsen Ekim Özen, Burcu Ünsal ve Mine Soysal ile devam ediyoruz. 

Gençlerin, çocukların kullandıkları dili, sevdikleri müzikleri, izledikleri dizi ve filmleri, oynadıkları güncel oyunları nasıl takip ediyorsunuz?

Yazar Aslı Der: Takip etmek için elimden geleni yapıyorum. Doğrusu yeni filmlere ve her türden yeni müziğe hevesle yaklaşıyorum, diziler ve elektronik oyunlarsa pek fazla ilgimi çekmiyor ama yine de takip etmeye çabalıyorum. Gençlerin ve çocukların beğenilerini, normal kabul ettiklerini, hayatı algılayış biçimlerini kalabalıkların içinde (bir kafede, parkta, katıldığım okul söyleşilerinde) konuşmalarına tanık olarak, onları gözlemleyerek yapıyordum. Ancak sosyal hayatımızı neredeyse bitiren covid-19 salgını beslendiğim bu damarları kuruttu. Şimdiyse biri 16, diğeri 11 yaşındaki iki çocuğum odağımda; onları gözlemliyor, hemen her konuda birlikte daha uzun konuşmalar yapıyor, onlardan ve dolayısıyla arkadaşlarından öğrenmeye çalışıyorum. 

Yazar Birsen Ekim Özen: Sınıf öğretmenliği yaparken bu konuda sıkıntı yaşamazdım. Zaten çocukların içinde oluyorsunuz. Yoğun tempoya dayanamayıp ayrılmaya karar verdikten sonra bu avantajdan yoksun kalacağımı düşündüm ama öyle olmadı. Hemen hemen her gün farklı bir okulda etkinlik yaptığım için yine okurlarımın arasında kaldım. Tepkilerini, espri anlayışlarını, aralarındaki ilişkileri ve hepsinden önemlisi doldurdukları mekânları saran atmosferi hissetmeye devam ettim. 

Spotify, Netflix gibi platformlar sayesinde müzik ve film alanlarındaki genel eğilimleri takip edebiliyorum. Dijital oyunlar konusunda ise oldukça cahil sayılırım. Rekabete dayalı her türlü girişim beni itiyor. Dijital oyunlar, spor karşılaşmaları bu yüzden ilgi alanım dışında kalıyor sanırım. Dikkatimi çekmeleri için toplumun içinde bir dalgalanmaya neden olmaları gerekiyor. O zaman da o oyunu oynamak yerine bıraktığı etkiyi incelemeyi tercih ediyorum. 

Yazar Burcu Ünsal: Gençlerin gündemini takip etmek yaşadığımız çağda aslında pek de zor değil. Sosyal medyanın küçük büyük herkesin hayatında böyle önemli bir yer edinmesiyle birlikte kişilerin beğenilerini izlemek nispeten kolaylaştı. Bireyin kendi beğeni ve eleştirilerini cömertçe anlattığı şu günlerde, genç “youtuber” ve “fenomenler”in çoğalması ile popüler olanı takip etmek için zengin bir kaynak var. Sosyal medyanın yanı sıra çevremdeki çocuklarla vakit geçirmek ve çağdaş çocuk edebiyatından eserler okumak da güncel beğenileri öğrenmek için zevkli bir yol. Bunun yanı sıra kişisel olarak animasyonlara ve bilgisayar oyunlarına olan ilgim de bu takibi kolaylaştırıyor.

Günışığı Kitaplığı Genel Yayın Yönetmeni, arkeolog, yazar Mine Soysal: Çocukluğun, gençliğin evrensel bir dili var. İçine doğup büyüdükleri anadil, kültürel doku, inançlar, varlık-yokluk… Her ne olursa olsun, ortak bir enerjiyle yaşama tutunma, her koşulda yaşamayı deneyimleme güçleri muhteşem. Arkeoloji mesleğim sayesinde geçmişte Anadolu’nun farklı bölgelerinde sayısız çocukluğa, gençliğe tanıklık etme şansım oldu. İyi günde kötü günde birbirimizi dinledik, karşılıksız, çıkarsız birbirimize güvendik, arkamızı kolladık. Kent yaşamımda da farklı yaşlardan müthiş bir ekibim vardı. Bazen arabayla bütün gün dolaşır, İstanbul’un altını üstüne getirir; bazen de keyifle uzayan ev partileri yapardık. Hayatın her noktasına, her konuya birlikte bakmayı, sorgulamayı, önemsemeyi ya da dalga geçmeyi oyun haline getirmiştik. En önemlisi, düşündüğünü söylemekte özgürdük… Kişisel yolculuğumda çocuklar, gençler sorularıyla, bakış açılarıyla, merak ve eğilimleriyle her zaman beni zorlayan, bana öğreten oldular. Bu, bugün de değişik boyutlarda ama aynı şekilde sürüyor. 

'KİTAPLARLA TEKNOLOJİYİ ZIT KUTUPLAR GİBİ GÖRMEK YANLIŞ'

Teknolojinin son yıllarda daha da hızlı geliştiğini ve günümüz çocuklarının hayatlarının merkezinde yer aldığını düşünürsek; yaratım, teknoloji ve kitap ilişkisi hakkında ne söylemek istersiniz?

Aslı Der

Aslı Der: Keşke her çocuk teknolojinin içine doğduğu gibi, kitapların içine de doğsa. Son dönemde haklı olarak sık kullanılıyor bu teknolojinin içine doğma tanımı, oysa çocuğun kitapların içine doğması daha öncelikli ve normal geliyor bana. Kitaplarla yaşanan bir evde, kitap okuduğunu gördüğü ebeveynlerle yetişen, bilgilenen, teknolojiyle böyle bir ortamda tanışan ve onu doğru kullanmayı öğrenen gençler ve çocuklar bilimi, sanatı, edebiyatı farklı bakış açılarıyla birleştirmeyi, her alanda kendi bilişsel zekâsını geliştirmeyi bence hakkıyla becerir. Ancak bu ideal durum, içinde yaşadığımız ortamda biraz ütopik, farkındayım. Çocuklar, doğal olarak kitapların içine doğmadıkları gibi, teknolojik imkânların üretimden çok tüketim amaçlı kullanıldığını deneyimleyerek büyüyorlar. Kitap okumayan ama kitap okumanın çok önemli olduğunu düşünen ebeveynlerin sayfa sayısı baskısıyla zorla kitap okuyan çocukları haline geliyorlar. Çocuklar ve hatta gençler, uygun görünen sayfa sayısı kadar kitap okumazsa akıllı telefon/tablet/elektronik oyuncaklarının elinden alınmasıyla korkutuluyor, sonuçta kitabı mahrum kaldığı tüm teknolojik deneyimin suçlusu olarak görüyor. Oysa çocuklar ve gençlerle hangi alanda olursa olsun üretmek için önce bireyin kendini inşa etmesi gerektiğini; bu yolda bilgi ve deneyim kazanırken en büyük destekçilerinin edebiyat ve kitaplar olacağını konuşup, onlara bunu anlatabiliriz. Kitaplarla gelişip teknolojiyi yalnızca kullanan değil, bu alanda üreten bireyler olabilirler. 

