Bir ölümün hatırlattığı: Elveda Ramin! Merhaba Ramin!

Hiç tanışmadığımız dostum Ramin, hiç tanışmadığın dostların yaşadığı sürece sen yaşayacaksın. İnsanlık onurunu haykıran son kişi yeryüzünden göçene dek sen yaşayacaksın. Sen yaşayacaksın Ramin, çünkü yaşam kazanacak, yaşam kendi uğruna ölmeyi bilenleri bu yüzden her nesilde yeniden ve yeniden doğuracak!

Abone ol

Eylül Deniz Yaşar*

Elinde ağır bir meşale taşıyarak çıkartılacağı darağacı meydanına götürülen Damien’isin (1) sen bu çağın; sahne hazır, sehpa hazır, seyirciler hazır. Üstelik seyirciler sadece Paris Kilisesi’nin kapısı önündeki o kalabalık değil, bütün bir dünya Ramin. Bu dünya, senin dünyan; bu dünya, bizim dünyamız. Kurban da seyirci de biziz Ramin ama azap çeken sensin. Elveda Ramin!

Aşınmış bir günün karanlığına uyanıyoruz yine, senin ölümünü beklerken. Senin gülümsemeni değil, senin bir duvardan bir duvara yürüyüşünü değil, senin bir şahinin peşinde kırlar boyu koşuşunu değil, ölümünü Ramin... Öyle kapıları kapatmış usulca beklerken senin ölümün bize kendi ölümümüzü hatırlatıyor. Senin ölümünü beklerken acıyı kanımızda tatmış bir günü tartıyoruz sol kefesine terazisinde zamanın. Diğer kefeye yüz gün koyuyoruz, sol ağır çekiyor. Bin gün koyuyoruz, sol kefe yine ağır... Sonsuzluğu koyuyoruz, sol kefe hep daha ağır... Sonsuzluk ve bir gün koyuyoruz sonra; terazi birden dengeleniveriyor. Sol kefe şaşkın, terazi kırık, zaman kırgın. Gittiğin yer nasıl bir yer Ramin? “Bizim gittiğimiz yer nasıl bir yer olacak? Ya orada dağlar, vadiler, polisler, askerler varsa...” (2)

Gecenin taşı çoktan karardı, suyun kök saldığı topraklar çoktan kana bulandı. O gün bugündür sularımız kızıl akar küçük karabalığın kıyısına vurduğu Aras kıyılarında Ramin. O gün bugündür sabrın aynasında sınanır vicdanın ak mayası, senin o bıçkın nesline verdiği canı yine kendisi alan diyarlarda. Senin ülken şimdinin kayıp Aroganya’sı…

Geçici ve küçük duyarlıkların yan yana gözüktüğü süslü kartpostalları bir bir yakıyorlar kentlerimizde Ramin. Bize sevinç veren ne varsa… İşte menekşeler ve kırlangıçların hali ortada. Neruda’nın söylediği gibi sessizliğin çevresindeki kabuğu dişlemek için bu sınırın ötesine geçmeliyiz şimdi, ne karşılık vereceğini bilemeden. “Öyle çok ki ölüler, öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler,” Sahi öyle çok ki gemilere vuran miğferler ve öyle çok ki unutmak istediklerimiz Ramin! Yaşayan her şair bu gece senin için en hüzünlü şiirlerinden birini yazabilir. Birini… Sen bile bile ölümünü beklediğimiz kaçıncı yüreksin Ramin?

İki kişi daha var seninle birlikte idama yürüyen. Onlar da senin adınla birlikte bir mücadelenin ölümsüzlük kervanına sessizce yürüyen milyonlarca özgürlük sevdalısından ikisi oldular. Haberleriniz aynı anda geldi, ne acıydı şu korkak asrımızda sizi aynı günün sabahında sessizce çekip aldıklarını duymak. Bizim için sessizdi, sizin için o kadar sessiz oldu mu Ramin? Nasıl girdiler hücrenize? Nasıl çektiler süngüsünü kapınızın? Nasıl kapattılar kapıları ardınızdan? Kapıların sesini başka tutsaklar duydu mu diye içinde yaşamın o en diri merakı dipdiri uyanıverdi mi Ramin? Saatler sonra dünyaya duyurdular haberi. Kara haber tez duyulurmuş eski zamanlarda. Bizim asrımızda kara haberler geç duyuluyor Ramin. Elimiz ayağımız iyice bağlansın diye… Elimiz ayağımız bağlı değildi desek, annenin yüzüne nasıl bakarız Ramin.

