Bir müzik fenomeni: Nino Varon

1970’li yıllarda Türk Pop Müziği’ni şekillendiren, önemli prodüktör Nino Varon, 50 yıl sonra yine prodüktör kimliğiyle karşımıza çıkıyor. 'Şarkı Gibi Şarkılar' albümüyle Varon, şarkılarına uygun sanatçıları bir araya getirerek, özlem duyulan “naif” duyguları, günümüzde hızlıca akıp giden ve zamanda kaybolan “insan belleğine” hatırlatmayı hedeflediğini ifade ediyor.

Abone ol

1970’li yıllarda, o günlerdeki adıyla “Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği” olan Türk Pop müziğine prodüktör, söz yazarı ve besteci olarak adını yazdıran, müzik insanı ve prodüktör Nino Varon, yine prodüktör kimliğiyle bir albüme imza attı. DMC etiketiyle yayınlanan 'Şarkı Gibi Şarkılar' albümüyle Nino Varon, farklı sanatçıları bir araya getirerek önemli bir albümü dinleyiciyle buluşturdu. Kariyeri boyunca Nilüfer, Tanju Okan, Füsun Önal, Modern Folk Üçlüsü, Timur Selçuk, Juanito, Nesrin Sipahi, Ajda Pekkan gibi önemli isimlere prodüktörlük yapan, Duman ve Bulutsuzluk Özlemi’ni keşfeden, Tanju Okan’a Hasret, Nilüfer’e 'Göreceksin Kendini' gibi unutulmaz şarkı sözleri yazan, yaptığı bestelerle listelerde uzun yıllar boyunca bir numaraya yükselen Nino Varon, yeni albümüyle yine adından söz ettirecek gibi duruyor. Nilüfer, Sezen Aksu, Candan Erçetin, Nil Karaibrahimgil, Ziynet Sali, Duman grubu solisti Kaan Tangöze, Bulutsuzluk Özlemi, Demet Sağıroğlu, Onur Mete, Recep Aktuğ, Ege gibi önemli isimler dışında, uzun yıllardır yeni bir kaydını dinlemediğimiz Fedon, bir süre önce kaybettiğimiz 'kalipso kralı' Metin Ersoy'un son kaydını da içeriyor. Besteleri ile tanıdığımız Ayhan Çakar, Miya, Aşina, Murat Yenyıl gibi ilk defa duyacağınız isimler de albümde yer alıyor. Nino Varon da biri Demet Sağıroğlu’yla düet iki Türkçe, bir de Fransızca şarkıyla albümde kendi sesiyle albümde yer alıyor. Albüm kapağındaki görsel, usta bir prodüktör olması dışında aynı zamanda iyi bir ressam olan olan Nino Varon'a ait. “Beyoğlu 1961”, “Dans Et Benimle”, “Bir Kadın Bu Kadar Özlenmez ki”, “Hastayım”, “Mumları Yakacağım Bu Gece” ve “Bugün İşe Gitme” ise ilk kez müzikseverlerle buluşuyor. 1970’li yıllarda Türk Pop Müziği’ni şekillendiren, önemli prodüktör Nino Varon, 50 yıl sonra yine prodüktör kimliğiyle karşımıza çıkıyor. 'Şarkı Gibi Şarkılar' albümüyle Varon, şarkılarına uygun sanatçıları bir araya getirerek, özlem duyulan “naif” duyguları, günümüzde hızlıca akıp giden ve zamanda kaybolan “insan belleğine” hatırlatmayı hedeflediğini ifade ediyor.

