Nokta Dergisi muhabirlerinin tanıklığında televizyondan takip ettiği malum yarışmada sorulan soruların 48’inden 37’sine doğru cevap veriyor, “yarışma kralı” olduğunu bir kez daha ispat ediyordu. Daha soru cümlesi tamamlanmadan yanıtı yapıştıran Nart, bu birikimine rağmen neden gayrımeşru yollara başvurduğunu şöyle açıklıyordu: “Efendim yarışmalara katılmak bende bir nevi iptila. 15 senedir bir yarışma haberi duysam, üstünüze afiyet, bir hoş oluyorum.”
Mehmet Yücel Nart, Kastamonu’da doğup büyümüş, geleceğini kurmak
için Ankara’ya gelmiş genç bir adamken en büyük ideali şarkıcı
olmaktı. TRT’nin radyo için açtığı imtihana girdi. Fakat İsmet
Nedim, Yıldırım Gürses gibi rakiplerin arasında elemeleri geçemedi.
Sahneyle, müzikle alakasını Ankara’da gazinolarda darbukacılık
yaparak sürdürdü. Geçimini de bu yolla sağlıyordu. Aydınların,
sanatçıların çevresine dahil olarak, farklı bir sınıfsal ve
kültürel alemin kapısından girmek istiyordu oysa. O dönemin
entelektüelleri arasında çok revaçta olan Sanatsevenler Derneği’ne
devam ederek, idealize ettiği sanatçılarla, eleştirmenlerle tanışıp
onların sohbetlerine kulak vererek genel kültürünü arttırdı.
Uykuyla arası hoş değildi. Hevesli ve hırslıydı da hem. Geceleri
uyanıp kitap okuyordu. Bir nevi Martin Eden’di yani. Batı merkezli
bilim ve sanat birikiminden beslene genel kültür çok mühimdi o
yıllarda. Modern vatandaşlığa giriş için olmazsa olmazdı.
Mehmet Yücel Nart
Nart da taşralı, idealist ve tuttuğunu koparan bir genç olarak,
büyük emekle edindiği genel kültür birikimini yarışmalarda
değerlendirebileceğine inandı. Ankara Televizyonu’nda birden çok
yarışma programı vardı Yetmişler’in sonu ve Seksenler’de. Müzik
alanındaki sorular Nart’ın bilgi dağarcığında yanıtlarını anında
buluyordu. Bu motivasyonla önüne çıkan ilk yarışmaya başvurdu.
İlkine kabul edilip birinci olduktan sonra, popüler ve başarılı
yarışmacı olarak 11 yarışmaya katılmıştı ve çok geçmeden
“şampiyonlar şampiyonu”, “yarışma kralı” olarak anılmaya başladı.
11. şampiyonluğunda artık “emekli olduğunu” ilan etmesine rağmen,
ekranda tanıtımı yapılan son televizyon yarışmasına kafayı
takmıştı. İflah olmaz malumatfuruş ve yarışma bağımlısı, buna da
kısa bir tereddütten sonra başvurdu. Yarışmanın yapımcısı başta bu
kendi kendini yetiştirmiş, samimi, nüktedan ve “halktan biri” olan
cevheri ekrana bir kez daha çıkarmanın isabetli olacağını, izleyici
çekeceğini düşündü. Nart’a ümit verdi. Nart, bu vaadkar görüşmeyi
takip eden dönemde, kendi ifadesiyle günde 10 saat, haftada 70 saat
çalışmaya başladı. Yapımcı, sonradan Nart’ın yüzünün eskidiğine
karar verip caydı. İşte bunu yapmayacaktı. Nart’ın hırsı ve
saplantı düzeyindeki yarışmacı olma arzusu onu bir gerilim filmi
karakterine dönüştürmüştü. Yapımcının ofisine yaptığı ziyaretler,
yapımcının eşinin olumlu yaklaşımı, ısrarlı telefon konuşmaları, iş
çıkışı otomobilinin önüne çıkıp onunla yaptığı yolculuklardaki
sohbetleri yapımcının rüşvet beklediği fikrine kapılmasına sebep
oldu. Ya da kendisi böyle bir hikâye kurmayı uygun görüyordu.
Meblağı da saptamıştı: 100 bin TL.
Nitekim, yapımcı bir akşam ailesiyle birlikte kapıyı açıp eve
girdiğinde, antrede kapının altından atılmış ve etrafa saçılmış 47
bin 500 TL buldu. Kısa bir tereddütten sonra bunun Nart’ın başının
altından çıktığını anladı. İş sarpa sarıyordu. Olay TRT yönetimine
duyuruldu ve polisiye tedbirler alınmasına karar verildi. Eğer
olan-biten kamuya yansırsa, TRT yarışmalarının güvenilirliğine
gölge düşecekti. Ne de olsa rüşvet verme girişiminde bulunan 11
yarışmanın galibiydi ve bu yarışmaların sorularının rüşvet
karşılığında önceden Nart’a sızdırılmış olması ihtimali akla
gelecekti. Hemen bir plan kuruldu. Yapımcı Nart’tan 100 bin TL
rüşvet isteyecek, parayı kayınbiraderine vermesini tembih edecekti.