Birsen Ekim Özen: Teknolojik gelişmeler her zaman ilgimi çekmiştir. Gördüğüm her uygulamayı hayatımda nerede kullanabilirim diye düşünürüm. Bilgiye erişim konusunda insanlık tarihinin en şanslı bireyleriyiz. Farklı konuları bir noktada birleştirip bambaşka yollara çıkmak, bunu teknoloji sayesinde yapmak nefesimi kesiyor. Son kitabımda barkodlarla hikâyede geçen müziklere ulaşabilmeyi sağladık. Aklımda bambaşka projeler de var. Yepyeni bir dünya bizi bekliyor. Düşündüklerimi aktarabilmek için onlardan yararlanabileceğimi bilmek beni heyecanlandırıyor. 

Burcu Ünsal: Günümüzde hem yaratım hem de popüler kültürün tüketimi çok hızlı bir hale geldi. Uzun blog yazıları 140 karakterle sınırlı ifadelere, Youtube videoları 60 saniyelik TikTok videolarına dönüştü. Tüm bu değişim, çocuklar için kitaba alternatif yeni seçenekler sundu. Ben yine de bu konuya çok kötümser bakmıyorum. Nitelikli çocuk kitapları, her zaman okurunu buluyor. Hatta teknoloji, çağımızda çok sesli bir edebiyat dünyasının kapılarını açtı. Eskiden yayınevleri, yazarlarının seslerini daha geniş bir kitleye duyurmak için çalışırken şimdi bu işi yazarlar üstleniyor. Wattpad ve sosyal medya hesapları, yazar adaylarının bir yayınevine başvurmadan okuyucuya ulaşmasına olanak sağladı. Bu çok seslilik bir yandan herkese eşit olanak sağlıyor, öte yandan neyi takip edeceğini bilemeyen okuru yorgun düşürebiliyor. Bu noktada da yayınevlerinde, nitelikli eserleri koklayıp okurla buluşturan editörlerin önemi ortaya çıkıyor. 

Mine Soysal: Teknolojinin gelişmesi, günlük hayatın en doğal parçası haline gelmesi, hepimiz için yeni olanaklar yarattı. Her yaştan insana yeni izleme, biriktirme, düşünme yollarının yanı sıra yeni üretme, paylaşma, ifade yolları da sundu. Çocuklar, yakaladıkları ipin ucunu bırakmamakta, ondan akla hayale gelmeyecek yumaklar oluşturmada çok cesur ve yaratıcılar. Dijital hızları, kolaylıkları, kitaplardan edindikleri zihinsel zenginleşmeyle birleştiğinde ortaya muhteşem sonuçlar çıkabiliyor. Teknolojinin içinde de farklı okuma biçimleri saklı. Kitaplarla teknolojiyi zıt kutuplar gibi görmek çok yanlış. Hepsini bir arada, uyum içinde ve özgürce kullanabilen çocuklar şanslı. Ben işte bu çocukların yepyeni, eşitlikçi ve barışçıl bir dünya kuracaklarına inanıyorum.

'ÇOCUK EDEBİYATI ÖĞRETİCİ OLMAK ZORUNDA DEĞİL'

Çocuk edebiyatında içerik (konu, mesaj kaygısı, eğitici olma şartı vs.) dil ve üslubu oluşturan anlatım biçimi ve estetik kaygıdan daha mı önde?

Aslı Der: Yazar olarak da okur olarak da eğitici olma endişesindeki mesaj kaygılı kitaplardan koşarak kaçıyorum. Öğretme çabasıyla edebiyat eseri yazmanın, mesaj kaygısıyla yola çıkmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Çocuk edebiyatı öğretici olmak zorunda değil, bence asıl olan edebiyatın keyfini yolun başındaki okura aşılamak. Okur, bir romanın içinde karakterin peşine takılıp dış dünyayı unutup o romanda yaşayacağı maceranın büyüsüne kapılmıyorsa edebiyat eserinin ders kitabından ne farkı kalır?

Birsen Ekim Özen: Mesaj kaygısı ve eğitici olma şartı benim için en arka sırada. Her yazarın bir karakteri var. O karakter yazdıklarınızda kendisini hissettiriyor. Siz zaten dünya görüşünüz çerçevesinde yazdığınız için hikâyeleriniz doğal olarak bir mesaj içeriyor. Bunun haricinde vermeye çalıştığınız her mesaj yapay kalır. Ancak dil ve üslup çok önemli. Kelimelerle başka bir dünya kurup okurunuzu elinden tutarak oraya sokmalısınız. Bunu ancak dil ve üslupla gerçekleştirebilirsiniz. 

Burcu Ünsal: Son zamanlarda Türk çocuk edebiyatında maalesef böyle bir eğilim var. Salt eğlenmek için okunacak bir çocuk kitabı, öğretmenler ve ebeveynlerin gözünde sınıfta kalabiliyor. Çocukların kitaptan mutlaka bir ders çıkarmaları ya da bir ‘fayda’ sağlamaları gerekiyormuş gibi bir algı var. Burada şöyle bir ayrımın farkında olmak gerek, bir çocuk kitabı tabii ki eğitici olabilir ancak bunu ‘kurgu dışı’ dediğimiz tür içerisinde ele alıyoruz. Mesaj kaygısı olmayan ve parmak sallamayan kurgu türünde çocuk kitapları sayesinde çocuklar okuma sevgisi edinecektir. Sanıyorum bu ‘fayda’yı gözden kaçırıyoruz. 

