Türkiye’de iki türlü siyasal performansa bakıp göz
kamaştırıyoruz. Birincisine fazla takılıp, ikincisini anlamazlıktan
geliyoruz.
Birinci tür performansı “biz yaptık oldu” olarak özetlemek
mümkün. Popüler ifadesi “atı alan Üsküdar’ı geçti”. Siyasal iktidar
öyle olmayan istatistikleri, verileri biz yaptık oldu diyerek
yüzümüze vuruyor, manipülasyon yapıyor. Ya da Türkiye’nin küresel
bir komplo ile yıllardır uğraştığına yönelik ifadeleri en
tepelerden duyuyoruz. Egemene itaat dışında başka seçenek yok
deniyor. Baskın söylem sürekli tekrarlanıyor, söylemi tanımayanlar
sürekli dışarı itiliyor. Afallamaktan adım atmaya zaman
kalmıyor.
İkinci tür performans ve bir türlü tartışmayı taşıyamadığımız
kısım eyleyerek icra etmek, bir beklenti yaratarak o eylemi
tetiklemek. Kısaca “böyle yaparsak çözülür” ifadesiyle de
özetlenebilir. Teknik görünmekle birlikte esasen beklenti yaratmak
ve yönetmekle ilgili olan bir performativite.(i) Örneğin başkanlık
ile Türkiye’nin yönetim krizi yaşamayacağını iddia etmek. “İhtiyaç”
Türkiye’nin geleneklerine atıfla savunulduğu gibi çağın gereklerine
(hızlı karar alma) atıfta bulunulduğu da görülür. Başka bir örnek
finansal alandan verilebilir. Yatırımcıların ve uzmanların
aldıkları kararlar kendi kendilerini doğrulayan döngüler
oluşturabilir. Yatırımcıların uzun bir süre için liranın
değerleneceğine yönelik beklentisi ile Türk Lirası varlıklara
yatırımın hızlanması arasında bir bağlantı bulunduğu gibi aslında
ilk beklentinin ve buna uygun davranışın ikinci olayı, paranın
değerlenmesini temin ve icra ettiği söylenebilir.
Bahsettiğim ikinci tür performans skandallara yol açan örneklere
de sahiptir: Büyük finansal çöküşler öncesinde verileri olduğundan
farklı göstermek, muhasebe hileleriyle hayali kazançlar sergilemek
de performatif bir eylemin sonucudur. Burada yaratılan beklentiye
göre hissenin ya da ülke ekonomisinin iyi performans göstermesi
gelecekte daha iyisinin gerekçesini oluşturur. Bazı durumlarda
yıllarca sürdürülse de nahoş gerçekler genelde kapıyı hızla
çalar.
REJİM BİÇİMİ DEĞİŞTİ, SONRAKİ PERFORMANS?
Yaklaşık on yılı aşkın bir süredir devam eden rejim biçimi
değişikliğinin sonuna 2017 referandumuyla geldik. Şimdi
uzatmalardayız. 2007 yılında Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından
seçilmesi yönündeki anayasa değişikliğinin oylanmasının üzerinden
yaklaşık 11 yıl geçti. Uyum yasalarının tamamlanması ve Türkiye’nin
yeni başkanının danışmanlarının akıllarındaki yönetim şemasının
hayata geçmesiyle bu rejim değişikliği süreci 2018 yılı içinde
bütünüyle tamamlanıyor.
Rejim biçimi değişikliği ifadesini sadece parlamenter sistemden
başkanlık sistemine geçiş amacıyla kullanmıyorum. Devlet aygıtı
içindeki kurumlar arasındaki ilişkilerin ve hiyerarşinin değişimi
bağlamında daha genel bir ifade olarak alıyorum. Örneğin 1980
darbesi sonrası Türkiye’de hem devlet-piyasa ve devlet-vatandaş
ilişkilerindeki değişim anlamında bir devlet biçimi değişikliği
gerçekleşti, hem de yürütmenin güçlenmesi süreci ve
teknokratikleşme eğilimlerinin uzantısı olarak bir rejim biçimi
değişikliği görüldü (Bir değini şuradan okunabilir).
24 Haziran seçimlerinin kendisinde oyların
muhasebeleştirilmesine ilişkin sorunlara (kimin oyunun hangi
bölgede nasıl sıçradığına ve bazı sandıklarda oyların başka
partilere yazılmasına) ve iletişim hatalarına çokça odaklanılmasına
karşın genel bir performans krizi (ikinci tür performans
bağlamında) arifesinde olduğumuz konuşulmaz oldu.