Bir polis memuru, yapımcının kayınbiraderi imiş gibi parayı alırken
suçüstü yapılacaktı.
Plan kurulduğu gibi işledi. Beklenmedik bir gelişme dışında:
Nart, rüşveti teslim etmek için eşiyle birlikte gelmişti ve kendisi
suçüstü yapılıp gözaltına alınır alınmaz eşi fenalaşıp kalp krizi
geçirdi. Eşi hastaneye, Nart ise savcılığa sevk edildi. Nart bir
süre cezaevinde kaldıktan sonra 50 bin TL kefaletle serbest
bırakıldı. Darbukacılıkla ve benzer işlerle geçinen birinin bu
kadar parayı nereden bulduğu sorgulanırken anlaşıldı ki, Nart
yapımcıya ödeme yapmak için karısının bileziklerini bozdurmuştu.
Üstelik alaycı bir üslupla, pişkinlikle yaptığı açıklamaya göre,
karısının rızasını alarak yapmıştı bunu: “Bendeniz, ayıptır
söylemesi, üç evlilik yaptım. Üçüncü ve son eşim Nuriye Hanım, ‘Sen
bütün yarışmaları ikinci eşin Sabahat Hanım döneminde kazanmışsın.
Benim zamanımda da bir şeyler yap da göğsüm kabarsın’ şeklinde beni
teşvik etti” diyordu Nart. Ama kadıncağızın içine bir kurt
düşmüştü. Ya yarışmaya katılacağım diye bozdurulan bilezikler
hovardalıkta harcanıyorsa? İşte malum suçüstü günü Nart eşini
masumiyetini kanıtlamak için yanında getirmişti. Nuriye Hanım
bileziklerin parasının göğsünü kabartmak için kullanılacağını
anlamıştı anlamasına ama kalbi bu polisiye olaya dayanmamıştı
maalesef.
Eşi hastaneden, kendisi cezaevinden çıktıktan sonra Nart evinde,
Nokta Dergisi muhabirlerinin tanıklığında televizyondan takip
ettiği malum yarışmada sorulan soruların 48’inden 37’sine doğru
cevap veriyor, “yarışma kralı” olduğunu bir kez daha ispat
ediyordu. Daha soru cümlesi tamamlanmadan yanıtı yapıştıran Nart,
bu birikimine rağmen neden gayrımeşru yollara başvurduğunu şöyle
açıklıyordu: “Efendim yarışmalara katılmak bende bir nevi iptila.
15 senedir bir yarışma haberi duysam, üstünüze afiyet, bir hoş
oluyorum.”
Mehmet Yücel Nart, evinde bilgi yarışması
izlerken...
ZAMANIN RUHUNA UYGUN BİLGİ
YARIŞMASI
Bilgi yarışması, daha radyo günlerinde, modern bir format olarak
gazeteler ve dergilerin de katkısıyla Türkiye’nin gündemini işgal
eden bir program türüydü. Tıpkı takvim ve saat gibi bilgi
birikiminin de batıyı model alarak dönüştüğü erken Cumhuriyet
döneminde, İsveç jimnastiğinden ilhamla uygulanan kültür-fizik
hareketleri nasıl bedeni biçimlendiriyorsa, kısa ve özlü
ansiklopedik bilgilerden mütevellit genel kültür de zihinleri
biçimlendiriyordu. Bunlardan ilk popüler olanı sahne komedyeni
Orhan Boran’ın sunduğu, İpana
diş macunu markası sponsorluğunda hazırlandığı için, Boran’ın
yarışmacılara sık sık “bir sıkımlık diş macunu kazandınız”
esprisini yaptığı İpana Bilgi Yarışması’ydı. İşte bu bilgi
yarışmaları modern, şehirli, eğitimli, çoğunlukla orta yaşlı ve
erkek yarışmacıları ideal vatandaş olarak lanse eden programlardı.
Yarışmacıların ortalama profili böyle olunca, belli yaş üstü ve
altı, eğitim seviyesi düşük, taşralı, kadın, engelli yarışmacılar
medya marifetiyle günlerce, hatta aylarca kamuoyunun gündemini
işgal ediyordu. Mesela, Yücel Nart skandalının patlamasından birkaç
yıl sonra TRT’de yayınlanan Banko adlı yarışmada büyük başarı
gösteren Hale Bacakoğlu’nun gözlerini çok okumaktan kaybettiğine
inandırmak istemişti medya bizi. Okul bilgisinin bizi “bozduğuna”
inandığını size daha önce anlattığım dindar anneannem buna inanmaya
dünden razıydı ve Bacakoğlu örneğini vererek okumanın bizi olduğu
gibi gözlerimizi de bozacağına bıkmadan usanmadan inandırmaya
çalışıyordu.
