Buenos Aires’de yol keserek yaşıyorduk. Küçük ama etkili bir
‘Piqueteros-Barikatçılar’ hareketi ile kalıyordum. Bir ihtiyacımız
olunca, iş, ekmek ve hürriyet, yol kesiyorduk. Kapitalizmin can
damarıydı yollar. Kesilince soluksuz kalıyordu ve öldürmekle baş
edemeyince haklar veriyordu. Mahallede bir okul yapmak için işe
alıyordu mesela, mecburen. Okulu yapmayı da biz öneriyorduk, yoksa
öyle bir niyetleri yoktu. Para kazanmak dışında hiçbir niyetleri
yoktur Neoliberal iktidarların…
-Bi de televizyonlarda konuşurlar, kibirli, küstah ve bedbaht.
Sanki biz tutup zorla iktidara getirmişiz gibi, sızlanıp dururlar.
Diş etlerinde işçi parçaları, tırnaklarının arasında kalmış yoksul
kemikleri, ayaklarının altında ötekiler ve suratları vampir,
sarayları bizden yapılmış, altınları topraklarımızdan çalıntı,
hayatları işledikleri cinayetler kadar çok ve uzun ama şenlikli bir
isyan kadar kısa-
Daha çok fırında yatıyordum akşamları. Çocuklar için ekmek
yapıyorduk orada. Her sabah, bütün mahalle çocuklarına kahvaltı
veriyorduk. Ekmek için un bitince, yol kesiyorduk.
Tabii ki bir gecekondu mahallesiydi. Hani bütün kentlerin
sırtını dayadıklarından biri. Beyaz solun basit ve hızla bir
şekilde sevmedikleri ya da en azından hallerine üzüldükleri
gecekondular, kent merkezini ayakta tutanlar ve yaşatanlardı.
-‘İlk basit soru, bu sokakları süpürenlerin nerede
oturacaklarıdır. Düşünceli plancılar bunun için işçi konutları
planlasalar bile -ki neoliberal kent inşasında her toprak parçası
çok değerli olduğundan bu insanlar sanki yokmuş gibi hareket
edilir- bunlar mutlaka ya çok kısıtlı ya da kentin dışında
olacaktır. Bu da daha sonra, biraz daha geniş olarak ele alacağımız
ulaşım sorununu derinleşecektir. En basitinden, onlar için
kullanabilecekleri toplu taşıma araçları konması gerekmektedir. Bu
da yeni duraklar ve duraklayan trafik demektir. Sabah erken saate
yola çıktıklarından ve her insan gibi bir şeyler yemek zorunda
olduklarından, bu otobüs duraklarının hemen yanında, büfeler ve
seyyar satıcılar doğmaya başlar. Planlanmış bu kentin her hizmetini
yerine getirmek için burada olan "aşağıdakileri", süpürücüler,
bahçıvanlar, ev temizlikçileri, çocuk bakıcıları, onların aileleri,
onlar gibi işe girmek isteyenler, yani yedek işgücü, hepsini
taşıyan otobüs şoförleri, kenti koruyan (!) polis, bekçi, benzeri
güvenlik güçleri, bunları besleyen başka seyyar satıcılar, sigara
ve gazete satıcıları ve tabii ki soymak isteyen soyguncular,
öğretmenler, karar verici hâkimler, fahişeler ve pezevenkler kent
plancısının kağıdı üzerinde hiç bir zaman hesaplanmazlar ama her
kentte mutlaka vardırlar. Bu durum çok yaratıcıdır: Yeni
gecekondular, irili ufaklı dükkanlar, bunu yasaklamak için yeni
zabıta memurları ve bu zabıta memurları için yeni gecekondular
doğurur. Birbirini tetikleyen, besleyen bir kent zinciri ortaya
çıkar.’*-
Bazen brikethaneye gidiyordum. Değişerek çalışıyordu herkes.
Harcı karıp, kalıplara koyuyorduk. Mahalleden ihtiyacı olan gelip
alıyordu. Sonra bir toprak işgal ediyor, kendine ev yapıyordu.
Kutsal vatan (!) için, sınırlarda, dağlarda ölen yoksullara, bir
evlek vatan toprağı, çok değil diye düşünüyorduk.
Kum ve çimento bitince, yola iki lastik atıp yakıyorduk, yol
kesiyorduk…
*’Kent reformu ve Yeni gecekondu hareketi’ M. Yeğin-Merve T.
Tanok. Notabene yayınları…