NOVA MÜZİK VE JAZZ SEMAİ

Nino Varon’la dostluğumuz 10 yıl öncesine dayanıyor, zaman zaman birbirimizi arayıp müzik fikirleri danıştığımız, zaman zaman müzik heyecanlarımızı paylaştığımız bir dostluk bu. Henüz küçük yaşlardayken plaklarda adını gördüğüm, “acaba kim bu” diye düşündüğüm, sonrasında tanışıp fikilerini öğrenip, beğendiğim bir müzik adamı olmasının dışında çok yönlü düşünebilen bir isim Nino Varon. Türkiye’de caz müziği denildiği zaman bazı mihenk taşları vardır, albümler, müzisyenler ve şarkılar arasında olmazsa olmazlar gibi düşünebilirsiniz bunu. Benim için o günlerde ve bugün hala çok önemli olan “Jazz Semai” albümünün prodüktörü Nino Varon’du. Türkiye’nin ilk caz albümü olma özelliğini taşıyan Jazz Semai, Nova Müzik etiketi ile ve Nino Varon’un prodüktörlüğünde çıkmıştı, Mart 1978’de kayıt ve mix Ümit Eroğlu’nun Ankara’daki stüdyosunda yapılmıştı. Erol Pekcan, Tuna Ötenel ve Kudret Öztoprak’tan oluşan kadrosuyla efsane bir albümdü. Ben o günlerde Jazz dergisinde yazıyordum ve tanıtılması gereken albümlerin başında Jazz Semai’nin geldiğini düşünüyordum çünkü yeni nesilin caz albümlerinin tarihini öğrenmesi gerekiyordu. 1970’li yıllarda Jazz Semai gibi idealist bir projeye imza atmak kolay bir iş değildi. Elbette Jazz Semai’yi yapan müzik adamıyla konuşmak ve bunu okuyucuya aktarmak adeta bir ödevdi. Jazz Semai albümünü dinlemek o yıllarda, bana büyü gibi bir duyguyu ifade ediyordu, henüz Kudret Öztoprak da hayattaydı, sonrasında onu da kaybettik, şimdi o albümün hatırasını yaşatan üç kişi kaldı; Tuna Ötenel, Nino Varon ve Ümit Eroğlu. Üç değerli müzik insanı, üçü de kendi kulvarında öncü isimler.

PRODÜKTÖR OLMAK

Türkiye’de prodüktör olmak Nino Varon’a göre körler ülkesinde tek gözlü olmak gibiydi. Ona göre bir artist kimliğine, yüzüne, yaşına ve genelde tanındığı davranış biçimine aykırı bir şarkı söylerse sadece bir şarkı söylemiş olur, hit yapamaz, kuralı geçerliydi. Yazdığı naif şarkıları kendi kuşağına taşıyabilecek, 45-50 yaşlarında yakışıklı, bohem, çok az serseri, yakışıklı bir erkek lazımdı. O şarkıcı ise Tanju Okan’dı, Nino Varon’a göre Tanju Okan’ın beğenilmesinin nedeni buydu, o bohemlik, o çok temiz yüz şarkılara çok yakışmıştı. Nilüfer’in keşfedilmesi de yine ona nasip olmuştu. Plak şirketinin temsilcisi olarak bir ses yarışmasında jüri üyesi olduğunda Nilüfer’i gördü. Ardından 1971 yılında Nilüfer ile ilk şarkıları yapmaya başladı; “Ağlıyorum Yine”, “Neden Derken”, “Liseli Kız”, “Göreceksin Kendini”, “Dünya Dönüyor” gibi hitler. Bulutsuzluk Özlemi’nden Nejat Yavaşoğulları Varon’a gelip, "Rutubet, Gudubet" adlı şarkıyı çaldığında böyle grupların gerçekten var olduğuna inanamadığını ama hala ayakta dimdik durduklarını söylüyor. Ajda Pekkan’ın Diva albümü hazırlanırken "Kimler Geldi, Kimler Geçti" şarkısının kayıtlarında stüdyoda şaka olsun diye "Je T’aime" demişti şarkının içinde. Onu motive etmeye çalışıyordu, şarkı o haliyle kaldı ve bir defa liste başı oldu. 1974’te Yılmaz Güney’in isteği üzerine, Arkadaş filminin müziğini Şanar Yurdatapan’la birlikte hazırladı. Film müziği yapmayı ilk defa deniyordu ama formülü tutmuştu çünkü film hem sinema gişesinde, hem de müzik listelerinde bir numara oldu.

Yeni albümü hakkında konuşurken “eski şarkıyı tadını bozmadan yenileştirmek ve çapraz şarkıcılara söyletmek kolay değil” diyordu; haklıydı da, Tanju Okan'ın seslendirdiği bir 'Hasret'i, Nilüfer'in seslendirdiği 'Göreceksin Kendini' gibi şarkıları tekrar seslendirmesi başka şarkıcılardan bilinen şarkıları yeni seslerle tekrar tanıtmak gibi bir şeydi. Prodüktörlük, doğru şarkıyı doğru şarkıcıya söyletme ve liste başı yapma sanatı. Bunun bir formülü var ama öyle yazılan, çizilen bir formül değil, bir his formülü bu.