Mine Soysal: Edebiyat deyince, ne mesaj kaygısından ne de eğitici olma beklentisinden söz edilebilir. Eğitmek, öğretmek didaktik kitapların işi –çok da önemli bir iş bu. Ama edebiyat özgür bir yaratı alanı. Ben her konunun çocuk edebiyatında da dile gelebileceğine, işlenebileceğine inanırım. Önemli olan eserin, hedef okur grubunun duygu ve düşünce dünyası, okuma becerileri göz önüne alınarak yazılması ve uzman bir editör tarafından yetkin kitaplaşmasıdır. Her edebiyat eseri; temaları, karakterleri, zaman ve mekânı, yazım biçimlerinin yanı sıra yazarının dili, özgün üslubu, kurgulama ve inandırma yeteneğiyle okura yeni bir deneyim sunar. Benim için bunların birini diğerinden daha önemli ya da önemsiz görmek mümkün değil. Hepsi ahenkle bir araya gelmek zorunda ki ortaya okurun haz duyarak okuyacağı bir kitap çıkabilsin. Yazar ne kadar ustaca hikâye ederse, okur anlatılanı o kadar sever. Çocuklukta da böyledir bu.

Şiddet; günümüzün en büyük problemi, yapılan araştırmalar zorbalığın her türünün yakın çevremizde ve aile içinde oransal olarak daha yüksek olduğunu gösteriyor. Çocuklara şiddeti anlatırken neleri gözetmek gerekir?

Aslı Der: Zor konuların hepsinin doğru seçilmiş sözcükler, ayakları yere basan bir kurgu ve dürüst bir anlatımla çocuk okurla paylaşılabileceğini düşünüyorum. Şiddet de, her türüyle bu kapsama dâhil. Zor konular konuşulmayınca, yazıya dökülmeyince, bir romanın kurgusunda işlenmeyince yok olmuyor, aksine sessizlik içinde daha da güçleniyorlar. Bu konuları işlerken benim için en önemli noktanın doğru sözcük seçimi olduğunu söyleyebilirim. Neticede, hayatı anlamlandırmak için sözcüklerden daha güçlü bir aracımız yok.

Birsen Ekim Özen

Birsen Ekim Özen: Ben kendi adıma şiddetin nasıl uygulandığı üzerinde değil,  onun karşı tarafa ne hissettirdiği üzerinde durmayı tercih edenlerdenim. Zorbalığı yapanın, mağdur kadar zorda olduğunu, öyküsünü anladığımız her insanı sevebileceğimizi savunurum. Bu yüzden şiddet benim hikâyelerimde sadece duygusal izleriyle yer bulur. İnsanları iyi ve kötüler diye değil de, sorununu aşamayıp çaresizce debelenenler ve o debelenmeler sonucunda canı yananlar olarak ayırıyorum. Çocukların da bunu hissetmesini istiyorum. Etraflarında bağırıp çağıran, şiddet uygulayan birileri varsa onun sorunlar yaşadığını bilmeliler. O öfke, mağdurlar yüzünden değil, şiddeti uygulayanın sorunları yüzünden ortaya çıkıyor. Bunun kendileriyle bir ilgisi yok. Kendilerini bu duygudan kurtarmaları önemli. Sonrasında zorbalık yapanlara el uzatıp uzatmamak, onların sorunları aşmalarını sağlamaya çalışıp çalışmamak meselesi geliyor. Bu zor, uzun bir yol. Ben orada öyle bir yolun olduğunu göstermeye çalışıyorum. 

Burcu Ünsal: “Umut”, bu konuda aklımda bulundurduğum sihirli sözcük. Çocuklara şiddeti anlatırken sonunda bir umut ışığı bırakmak gerekiyor bence. Bunu da şiddeti ve zorbalığı ele alırken çözüm yolları sunarak ve şiddete maruz kalan çocukların yalnız olmadığını göstererek yapabiliriz. Örneğin, Kerascoët’in yazdığı 'Vanessa’nın Yanındayım' adlı sözsüz resimli kitapta okula yeni başlayan bir çocuğun maruz kaldığı zorbalık anlatılır. Yeni çocuk, sırf ten rengi yüzünden dışlanmıştır. Bu zorbalığa şahit olan sınıf arkadaşı sessiz kalmak yerine, zorbalığa uğrayan çocuğun yanında durur ve okulun ikinci günü tüm arkadaşlarını toplayarak okul yolunda ona eşlik ederler. Kitabın hedef yaş grubu beş yaş ve üzeri. Bu umut dolu öykü, zorbalık gibi ağır bir konuyu dahi küçüklere nasıl anlatabileceğimizin güzel bir örneği. Ebeveynler ve öğretmenler, şiddet konulu kitapları çocukların okumasını pek tercih etmeyebiliyor. Bu belki de yetişkin aklının şimdiye kadar şahit olduğu olaylar sebebiyle şiddeti daha farklı yorumlamasından kaynaklanıyor olabilir. Hâlbuki çocuk için yeni ve öğrenilmesi gereken bir konu. Nihayetinde şiddete sebep olan kızgınlık hissi ve saldırgan tutumlar, her bireyin içinde barındırdığı duygular. Çocuklar bu duyguları ne kadar erken yaşta tanıyıp öğrenirse ileride kuracağı ilişkiler o kadar sağlıklı olacaktır. 

Mine Soysal: Şiddet, zorbalık, uzun yıllar sürdürülen bilinçli politikaların, giderek ağırlaşan ekonomik bunalımın sonucunda günlük yaşamın tam ortasında epeydir. Nefret söyleminin tüm mekanizmalarını ele geçirdiği, öfkenin, vandallığın prim yaptığı bir toplumda kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar, engelliler, hayvanlar, topyekûn doğa, eril bir cinnetin zulmü altında. Çocukları bu dehşet ortamının dışında tutmak mümkün değil. Ama onları şiddet üzerine daha çok düşündürmek de bizim elimizde. Bunu edebiyatın korunaklı zihinsel ortamında, sağaltan yöntemleriyle başarabiliriz. Gerçeğin acıtıcı karanlığına sadece aynalar tutarak çocukların masum dünyasını güneşle parlatabiliriz. İnsanca yaşamanın, gelecek güzel günlerin, umudu diri tutmanın yollarını önlerine serebiliriz. Bu, dolaylı bir çaba gibi görünse de çok etkili olabilir. Birkaç örnek vereyim: Daralan romanımı okuyan gençlerle aile içi şiddet, kadın hakları gibi konuları enine boyuna tartışma olanağım oluyor; düşünceleri ve cesaretleriyle beni büyülüyorlar. Behiç Ak’ın, 'Tavşan Dişli Bir Gözlemcinin Notları' romanını okuyan çocuklar, savaş ve barış üzerine, yok etmek yerine yaşatmayı seçmek üzerine yepyeni şeyler düşünebiliyor. David Almond’un 'Alevler Arasında' (Türkçesi: Mine Kazmaoğlu) romanını okuyan gençler, yaşamı kâbusa çeviren kötülüğe karşı koymanın gücünü duyumsuyor. Edebiyat, şiddeti yaratan asıl nedenleri anlamamıza, böylelikle daha etkili mücadele etmemize yarıyor. 

