Memleket ömrümüzü yiyor. Tuhaf bir başlangıç cümlesi, farkındayım ama daha ötesi sahiden aklıma gelmiyor çünkü olan tam da bu. Muhalif olmanın “vatan hainliği” ile bir tutulduğu bir dönemde yaşıyor olmamız bizim şanssızlığımız belki ama geriye dönüp baktığımızda, bunun memleketin belli zamanlarında tekerrür ettiğini görüyoruz. Adnan Menderes döneminde Vatan Cephesi’ne katılmayanların “hain” ilan edilmesi ya da katılanların adlarının her gün radyodan “gururla” okunması, bugün şahit olduklarımızın çok da dışında değil. Kenan Evren, 7 Kasım 1982’de yapılan ve onu cumhurbaşkanı koltuğuna resmen oturtacak anayasa değişikliği referandumunda “hayır” oyu kullanacakları “hain” ilan etmiş, onları “memleketi bölmeye çalışan dış mihraklar”la ilişkilendirmiş, yakalanan “sağcı ve solcu ‘hayır’cı teröristler”in fotoğraflarını gazetelerde boy boy yayınlatmıştı.
6 Eylül 1987’de yapılan ve 12 Eylül sonrasında (Ecevit, Demirel, Erbakan, Türkeş gibi siyasetçilerin) faaliyetlerini yasaklayan geçici 4. maddenin kaldırılmasını öngören anayasa değişikliğinde, yasak kelime “evet” olmuştu. Bu kez, Turgut Özal ve ekibi, “evet” diyenleri “hain” ilan etmişti. Tam bu noktada, eski bir reklam sloganı aklıma geliyor: “Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankası’yız.” Osmanlı Bankası çoktan hatıralar arasına girdi ama var oluşunu Osmanlı ile ilişkilendiren, yıllardır yapılanları misliyle yapıyor. Neticede birbirlerinden pek farkları yok sahiden ama içinde bulunduğumuz dönemde, bizi şaşırtan hadiselerle karşılaşıyoruz. Dengin Ceyhan’ın gözaltına alınması ve tutuklu yargılanması, bunlardan sadece biri. Bu yazıyı yazmaya başladığımda Dengin tutukluydu ve ne zaman çıkacağı bilinmiyordu. Ani bir gelişmeyle serbest bırakıldı. Yazıya başlarken amacım, Dengin’e dikkat çekmekti. Hâlâ öyle ama şu şahane değil mi: Dengin, bu yazıyı, yayımlandığı an okuyabilecek!
Hadise, 14 Şubat’ta vuku buldu. Sabah, “sevgililer günü” vesilesiyle Açık Radyo’daki programım Şarkılarla Memleket Tarihi’nde, tuhaf ve arızalı aşkları konu alan şarkılar çaldım. Programın sonunda Göksu’ya selam çaktım ve sevgililer gününü kutladım. Kısa bir süre sonra telefonum çaldı, Göksu’nun aradığını görünce “kutlama”ya ses edeceğini düşündüm ama kırık sesi, duymak istemediğim haberi verdi: “Sabah Dengin’i almışlar.”
Dengin Ceyhan, Göksu sayesinde tanıştığım, arkadaş bildiğim, birlikte projeler düşündüğüm pırıl pırıl bir genç. Genç dediğime bakmayın, yüreği onu kocaman kılıyor. Heyecanlı, ateşli, zaman zaman hararetli ama varlığıyla güç veren insanlardan. Hakkında ne söylesem az zira öyle çok yere dokundu ki varlığı boyunca, şu kısacık sürede, biraz da yaşadıklarımızın bizi yakınlaştırmasıyla özel dostlarımı ve yakınlarımı aldığım ana çemberime tereddütsüzce yerleşti. 1 yılı aşkın bir süredir tanıyorum onu, kimilerine uzun gelecek bir süre bu ama hayatlarımızı düşündüğümüzde sahiden kısa. Ankara’da ve İstanbul’da geçirdiğimiz günlerde çok şey paylaştık. Şüphesiz başrolde hep müzik vardı. Göksu’nun en yakını olması, onu iki kat daha fazla sevmeme sebep, inkar edemem.
Dengin’i ve onunla olan ilişkimi uzun uzun anlatabilirim ama asıl anlatmak istediğim, onun müzisyen yanı. Hikâyeye bambaşka bir yerden başlayacağım çünkü aslında onunla daha önce karşılaşmışız. Benim için Dengin’i değerli kılan, biraz da bu “karşılaşma”.
Türkiye çok şey gördü, görüyor ama hiçbiri bir piyanonun tutuklanması kadar tuhaf değildi. Hatırlarsınız, Gezi direnişi sırasında Alman piyanist Davide Martello, “yürüyen” piyanosuyla Taksim’e gelmiş, oradakileri müzikle selamlamıştı. Bundan hoşlanmayan güvenlik güçleri, sadece Martello’yu değil, piyanosunu da gözaltına aldı. Sonra ikisi de çıktı. Sanatçı, piyanosuyla, memleketin değişik yerlerinde direnişçileri selamlamaya devam etti. Martello’nun “yürüyen” piyanosu, Soma’ya yardım için düzenlenen “Piano for Soma” konserlerinin Eskişehir ayağında Ali İsmail Korkmaz heykeline doğru ilerlerken, tuşlarda dolanan Dengin Ceyhan’ın parmaklarıydı. Dengin, bu konserlerden birinde “Yiğidim Aslanım”ı çalmaya başlamadan önce sitemini dile getirmişti: “Çok ufak bir şey söyleyeceğim, hiç de uzatmayacağım: Davide Martello’nun buraya gelmesi gerçekten bizim için çok önemli. Üzülerek söylüyorum bunu hiçbir Türk sanatçı yapmadı.” Küçük konserini “Sözlerimi Geri Alamam”la bitirdiğinde, onu tanıyan/tanımayan yüzlerce genç “bir” olmuştu.