Hale Bacakoğlu
POLİTİK İKLİME GÖZ KIRPAN YARIŞMACILAR VE
SUNUCULAR
Son yıllarda biri bitip diğeri peydah olan, yabancı menşeli
milyoner yaratmaya niyetli yarışmalarda başarı gösteren 65 yaş üstü
kadın, 30 yaş altı erkek, agresif, hiperaktif, depresif, küstah,
cahil cesaretine sahip, deli dahi, hatta “çirkin” olarak lanse
edilen yarışmacı tipolojileri hem yarışmaların yayınlandıkları gün
ve hem de sonraki günlerde haber portallarını ve sosyal medyayı
epey meşgul ediyorlar. Kenan Işık’ın sunuculuğuyla başlayan
milyoner yaratma iddiasındaki yarışma furyası, Türkiye’nin politik
ve kültürel iklimi dönüştükçe sunucu ve format değiştirdi. Sunucu
ve yarışmacı seçimi, sorular ve çekim esnasındaki sohbetler giderek
yerli-milli ve dini bir içerik kazandı. Kadın yarışmacılara dekolte
giymemeleri çünkü kameranın farklı açıları dolayısıyla frikik
verebilecekleri tembih edildi. Hatta yarışmacının yanında getirdiği
kıyafetler arasından yapımcı tarafından seçim yapılır oldu.
Gelirken aile fotoğrafları getirmeleri istendi. Bunlar dev ekrana
yansıtılıp duygusal anlar yaşanırken, aile merkezli bir toplum
olduğumuzun altı çizildi. Dini ve manevi değerlere ilişkin
soruları, mesela İstiklal Marşı’nın bir kıtasını veya Hazreti
Muhammed’in hayatına dair temel bir ayrıntıyı bilemeyen
yarışmacılar sosyal medya linçine maruz kaldılar. Yoz, cahil,
küstah, pişkin bulunarak eleştirildiler. Başarılı olanların
aileleri onore edildi, sunucular tarafından stüdyodaki
annelerin-babaların elleri öpüldü, vatana-millete hayırlı gençler
yetiştirmelerinden dolayı tebrik edildiler. Kimi yarışmacı hem
stüdyodakileri, hem de ekran başındakileri eğlendirsin diye
seçilmişti. Türkçe’yi sonradan öğrenmiş, eğitim seviyesi düşük
fakat medeni cesareti yüksek bir Kürt yarışmacı, hayat hikayesi,
ailevi ilişkileri, konuşma biçimi, beden dili, tavırları ve
naifliği sebebiyle “en komik yarışmacı” ilan edilmişti. Tek başına
geldiği yarışmada büyük şehirdeki yalnızlığı, babasından izin alma
zorunluluğu, entelektüel bir iddiası olmadan gözü kara yaptığı
başvuruya ilişkin hikayesi, her durakta seyirciyi ve sunucuyu,
sonradan da sosyal medya ahalisini neşeye gark ediyordu. Gündelik
hayatında uğradığına şüphe olmayan ayrımcı tavırlara hem stüdyoda,
hem de sosyal medyada sayısız kere maruz kalıyordu bu
yarışmacı.
Başta ansiklopedi, kitap, cüzi
miktarda para gibi ödüllerin dağıtıldığı bu yarışmalar, televizyon
yayınlarının başlaması ve yayın sürelerinin uzamasıyla birlikte
daha büyük para ödülleri, ev eşyaları, tatil programlarından tutun
da otomobiller ve evler vermeyi vaad eden programlara
dönüşmüşlerdi. Tabii sorulan sorular da genel kültürü yoklayan
türden değildi artık. Politik gündeme, popüler kültüre, insan
ilişkilerine, magazine, her türlü popüler figüre, şarkı sözlerine
referansla hazırlanıyordu. Yer yer isim-şehir-hayvan, yer yer de
kazı kazan türü oyunlara benzer yarışma içerikleri ortaya
çıkıyordu, TRT’nin sıkıcı ciddiyetinden uzaklaşılıp özel kanallar
kalıcılaştıkça.
Merak eden, okuyup-yazan, sorgulayan, bilgi biriktiren insan
tipolojisinin sahte bir saygı gördüğü kadar da yadırgandığı
kültürümüzde, bilgi yarışması bilgili olmaktan başka ayrıksı
niteliklere de sahip olması beklenen insan tiplerinin
yarıştırıldığı bir format. Büyük meblağlar vaad etmesi, stüdyodaki
ve ekran başındaki seyirciyle sıcak bir iletişim kurabilen,
yarışmacıya yeri geldiğinde cesaret veren, duygusal/fiziksel temas
kuran, yeri geldiğinde ise haddini bildiren çekici, karizmatik bir
erkek sunucu da istihdam etmesi, duygusal ve gergin anlar yaşatması
gerek. Çarkıfelek, survivor tarzı yarışmalar karşısında yenik
düşmemenin yolu bu çünkü.