'BİR SANSÜR KURULUNUN KİTAPLARI DENETLEMESİ SÖZ KONUSU OLAMAZ'

Çocuk kitaplarında sansür uygulanıyor mu? Sizin kendinize çizdiğiniz bir kırmızı hat var mı?

Aslı Der: Herhangi bir konuda sansüre karşıyım, uygulanmasının taraftarı değilim. Her düşüncenin tartışmaya açık olmasını, akıl yoluyla tartışarak geliştirilmesini savunuyorum. Yazarın hangi konuyu işlediği değil o konuyu nasıl ele aldığı, kurguda nasıl işlediği, hangi sözcükleri kullanarak yazıya döktüğü önemli bence. Bunun yanında her konun ele alınabileceğini düşünüyorum. Son günlerde özellikle çocuk edebiyatındaki sansür konusunda yapılan yorumlar bana şunu düşündürttü: Sansür ucu açık ve sonu iyi bitmeyecek bir girişim. Ancak bir gerçek var ki, bu tartışmalarla tekrar kendini bana hatırlattı, çocuk ve gençlik edebiyatının oluşması/gelişmesi için sadece işini ciddiyetle yapan yazar değil, aynı zamanda işini ciddiyetle yapan yayınevi ve editör de olmazsa olmaz.

Birsen Ekim Özen: Çocukların ruhuna zarar vereceğini düşündüğüm hiçbir şey hikâyelerimde yer bulamaz. Ancak yazarken gözünüzden kaçanlar olabilir. Yazdıklarınızın her boyutunu düşünememiş olabilirsiniz. Bu durumda editörünüz devreye girer. Bir eksiklik görürse hemen sizi uyarır. Onu haklı bulursanız tekrar düşünür yeni bir çözüm bulursunuz. Ama editörünüzün gözünden de kaçmış olabilir. Bu kez de pedagog devreye girer. Onları dikkate alıp almamak,  uyarılar doğrultusunda kitaba dokunuşlar yapıp yapmamak yazarın insiyatifindedir. Ancak bir sansür kurulunun kitapları denetlemesi söz konusu olamaz. Böyle bir yaklaşım içine girilmesinin hem sosyolojik hem de ekonomik sarsıntıları olur. Utanç verici olduğunu ise söylemeye bile gerek yok. 

Burcu Ünsal: Yazdığım ve yayına hazırladığım eserlerde dilin kullanımı, cinsel içerik ve şiddetin anlatım şekli gibi gözettiğim konular var. Ancak sansür başlığını açtığımızda dikenli tellerle dolu bir yola girmiş oluyoruz. Son birkaç haftadır “Çocuk kitapları denetlenmeli mi?” başlıklı tartışmalar, sansürü yeniden gündeme getirdi. Bir çocuk kitabında nelerin çocukların “zihnine zarar verebileceği” konusunda ebeveynler biraz fazla koruyucu olabiliyor. Örneğin, birkaç yıl önce editörlüğünü yaptığım bir kitabın başkarakteri işitme engelli bir kızdı. İşitme engelli bir karakterle tanışmanın çocuklarının moralini bozacağını düşünüp kitabı almak istemeyen ebeveynler oldu. Ne yazık ki farklılıklara tahammülümüz pek yok. Hal böyle olunca, sansür hem yazarları hem de yayıncıları kaygılandırıyor. Ebeveynler genellikle çocuklarının hiç takılıp tökezlemeyeceği, tozpembe bir dünyada geçen kitapları tercih ediyor. Hâlbuki çocuk kitaplarında farklı konuların ele alınması, çocuklar için yeni kapılar açacaktır. Örneğin, çocuğun şiddet içeren bir örnekle hayatta karşılaşmasındansa bir eserde tanışması, ardından ailesi ile o konu üzerine tartışması çok daha sağlıklı olur. Edebiyat, önümüze bir engel çıkarmalıdır ki sorular soralım ve o soruların yanıtlarını arayalım. Dolayısıyla çocuk kitabını okumak kadar kitapta geçen ve çocuğun aklına takılan konuları konuşmak ve diyalog kurmak da çok kıymetlidir. 

Mine Soysal: Çocuk kitapları, sansürün en çıplak ve fütursuzca uygulandığı alanlardan biri ne yazık ki. Çocuklarını, salt kendi ahlaki değerleriyle, bağlı yaşadıkları dogmalarla büyütmeye çalışan kesimler, kendi yasaklarını yaratıyor ve katı bir şekilde uyguluyor. Çocuklarının farklı düşünceler, yaşama biçimleri ve eğilimlerle karşılaşmasından, tanışmasından korkuyor. Çocukları da tıpkı kendisi gibi davransın, düşünsün, inansın istiyor. Bu uğurda onların okuduğunu bile kontrol etmekten, yasaklamaktan ya da izin vermekten geri durmuyor. Anadilin sunduğu zenginlikler, yazınsal türler, hatta yazarlar bile sansürden nasibini alıyor. Bu yasakçı ortam zamanla daha da kötüsünü doğuruyor: Yazar, yayıncı, çevirmen, illüstratör kendi elini bağlıyor ve otosansür uyguluyor. Siyasi otoriteye rıza göstermek anlamına gelen otonsansürün karanlık girdabına kendi kendine kapılabiliyor. Edebiyatın bin bir biçimini ve içeriğini yaratıcı yollarla kullanmak özgürlüğünü, bıkıp usanmadan arayıp yeniyi ve daha özgünü bulma ve sunma sorumluluğunu unutuyor, kullanamaz hale geliyor. Benim kitap yazarken tek kırmızı çizgim, asıl bu otosansür tuzağına düşmemek oldu hep.