MÜZİKTE İNTERNET ÇAĞI

Nino Varon, ülkemizdeki popüler müziğin kaderini değiştiren isimlerden. Nino Varon’un müziğin bugününe dair fikirleri önemli; o da birçoğumuz gibi müziğe olan saygının bittiğinden dert yanıyor. Amerikalı bir müzik psikoloğunun sözleriyle devam ediyor:

“Müziğe ulaşmak o kadar kolaylaştı ki insanların ona olan saygısı bitti. ITunes ya da Spotify, 2 bin tane istasyon var, bilgisayarda ya da cep telefonunda da çalıyor. Artistin değerini gösteren en iyi dönem longplay’lerin, uzunçalarların olduğu yıllardı. Teknoloji bizi küçücük bir kasete indirgedi. Artist küçüldü, yazılar okunmaz hale geldi. Sonrasında orta karar dediğimiz bu digital, 'perde arkasından dinlediğimiz müzik' diye bazı insanların söylediği CD'ler çıktı. O bakalitin sıcaklığı, o plağı tutmanın keyfi kalmadı. Onların kokusu da vardı. Plağı birinci ambalajından, sonra ikinci ambalajından çıkarıp pikaba koymak, pikabın iğnesine bakmak falan, bunlar birer keyifti. Şimdi artık bu yok, artık o ses kalitesi de yok. Teknoloji istediği kadar ilerlesin, plaklara kayıtlı sesin kalitesini bulamıyoruz. Deutsche Grammophon'un 9. Senfonisi, Herbert von Karajan, Beethoven. Bugün CD olarak alsan belki aynı şeyi dinliyorsun, ama kütüphanende güzel durmuyor. O plaklar evlerin gururu, kültürünün simgesiydi. Şimdi CD'ler var, küçücük şeyler.”

Bugünlerde ben dahil müzik dinlerken internet mecralarına başvuruyoruz çünkü ulaşmak ve dinlemek kolay, müziğin kalitesi iyi mi diye soracak olursanız işte orada bazı sorunlar karşımıza çıkıyor. Kayıtlar digital hale geldikçe sesler “yuvarlanıyor” ve sound bana göre bir ölçüde düşüyor. Tabii en büyük sorunlardan birisi de karnotet sorunu; nedir kartonet sorunu? Eskiden plaklarda, kasetlerde hatta cd’lerde info bölümü vardı ve o albümde kim, hangi enstrümanı çalmış ya da şarkıların sözü ve müziği kime ait görebiliyordunuz, dijital dünyada bundan yoksun kalıyoruz. Bir şarkı dinliyoruz ama bu şarkının sözü ve müziği kime ait ya da bu şarkıda kim hangi enstrümanı çalmış bilmiyoruz, ama plaklarda ayrıntılı olarak prodüktör kim, aranjör kim, müzisyenler kim, eser sahipleri kimler, hatta o albüm hangi stüdyoda kaydedildi hepsini görebiliyordunuz ve bu müzikal olarak bir kültürü ifade ediyordu. Nino Varon’un dediği gibi o plaklar evlerin gururu, kültürünün simgesiydi. Şimdi bluetooth hoparlör ile dinlenen yarım bırakılmış bir müzik var ortada. Bunu müzik dünyası aşabilir mi? Mutlaka bir çözümü vardır, info bölümü eklenerek az önce sözünü ettiğim bilgileri orada okunabilir. Her şeyin kolayına kaçtığımız günümüz dünyasında bu kolaycılıktan en çok nasibini alan konu ne yazık ki müzik. Eski Hey dergilerini hatırlıyorum, aranjörlerin birbirleriyle olan atışmalarını ve plak değerlendirmelerini okuyorduk, çok önemli bir ayrıntıydı ve belirleyici bir görev üstleniyordu.

FARKLI VE İDDİALI ALBÜM

Nino Varon’un albümüne dönecek olursak; albüm hem naif hem iddialı. Seçilen şarkılar nedeniyle naif ve farklı: Zamanında o şarkıcıları plak yapmış şarkıcılardan duyduğumuz şarkıları şimdi daha başka şarkıcılardan duymamız yönüyle farklı. İddialı; çünkü albümlerin çok satmadığı bir müzik ortamında yeni bir albüm yapmak başlı başına bir şövalyelik demek. Hele ki bu şarkıların çoğu yeni değilse... Çünkü eski şarkıların bilinirliği günümüzde hem var hem yok. Her şeye rağmen Türkiye’de bir müzik piyasası var ve bu piyasa içinde “müzikçiler” var olmaya çalışıyorlar, insanlara müzik dinletmeye çalışıyorlar. Beğensek de beğenmesek de müziğin varlığını devam ettirmesi gerektiğine inananlardanım. Bir piyasa düşünün ve bu piyasa tüm emekçileriyle yaşamak zorunda. Aksi taktirde yeni şarkılar dinleme şansımız git gide azalacak ve bir kültürden mahrum kalacağız. Nino Varon son albümü için müzik hayatımın mirası ifadesini kullanıyor, dinleyiciler bu mirasa sahip çıkarak bu güzel albümü hak ettiği yere taşıyacaklardır diye düşünüyorum.