İşkence, tecrit, idam… Bunların anlamları ne gözüktüğü kadar basit, ne de gözüktüğü kadar karmaşık. Asırlardır cellâtlar hep aynı yöntemleri kullandılar. Ölümle terbiye etme, başkasının ölümüyle diğerinin yaşamını yönetme biz Ortadoğululara reva gördükleri kader olmaktan çıkmadı gitti asırlardır. Sen bu kaderi kabul etmeyerek kendi halkının arzuladığı kaderi tercih ettin. Seni öldürmeye karar vererek tebaası üzerindeki yasaya uymayanlara verilecek cezayı belirledi ölüm üzerine kendini kuran faşizm. Faşizme karşı yenilginin ölmek değil teslimiyetle başladığını bildiğin için bedenini açlığa yatırdın. “Beni alacaklarsa böyle alsınlar” demişsin. Tüm onurlu tutsaklar gibi bedeninle ölüm duygusunu çoktan aşmıştın. Bu yüzden onlar değil, asıl kazanan sendin Ramin. Senin yaşamını yaşayanlar ancak senin ölümünü ölebilirlerdi.

Özgürlük ile tutsaklık arasındaki çizgi ne kadar ince Ramin… Ölüm ile yaşam arasındaki… Kendi yaşamınla kendi ölümünü onurlu kıldın ve henüz 24 yaşında seni öldürmek isteyenlerin dünyasında özgürlük için tutsaklığı, yaşam için ölmeyi göze alarak kimilerinin çoktan unuttuğu, ama bizim halen inandığımız kahramanlardan birine çoktan dönüştün. İnsan bu dünyaya niçin gelir Ramin? Niçin geldiğini bilmeyen niçin öleceğini bilir mi? Sen ikisini de biliyorsun, bu nedenle yerin ölümsüzler kervanıdır Ramin.

Annen, anaların en yiğitlerinden… Senin gibi evlatlara can veren Tanrıçaları onlar bu karanlık çağın. Zayıf bedeni ile seni koydukları hapishanenin önüne gelmişti seni öldüreceklerini söyledikleri gün. Yorgundu, üzgündü, ciğeri paramparçaydı. Ama boynu dikti Ramin. Başını hiç yere eğmedi. Seni idama götürürlerken senin boynunun da eğilmeyeceğini o gün bir kez daha anladık işte öyle biz. Bizim boynumuz her dostun ölümüyle biraz bükülür, bağışla. Yanında olamadık. Biz dışarıdaki tutsakların işi daha zordur Ramin, etrafımızdaki dört duvarı elle tutamaz, gözle göremeyiz. O duvarları yumruklaması o yüzden daha zor, daha çetin iştir. İnsanı bazen çıldırtır Ramin. Senin aklın bizimkinden bu yüzden daha selimdir…

Toprakların adını unutmayacak Ramin. Kürt halkının bağrından çıkan kaç bininci evlatsın sen böyle, özgürlük aşkı ile yanıp tutuşarak dönmemek üzere bu uzun yola serini koyan? Kaçıncı gençsin sen, yaşıtlarına daha bu yaşında ağabeylik eden bilge bir mamoste olmanın onuruna erişen? Sizi sayarak bitirmek mümkün mü, sizi yakarak kül etmek mümkün mü, sizi vurarak yok etmek mümkün mü? Hiç tanışmadığımız dostum Ramin, hiç tanışmadığın dostların yaşadığı sürece sen yaşayacaksın. İnsanlık onurunu haykıran son kişi yeryüzünden göçene dek sen yaşayacaksın. Sen yaşayacaksın Ramin, çünkü yaşam kazanacak, yaşam kendi uğruna ölmeyi bilenleri bu yüzden her nesilde yeniden ve yeniden doğuracak! Bu yüzden sen gibi dostlara elveda yakışmaz, senin ismini anmak bizim dilimiz için bir onur, seni selamlamak yüreğin yarasına merhemdir, o yürekli ailenin başı sağ olsun, sana selam olsun, merhaba Ramin!

KAYNAKLAR:

1- Foucault, M. (2000a). Hapishanenin Doğuşu. (Çev. M. A. Kılıçbay), İstanbul: İmge Yayınları. S.33

2- Theo Angelopoulos, “Sonsuzluk ve Bir Gün”, 1998 tarihli filminden.

3- Pablo Neruda, “Unutmak Yok”.

https://www.siir.gen.tr/siir/p/pablo_neruda/unutmak_yok.htm

*Video aktivisti