Baskının giderek arttığı günümüz Türkiye’sinde "özgürlük ve birey olma" fikrinin kitaplar aracılığı ile çocuklarda oluşabilmesinde çocuk edebiyatı yazarlarının sorumluluk alması gerektiğine inanıyor musunuz?

Aslı Der: İnanıyorum, ancak bu sorumluluğu bir öğretmen gibi değil de edebiyat alanında üreten bir yazar olarak ele almalarını diliyorum.

Birsen Ekim Özen: Kesinlikle inanıyorum. Çünkü birey olma ve bunun sorumluluğunu taşıma fikri çocuklukta ruhumuza işler. Sonrasında bu değerleri kazanmak zordur. Soran, sorgulayan, yaptıklarının sorumluluğunu üstlenen insanlarımız olsun istiyorsak çocuk hikayelerinde de kabullenen değil sorgulayan kahramanlar olmalı. Bu açıdan Pamuk Prenses ve türevi masalları çok tehlikeli buluyorum. Okullara gittiğimde de çocuklarla bu konuyu konuşurum. Onların bazı şeyleri hayretle fark ettiklerini görmek paha biçilmez bir duygu. 

Burcu Ünsal

Burcu Ünsal: Kültürümüz birlik ve beraberliği yüceltirken birey olma fikrini biraz geri plana itebiliyor. Bu sebeple birey olma fikrini yazdığımız eserlerde öne çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda yazarlar kadar yayıncılara da büyük sorumluluk düşüyor. Son zamanlarda özellikle felsefeyi ve eleştirel düşünceyi öne çıkaran kitapların sayısı arttı. Bilgiyi olduğu gibi kabul etmektense sorgulamayı ve eleştirinin önemini anlatan bu tür kitapların birey olma açısından yol gösterici olacağına inanıyorum. Aynı zamanda, bu düşünce yapısını vurgulamak için kurgu türünde ufak ayrıntılar bile önem taşıyabiliyor. Örneğin, bir arkadaş grubunun anlatıldığı bir macera romanında tek kişinin liderliğinde hareket etmektense her bireyin önemini vurgulamak gibi… Özetle birey olma fikri özümsendiğinde, ufak ayrıntılarda dahi izler bulmak ve özgürlüğü çocuklara anlatmak daha kolay bir hale geliyor. 

Mine Soysal: Okuduğumuz romanlar, öyküler, şiirler, anılar, edebiyat kitapları bizi etkiler. Kimini okumaktan kendimizi alamayız, kiminden vazgeçeriz. Çocuk edebiyatında da farklı yaşlardan okurun haz duyarak okuyabileceği ne kadar çok sayıda nitelikli eser birikirse beklenen ideal sonuca o kadar yaklaşabiliriz. Edebiyat okumanın benzersiz bir anlamlandırma eğitimi olduğuna inanırım. İnsanın benliğini, çevresini, toplumu, olayları anlamlandırma çabasına küçüklükten başlaması zaman kazandırıcıdır. Dolayısıyla çocuk edebiyatı yazarlarının sorumluluğu da göz ardı edilemez. Edebiyatın farkına vardıran, uyandıran, zihne yeni sorular, sözcükler katan zengin varlığını yetkin örneklerle sunarak çocukların adil ve vicdanlı birer özgür ruh olarak büyümelerine doğrudan etki edebiliriz. Bir yazar için kitaplarını okuyan bir çocuğun, gencin karşısına çıkıp ona içtenlikle, “Sen benim hayatımı değiştirdin!” demesi kadar harikulade bir an var mıdır?

Etik, estetik ve psikolojik bağlamda çocuk edebiyatının sosyoloji ve psikoloji ile ilişki içinde olması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Aslı Der: Çocuk ve gençlik edebiyatı öncelikle felsefe ile kol kola girmeli, onunla ilişki içinde olmalı. Öylesi bir ilişkinin yukarıda saydığınız unsurları da doğal olarak barındıracağını düşünüyorum.

Birsen Ekim Özen: Toplumu ve insanları etkileyen güçleri anlamadan, bunları hesaba katmadan ayağı yere basan metinler yazılamaz. Bu konularda sürekli araştırmalı, toplumu etkileyen yeni durumları analiz edebilmeli, bunları hikâyelerinize yansıtabilmelisiniz. Yoksa yazılan hikâyeler Yeşilçam filmlerindeki gibi kötülerin ve iyilerin savaşı ötesine geçemez. Oysa sosyoloji ve psikoloji ile ilgilenenler siyah ve beyaz değil grilerle dolu bir dünyada yaşadığımızı bilirler. 

Burcu Ünsal: Bu soru bir kitapta anlatılacak konuya göre değerlendirilebilir. Dönem dönem çocuk kitaplarını pedagogların denetlemesi gerektiği gündeme geliyor. Ancak böyle bir denetim de sansüre neden olabilecek bir yaklaşım. Örneğin, çocuklar için yazılan ilk fantastik eserleri düşünelim. Bir pedagog bunu çocuğun zihnine zarar verecek bir kurgu olarak değerlendirebilecekken, iyi bir yayıncı dosyanın edebi niteliğinin farkına varabilir. Nitekim çok satan Harry Potter serisi hâlâ bazı ülkelerde yasaklı kitaplar arasındadır.

Öte yandan bir çocuk kitabında ele alınan temaya göre danışmanlardan yardım alınabilir. Duyguları tanıtan bir kitap için pedagoglara danışılması gibi. Çünkü çocuk gelişimi açısından bilimsel değerlendirmeye gerek duyulabilir. Ancak her çocuk kitabı için pedagojik denetime ihtiyaç yoktur. Günümüzde bir çocuk kitabı yayımlanana kadar etik, estetik ve psikolojik kaygıları olan pek çok gözün değerlendirmesinden geçiyor. Kitaplar önce yazar ve yayıncının eleğinden geçtikten sonra kitabı seçip çocuğa ulaştıran ebeveyn veya öğretmenin incelemesinin ardından okura ulaşıyor. Burada yayıncının bu gibi değerlendirmeleri yapacak bilgi birikimine sahip olması da önemli bir nokta.

