Drew Goddard, 2012’de çektiği “The Cabin in the Woods” (Dehşet Kapanı) filmiyle korku sinemasının klişeleriyle oynamaktaki maharetini göstermiş, bildik hikayeye yeni bir soluk getirmişti. Televizyon dizileri dışında öncesinde yazdığı “Canavar” ile az mekân kullanarak hareketli hikayeler yazma becerisini kanıtlamıştı zaten. Çektiği ilk filmin ardından kaleme aldığı “Dünyalar Savaşı Z”de durum değişse de, “Marslı” ile bir kez daha dar alanda hızlı paslaşmalara devam etti.
Goddard’ın bugün gösterime giren yeni filmi “El Royale’de Zor Zamanlar” da büyük bir bölümü tek mekanda geçen bir suç/gerilim hikayesi. Hikayenin en güçlü tarafı da kuşku yok ki senaryosu. İlhamını 1926 yılında kurulan Cal Neva Oteli’nden alıyor film. California ve Nevada eyaletlerinin sınırı üstüne kurulduğu için bu adı alan, bir dönem Hollywood ve siyaset yıldızlarının vazgeçilmez mekânı haline gelen, Frank Sinatra’nın bir ara sahibi olduğu, Marilyn Monroe’nun intihar girişiminde bulunduğu, Kennedy ailesinin gözde mekânı olan Cal Neva bir süre sonra gözden düşmüş.
Film 1969 yılında görkemli günlerini geride bırakmış El Royale Oteli'nde ‘tesadüfen’ bir araya gelen insanların birbirlerine bağlanan hikayesi bir bakıma. Ama bu insanların hayatlarını birbiri ardına işlenen suçlarla birbirine bağlarken 60'lar ABD’sinin fotoğrafını da çıkarmayı ihmal etmiyor. Kendisini elektrikli süpürge satıcısı olarak tanıtan bir adam, hafıza kaybından mustarip şüphe uyandıran bir rahip, şarkı söyleme hayaliyle yollara düşmüş siyah bir kadın, şüphe uyandıran tavırlarıyla ‘hippi’ kılıklı başka bir genç kadın ve kimselerin uğramadığı bu otelde kendisini uyuşturucuya vurarak teselli bulmaya çalışan resepsiyon görevlisi. Ve tabii bir tür ‘çiçek çocukların tarikatı lideri’ olarak tanımlayabileceğimiz Billy Lee. Tam 60’ların ruhuna uygun bir birleşim. Soğuk Savaş’ın verdiği meşruiyetle bütün ülkeyi gözetim altına alan FBI, siyah hareketinin yükselişi, Vietnam Savaşı, çiçek çocuklar ve suç dünyası... Karakterlerin hepsinin ülkenin bir yanını temsil ettiği hemen anlaşılıyor.
Ancak Drew Goddard, bu alegoriyi birbiri ardına işlenen cinayetlerin ve bağlanan hikayelerin içinde ustaca eriterek kaba bir hale getirmemeyi başarıyor. Karakterlerin temsil ettikleri ile hikayenin kurgusu birbirine güçlü bir şekilde geçiyor ve böylece ‘temsiliyet krizi’ aşılmış oluyor. Ara sıra geri dönüşlerle karakterlerimizin otele yolunun nasıl düştüğüne tanıklık etsek de ağırlıklı olarak tek mekânda geçen bir film “El Royale’de Zor Zamanlar”. Drew Goddard, tıpkı “Dehşet Kapanı”nda olduğu gibi bu filmde de iki taraflı ayna esprisini kullanıyor. Bu buluş, tıpkı aynanın gerçek işlevi gibi filme de genişlik kazandırıyor ve mekânı çok boyutlu hale getiriyor. Aynanın bir yanına, banka soygunu, adam kaçırma, cinayet, Vietnam Sendromu, güç ve suçluluk duygusu yansırken diğer tarafında birbirinin içine geçmiş ve artık kontrolden çıkmış ‘derin’ devlet oyunları görülüyor. Özel hayatın ihlali, şantaj için kurulan tuzaklar ve bir tür panoptikon olarak tasarlanmış otel ile her şeyiyle gözetim altına alınmış Amerikan toplumu ironisi.
Hikayesiyle James Mangold’ın 2002 tarihli “Identity” (Kimlik) filmini, estetiği ve kurgusuyla Tarantino’nun ilk dönemini hatırlatan yapım, geçtiği zamanın estetiğine ve filmlerine saygı duruşunda bulunmayı da ihmal etmiyor. Birbirinden yetenekli oyuncularıyla bu alanda sıkıntı çekmeyen filmin tek ‘eksik’ tarafı biraz ‘fazla’ olması. Drew Goddard, seyircinin ilgisini diri tutmayı başarsa da kimi yerlerin uzaması filmin gücünü azaltan faktörlerin başında. Bu fazlalıkları görmezden gelirsek, “El Royale’de Zor Zamanlar” yılın sürpriz ve en iyi filmlerinden birisi olarak dikkat çekiyor.
ORİJİNAL ADI: Bad Times at the El Royale
YÖNETMEN: Drew Goddard
OYUNCULAR: Jeff Bridges, Dakota Johnson, Chris Hemsworth, Jon Hamm, Cynthia Erivo, Lewis Pullman, Cailee Spaeny
YAPIM: 2018 ABD
SÜRE: 142 dk.