Soru basit: Rejim biçimi değişikliği istikrar ve büyüme
sağlamaya, iktidar blokunun kendisini yeniden üretmesine yeterli
olacak mı? Değişiklik Türkiye’nin yönetme krizlerinden muaf bir
patikaya oturtulması için tasarlandı. Bu sayede iktisadi şahlanışın
önündeki engeller de kaldırılacaktı. Parlamentoda çoğunluğu
kaybeden partinin başkanı icranın tepesinde yer alıp programını
uygulayabilecekti. Ortada iktidarı paylaşmak ya da kaybetmek
istemeyenlerin yolunu döşediği “yaptık oldu”cu müdahalelerin
katkısıyla sağlanan bir performans olarak rejim biçimi değişikliği
mevcut. Belirttiğim üzere sonuna geldik.
Peki, sorun olarak değerlendirilenler rejim biçimi değişikliği
ile çözülecek mi, rejim biçimi değişikiliği yeterli olacak mı? Kısa
cevap, hayır.
NEDEN BAŞKALARINA İHTİYAÇ VAR?
Daha ilk anda sorunlar baş gösterdi. Bunu ifade etmek için
söylemlere, siyasi jest ya da mesajlara bakmıyorum, bakmayı da
salık vermiyorum. Ekonomik sıkışmışlık ve “yeni” ihtiyacını
vurguluyorum: Örneğin piyasa değeri erimiş Türk bankalarına
yatırım, güven vermeyen Türk şirketleri hisselerine yatırım için
bir hikâye gerekli. Yeni “performans” ancak değerlenme
beklentisiyle gerçekleşebilir. Türk Lirası’nın daha fazla değer
kaybı ancak bu şekilde engellenebilir. Türkiye’ye sermaye girişi
ancak bu yeni ve yeniden inşa edilmiş performativite ile
sağlanabilir.
Mümkün mü?
Bütün bilgilerin tepedekine ve danışmanlarına aktığı ve bu dar
kadronun kararlarıyla adımların atıldığı şemada, piyasa âlimlerinin
çok sevdiği bir iş insanının ya da Naci Ağbal gibilerinin bakan ya
da yardımcı olması böyle bir hikâye yaratabilir mi?
Kısaca altını çizmek istediğim husus şu: Kazananın her şeyi
kazandığı ve toplumu bir karpuz gibi bölme esasına dayalı siyaset
varlığını sürdürecek, ancak siyasal ve iktisadi krizler
hayatımızdan eksik olmayacak. Rejim biçimi değişikliği ikinci
anlamda performans kriziyle taçlanıyorsa, yönetimdekilerin (birinci
ve ikinci türden) başka performanslara ve başka günah keçilerine
ihtiyacı ağırlaşarak devam edecek demektir.
ÇÖZÜLMEDİĞİNİ, ÇÖZÜLMEYECEĞİNİ GÖSTERMEK
Seçim hileleri biraz “biz yaptık oldu” gibi dile getirerek icra
ise, rakam ve istatistiklere karşın “böyle yaparsak çözülür”
diyerek gösterdikleri hedefler beklenti yaratarak icra anlamında
başka bir performansı işaret ediyor. Birincisi muhalefetin
beceriksizliği kadar devlet imkânlarıyla da sağlanıyor. İkincisinde
muhalefetin beceriksizliği de devlet imkânları da yetmiyor. İktidar
bloku mensuplarının kendi inandıklarına, yatırımcıları ve
kendilerine karşı olan kesimleri inandırmaları gerekiyor. Ancak 240
milyar dolar finansman ihtiyacı olan, yüzde 10 işsizlik oranı
bulunan (gerçek işsizlik oranı yüzde 16), yüzde 12 enflasyon
oranına sahip, dolar karşısında bu yıl içinde en kötü performansı
sergilemiş olan para birimlerinden birisine sahip olan bir ülkenin
mucizevi bir atılımla yatırım programlarını tamamlaması ve dünyanın
en büyük ekonomileri arasına girme uğraşında adımlar atması “birlik
olursak çözülür”le sağlanmıyor.
Kriz burada, yanı başımızda, tahvil satışları nedeniyle
gelişmekte olan ülkelerde finansman zorluğu artıyor, bu da yüksek
cari açık veren ülkeleri teker teker vuruyor. Sıkı durmaya ve
dayanışmaya her zamankinden çok ihtiyaç var. Yönetim
kademesindekilerin “biz yaptık oldu” dediklerini engelleyemediğimiz
yerde “böyle yaparsak çözülür”lerinin kofluğunu göstermekten geri
durmamaya ihtiyaç var. 24 Haziran sonrasında yeni performanslar ve
ağır bir çalkantı arifesindeyiz.
(i) Eleştirel finans alanındaki tartışmaya dayanıyor,
psikanaliz ve eleştirel teorideki performans kavramına
değinmiyorum. Yine de akrabalıklar görülebilir.
(ii) https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/11/08/neoliberal-otoriterlik-ve-igneyle-kuyu-kazanlar/