Mine Soysal: Edebiyatın bütün dalları gibi çocuk edebiyatı da pek çok bilimsel disiplinden yararlanır. Edebiyat, anadilin sembolize ettiği tüm kültürel öğeleri yaratıcı yollarla yeniden hikâye ederken sosyal bilimleri doğallıkla yaslanacağı birer minder gibi kullanabilir. İnsanı ve biricik evi Dünya’yı anlatan edebiyat, bilim, felsefe ve estetikle el ele, iç içedir. Örneğin çocuk edebiyatı eserleri, çocuğun eğitim öğretim süreçlerinde etkin bir kaldıraç işlevine sahip olabildiği için çağdaş pedogojik yaklaşımları bilmeyi de gerektirir. Ancak bunu sağlayacak olanlar, araştıran, okuyan, birikim sahibi yaratıcı yazar ile onu eleştiren donanımlı editörüdür. Etik ise ahlaki tanımından çok ötede, hem iş ve iş süreçlerini hem de ortaya konan ürünün niteliğini çağdaş yaklaşımlarla değerlendirmeye yarayacak daha profesyonel bir bağlam olarak düşünülmelidir. Bu nedenle etik, evrensel boyutlarıyla yayıncılığın geneli için işlemelidir.

'EDEBİYAT ESERİNİN DERS KİTABI GİBİ KULLANILMASINA KARŞIYIM'

Çocuk edebiyatı kitaplarının eğitim ile sınırlandırılmış amaçlara göre yapılandırılması, kurgunun bir okuma öğrenme sürecinin kalıplarına sokulması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Aslı Der: Bilinçli bir edebiyat okuru yetiştirme çabasını takdir ediyorum. Ancak bu çabanın derinliğini yitirdiği noktada edebiyat eserinin bir ders kitabı gibi kullanılmasına kesinlikle karşıyım. Ders kitapları ne güne duruyor? Edebiyat eserlerini ders kitabına çevirme çabasının ders kitaplarını iyileştirme yolunda kullanılması daha doğru olur, diye düşünüyorum.

Birsen Ekim Özen: Bu tür kitaplar var. Hatta benim yazdığım 'Profesör Serisi', anlattığınız tanıma uyuyor. Öğretmenlik yaparken, ders konularını öğrenme sırasında yaşanılan sorunları hikâyeler anlatarak aşmak, çocuklara farklı bir okuma alanı açmak isteğiyle kaleme almıştım. Ancak bu tarz metinler yazmak zordur. Çünkü siz yazmaya başladığınızda karakterinizi kontrol edemezsiniz. O kendi kendine konuşmaya, kararlar almaya, bazı şeylere direnmeye başlar. Yani hikâyenizi planladığınız şekilde tamamlamaya çalışmak fırtınalı denizde rotada kalmaya benzer. Bu yüzden 'Profesör Serileri'ni yazarken çok zorlanmıştım. Sürekli karakterlerinizi kontrol etmeye çalışmak yorucu ve işin doğasına da aykırıdır. Ancak o seride amacım farklıydı. Zorlansam da matematik, Türkçe ve fen konularında çocuklara yardımcı olacak bir seti tamamlamayı başardım. Yayınevleri, okulların okuma listelerine girebilmek, satışlarını arttırmak için yazılan kitapların müfredata uygun olmasını isteyebilir. Bunu kabul edip etmemek yazarın tasarrufundadır. Ancak bu konuda uzman ve duyarlı insanlar böyle kitapların genellikle tatsız olduğunu bilirler. Ben onları Eurovision Şarkı Yarışması'na katılmak için hazırlanan parçalara benzetirim. Arada iyileri de çıkar ama daha dinlerken bir tuhaflık olduğunu hissedersiniz. İyi bir sistemse tersine işler. Başarılı yayınevleri ellerindeki eserin nelere iyi gelebileceğini anlar, tanıtımını ona göre yapar, yazarlarını yönlendirmeler yaparak yapay metinler yazmaya zorlamaz. Zaten yazılan her metin müfredatla ilişkilendirilebilir. Bir de her metinde okura bir şeyler empoze etmek için uğraşmak, her cümleyi yararlı bulduğunuz ayrıntılara boğmak, metnin bir edebi eser değil de ders kitabına dönüşmesine neden olur. Bence bu ayrıntıya dikkat etmemek, daha çok şey öğreteceğim derdine düşmek, okunmayan çocuk kitaplarının çoğalmasına neden olmaktan başka bir işe yaramıyor. 

Burcu Ünsal: Çocukları unutup öğretmen ve ebeveynler için kitaplar yayımladığımızda, müfredat odaklı, didaktik ve renksiz eserler ortaya çıkıyor. Ancak çocuk edebiyatı son yıllarda çok gelişti ve zenginleşti. Bir nesil önceye kıyasla çok daha fazla sayıda kitaba ulaşabiliyoruz. Dünyada popüler olan kitapları kısa bir süre içinde Türkçe çevrisiyle raflarda bulabiliyoruz. Her ne kadar müfredata yönelik kitapların sayısı da yadsınamayacak kadar fazla olsa da çocuk edebiyatındaki bu çeşitlilik umut verici. Nitelikli eserleri takip eden öğretmenler ve ebeveynler oldukça, çocukların da kitaplarla kurduğu ilişki eğitim odağından çıkacaktır. 

Mine Soysal

Mine Soysal: Edebiyatı eğitim işleviyle sınırlandırmak mümkün değil. Ne yazık ki, konu çocuk edebiyatı olduğunda yetişkinler hemen, “Madem çocuk okuyacak, ille de bir şeyler öğrenmeli!” telaşına kapılıyor. Eğitsel amaçlı didaktik kitaplarla edebiyat kitaplarının ayrımını, farklı işlevlerini, bu grup kitapların apayrı uzman editörlük ve yayıncılık ölçütleri gerektirdiğini bilmemek işleri daha da zora sokuyor. Ancak aradaki farkı eğitimcinin de ebeveynin de bilmesi, çocuklara kitap önerirken bilinçli kullanabilmesi çok önemli. Unutmayalım; çocuk edebiyatı, çocukların da okuyabildiği edebiyat eserleri anlamına gelir. Edebiyatın ölçütleri, sözlüğü, anlatımı ve kurgusal özellikleriyle farklı yaşların duygu ve düşünce dünyasına göre esneyebilir, ama özünde edebiyatın ölçütlerinden ödün verilemez.

'DEĞER VERMEDİĞİNİZ BİR ALANDA BAŞARILI DA OLAMAZSINIZ'

Çocuk edebiyatının yetişkin edebiyatına geçişin bir basamağı olarak da görülmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslı Der: Birkaç kitap daha yazarsam büyüyüp, yetişkinler için yazan bir yazar olacağım, umudum var. Şaka bir yana, sayısız kez ‘artık yetişkinler için yazarsın’ yorumu ve ‘ne zaman yetişkinler için yazacaksın?’ sorusuyla karşılaştım. Çocuk ve gençlik edebiyatı, aslında çoğunluğun edebiyat sözcüğünü duyduğunda algıladığından farklı değil; edebiyatın ta kendisi. Ayırıcı özelliğiyse, çocuk ve gençler için üretilen edebi eserin kurgu ve kullanılan dil açısından yaşı küçük olan okur için de uygun olması. Böyleyken, çocuk ve gençlik edebiyatını yetişkin edebiyatına geçiş için bir basamak gibi gören bakış açısının edebiyattan uzak bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.

Birsen Ekim Özen: Çocuk edebiyatı daha basit bir dil ve kurgu gerektiriyor gibi algılanıyor. Oysa anlaşılır cümlelerle ve okurunuzu yanlış yollara sokmayacak şekilde yazmak güçtür. Ben yetişkinlere yazdığım zaman kendimi çok rahat hissediyorum. Artık yazdığım her cümlenin arkasını incelemek zorunda değilim, kimse yanlış anlamasın baskısı ortadan kalkıyor. Cümleleriniz istediğiniz uzunlukta ve karışıklıkta olabiliyor. İnsanlar bunun farkında değil ama çocuk edebiyatını bir basamak olarak gören ve iki üç çocuk hikâyesi de yazıvereyim, sonra diğer tarafa atlarım diye düşünenlerin metinleri kendilerini hemen ele veriyor. Genellikle klişe, ders veren metinler oluyor bunlar. Çünkü dertleri çocuk ruhu değil, çocuk edebiyatı gözlerini diktikleri başka bir yere ulaşmak için basit bir durak gibi geliyor onlara sanırım. Değer vermediğiniz bir alanda başarılı da olamazsınız.  

Eğer anlatmak istediğiniz bir şeyler varsa bunu her yaşa aktarabilirsiniz. Hem çocuk hem yetişkin edebiyatında eserler verebilirsiniz. Bunda hiçbir sorun yok. Ama bunu yapıp yapamayacağınızı deneyerek anlayabilirsiniz. Bu, iki grup için de geçerli. Yetişkin edebiyatından çocuk edebiyatına geçmek isteyenler de sorunlar yaşıyor. Okur yaşınızın değişmesi ciddi bir anlatım tarzı değişikliği gerektiriyor, bunu gerçekleştiremezseniz ne çocuktan yetişkine, ne yetişkinden çocuğa geçebilirsiniz.

Burcu Ünsal: Gelecekte iyi bir okur olmak için kitap sevgisinin küçük yaştan kazanılması önemli bir etken. Günümüzde bebek kitapları ve resimli kitapların sayısının artması ile kitapla tanışma yaşı daha da küçüldü. Yeni nesil, bebekken kitapla bir nesne olarak tanışıyor, ardından illüstrasyonun öne çıktığı resimli kitaplarla bu bağ derinlik kazanıyor. Resimli kitaplar, çocuğu sanatla tanıştırarak, onlara bir sanat eserini nasıl yorumlayacağını öğretiyor. Küçük yaştan böyle kitap sevgisiyle büyüyen çocukların ileride iyi birer okur olma ihtimali artıyor. 

Mine Soysal: Okur açısından bu çok doğal bir süreç. Nitelikli çocuk ve gençlik edebiyatı okuyarak büyüme şansı bulanlar, lise ve üniversite yıllarında, yetişkinliklerinde kitap yelpazelerini genişletebiliyor. Daha önce tanışmadığı türlerde, farklı dillerden yeni yazarları, şairleri okuyarak kişisel deneyimini çeşitlendiriyor. Zamanla felsefe, deneme, araştırma kitapları gibi daha yoğun okumalara yönelebiliyor. Okumak, kitaptan kitaba derinleşen, olgunlaşan karmaşık bir zihinsel faaliyet. Erken başlamak en ideali. Tabii bu soruyu yazar açısından da cevaplamak mümkün. Ama tersine bir cevabı olur. Yetişkin edebiyatında ustalaşan yazarların çocuklar ve gençler için de yazmayı denemesi muhteşem sonuçlar verebiliyor. Örneğin alanlarında uzman editörler, Semih Gümüş ve Müren Beykan ikilisinin yarattığı 'Köprü Kitaplar koleksiyonu' bunun benzersiz örneklerinden oluşuyor.

Sizin çocukken okumaktan en çok zevk aldığınız çocuk kitabı hangisiydi? Bu kitapta en çok neyi sevmiştiniz?

Aslı Der: İlk aklıma gelen Astrid Lindgren’in 'Şamatalı Köyün Çocukları' serisi. Eğlenceliydi, okurken kendimi o köyün çocuklarından biri gibi hissediyordum. Çok hoşuma gitmişti, defalarca okumuştum.

Birsen Ekim Özen: Ben çocukken her cuma okuldan gelince televizyonun üstünde Milliyet Çocuk dergisi beni beklerdi. O dergi sayesinde çok farklı tarzları deneme şansım oldu. Ancak her hafta iki sayfalık bir öykü ve bir iki çizimle beni bekleyen 'Pıtırcık’ı hepsinden ayrı bir yere koyarım. Onun yetişkinleri, arkadaşlarını ve hayatı yorumlayışı beni büyülerdi. Yıllar sonra onunla Avusturya’da bir kitapçıda karşılaştım. Adı Nick’miş. Bunu o gün öğrendim. Adını yanlış bildiğim bu eski dostumla karşılaşmak harikaydı. Kalınca bir kitabını alıp hemen okumaya başladım. Anladım ki onu sevmemin yaşla ilgisi yok, yetişkin halimle de ona gülüyorum, tespitlerini ilginç buluyorum. Bu açıdan çocuk edebiyatının yetişkinler tarafından da rahatça okunabileceğini söyleyebilirim. 

Burcu Ünsal: Çocukken en sevdiğim kitaplar, René Goscinny’nin yazıp Jean-Jacques Sempé’nin resimlediği 'Pıtırcık' dizisiydi. Kitaplarda Pıtırcık adlı çocuk, yaşadığı olayları doğrudan, samimi bir dille anlatır ve mizah, tüm maceraların vazgeçilmez bir unsurudur. Şimdi de yazdığım eserlerde, konu ve tür fark etmeksizin esprili bir dil tutturmaya çalışıyorum. 'Pıtırcık’ın Türkiye’de bu kadar sevilen bir seri olmasının bir diğer önemli sebebi de Vivet Kanetti’nin çevirisi. Bugün bile Lüplüp, Dalgacı ve Sırma gibi karakter isimlerini gülümseyerek hatırlıyorum. 

Mine Soysal: İlkokulda zorla kitap okurdum. Zaten çocuk kitapları çok azdı, olanların çoğu da öğüt dolu, sıkıcı kitaplardı. Ortaokulla birlikte işler değişti; ben de çocuk kitaplarını pas geçebildim. Ablamlar sayesinde tanıştığım çağdaş edebiyat, şiir ve felsefe başımı döndürmüştü. Aziz Nesin’in 'Tatlı Betüş' romanı 1974’te yayımlandığında lisedeydim, su içer gibi okumuştum. Jack London’ın 'Martin Eden' romanını, Sapho’nun şiirlerini Türkçe okuyabilmek, o yıllarda yasaklı olan Nâzım Hikmet’in şiirlerini haykırmak büyük heyecan veriyordu. Halikarnas Balıkçısı, doğduğum toparaklara aşkla bağlanmayı; Ahmed Arif, her koşulda direnme gücünü armağan etti bana. Hepsinin genç zihnimde bıraktığı derin izlerle yaşıyorum hâlâ…

Çocuk kitaplarının ideolojik-politik ve çağ dışı görüşleri aktarma aracı olarak da kullanıldığını düşünüyor musunuz? 

Aslı Der: Edebiyatın, özellikle etkilenmeye açık okura yönelik böyle bir araç olarak kullanılması ne çocuk kitaplarına ne de bizim coğrafyamıza özel, diye düşünüyorum. Bu tür yaklaşımların sonunun geleceğini sanmıyorum. Çağa ayak uyduran, kendisine sunulan bilgiyle yetinmeyip merak eden ve araştıran, içinde bulunduğu toplumu ve dönemi anlamaya, hayatı anlamlandırmaya çalışan bireyler yetiştirmek olmalı. Akıl yürütmenin, sorgulamanın, bilimin ışığında yol almanın önemini durmaksızın yinelemeliyiz.

Birsen Ekim Özen: Bu, her çağda, her ülkede olabilecek bir durum. Bunu durduralım derseniz sansür uygulamanız gerekir. “Çağ dışı görüş”, sınırları belli olmayan bir tanım. Herkes bambaşka şeyleri bu tanıma sokabilir. Bu yüzden asıl olan okurların bilinçli olmasıdır. Çocuklara kitapların eleştirilebileceğini, yazılanları kabul etmek yerine onların üzerine düşünmeleri gerektiğini göstermemiz gerekir. Bunu yapabilen çocuklar okudukları her şeyden etkilenmemeyi, dik durmayı, iyi ile kötüyü ayırt etmeyi, kendine güvenmeyi öğrenir. Asıl tehlikeli olan bu eleştiri mekanizmasının durdurulması, işlemesinin önemsenmemesidir. 

Burcu Ünsal: Eğitimde, çocuklar için hazırlanan dizi ve filmlerde ideolojik yaklaşımlar olduğu gibi çocuk edebiyatında da yazar ve yayıncıların ideolojilerinden izler bulabiliyoruz tabii ki. Yetişkin edebiyatının aksine çocuk edebiyatında yazarlar, kendi yaşıtları değil yetişkinler. Dolayısıyla yetişkinlerin çizdiği kurgusal dünyaya adım atıyorlar. Bu dünya, hayal gücünü besleyecek bir kurgu da olabilir, salt bir ideolojiyi aşılamak için oluşturulmuş bir araç da. Bu sebeple öğretmenlerin ve ebeveynlerin çağdaş çocuk edebiyatını takip etmeleri ve yayınevlerini tanımaları büyük önem taşıyor. Yayımlanan kitaplar kadar onu okuyan bireylere de odaklanıp, sorgulayan bireyler yetiştirmenin önemine inanıyorum. Genellikle çocukların dünyaya bakışını ve algılayış şeklini biraz hafife alıyoruz. Okudukları tek bir eserle dünya görüşlerinin şekillenebileceğini düşünüyoruz. Hâlbuki sağlıklı bir diyalog ortamında yetişen, ebeveynleri ile konuşarak çevresini sorgulamayı öğrenen çocuklar kötü örnekleri ayırt edebiliyor. Dolayısıyla bu konuda önemli olan hem nitelikli eserleri takip etmek hem de çocukları hafife almadan iletişim kurarak, olayları ve yaşananları değerlendirmek. 

Mine Soysal: Ne yazık ki, tüm dünyada çocuk kitaplarının tarihi bu açıdan hayli karanlıktır. Düşünce ve ifade özgürlüğünü hiçe sayan tüm totaliter rejimler, insanın entelektüel gelişiminden korkar. İnsanın gözlemleyen, düşünen, sorgulayan eleştirel zekâsının, önündeki en büyük engel olduğunu bilir. Dolayısıyla kendi çıkarlarına uygun, kendine tehdit oluşturmayacak tek tip bir gençlik inşa etmek ister. Bizimkisi gibi, çocuk söz konusu olunca “basit” yeterli sanılan toplumlarda bu zihniyetin işi kolaydır. Kitap biçiminde, örtülü ya da doğrudan propaganda amaçlı sayısız yayın yapılır. Üstelik, nitelikli çocuk kitabı yayıncıları bin bir sorunla boğuşurken, bu amaçlı yayınlar, sınırsız sayıda basılarak tüm yurda dağıtılabilir. Bu nedenle bugün birçok ülke, düşünce ve ifade özgürlüğü temelinde yükselen nitelikli yayıncılığı destekliyor; kültürel çeşitliliğin korunması için öncelikle yaratıcı ve yenilikçi içeriklere daha geniş alan açmaya çabalıyor. Yayıncılığımızın niteliğini yükseltmek ve özgürlüğünü sağlamak bizim en öncelikli sorumluluğumuz.