Söylememe gerek var mı, bilmiyorum: Müziğin birleştirici gücünü çok iyi bilen, kullanan bir müzisyen, Dengin Ceyhan. İcraatı, “Piano for Soma” ile sınırlı değil. “Yiğidim Aslanım”ı Berkin için de söylemiş, Gezi’nin ikinci yılında Abbasağa Parkı’nda düzenlenen “şenlik”te yine onu çalmıştı. O gün, “Karlı Kayın Ormanı” ve (“Mamak Türküsü” olarak da bilinen) “Sonbahardan Çizgiler”i çalarken ona eşlik eden yüzlerce kişi, Dengin’in piyanosuyla özdeşleşmişti. Dengin, o sırada piyanonun başındaki “yönetici” değil, eşlik eden yüzlerce kişiden sadece biriydi.
Dengin’in güzelliği tam da burada işte… Göksu, tutuklandığı zaman, Kültür Servisi için bir yazı yazdı. O yazıda Dengin’i ve piyanosuyla kurduğu ilişkiyi anlattı: “Her fırsatta ‘insanlara yardımcı olabilmek için elimden gelen tek şey piyano çalmak, müzik yapmak’ der Dengin... Her müzisyen enstrümanıyla arasında bir bağ kurar. Enstrümanı ve onunla yaşadığı ilişki, onu çalmak, hayatını anlamlı kılan bir değer olur. Dengin için de piyanosu böyledir ama bununla birlikte başka bir şey daha yapar: Piyanosunu haksızlıklar, acılar, ağıtlar için aracı kılar, kendi bağına dinleyenleri de katar. Dengin, piyanosu ve siz, o an tek olursunuz. Kalabalık bir tek... Kendinizi tek ağızdan şarkılar söylerken, birbirinize gülümserken, yanınızda hiç tanımadığınız insanla birlikte sallanırken kollarınız kenetlenmiş bulursunuz.”
Fazıl Say, aynı gün, sosyal medya üzerinden Dengin’e sahip çıktı ve onu, ülkesindeki baskılardan kaçmaya çalışan Macar piyanist György Cziffra’yla ilişkilendirdi. Yakalanınca işkenceyle parmakları ve bilekleri kırılan, 3 yıl taş kırma işine sürülen Cziffra, piyano çalamaz hale gelince bir müzik okulu açmış, onunla yetinmişti. Say, bunları anlattıktan sonra müzisyenler arasında çok iyi bilinen şu denklemi hatırlattı: “Bir piyanist, 1 gün çalışmazsa kendi anlar; 1 hafta çalışmazsa, meslektaşları anlar; 1 ay çalışmazsa bütün dünya anlar…” Sonrasında eklediği cümle, “vicdan”la alakalı: “Saat işliyor beyler...yürek sizin.”
Saat bazen acımasızca işliyor. Yazık ki kimilerinin hayatında, dakikaların bile değeri var. Zaman hepimiz için değerli elbette ama çok açık söyleyeyim, Dengin için daha değerli. Piyanosunun başında geçireceği dakikaları, saatleri, günleri hapishanede geçirmek zorunda bırakanlara bunu anlatmak çok güç. Yine de biz anlatalım, onlar anlamasın; varsa ayıp, onların olsun.
Dengin, sadece yukarıda anlattığım etkinliklerde çalmıyor piyanosunu. Yaptığı o kadar çok iş var ki… Yaşına bakıp onu genç piyanist olarak nitelendirenlerin çoğu, bu “büyük” işlerden habersiz. Sondan başlayayım: Rus Büyükelçi Andrey Karlov’a düzenlenen saldırının ardından bir süre kapalı kalan Çağdaş Sanatlar Merkezi'nin açılış konserinde “Stabat Mater” oratoryosuna eşlik eden, Dengin’di. Yaptığı en değerli işlerden biri, 2013 yılında Sevda-Cenap And Müzik Vakfı'nın Onur Ödülü’nü alan Ertuğrul Fırat Oğuz için düzenlenen Altın Madalya töreninde bestecinin eserlerini çalması –ki bestecinin çok önemsediği “Devrimci Ortamda Sazların Cumhuriyeti” adlı eserinin ilk seslendirilişi, o gece, Dengin’in de katılımıyla yapıldı. 1991 doğumlu. Piyano ile tanışması 8 yaşına tekabül ediyor. O günden bugüne çok şey yaptı. Daha da yapacak.
Sözün özü şu: Dengin Ceyhan, piyanist. Tertemiz bir çocuk. Göksu, yazısında, Dengin gözaltındayken bir öğrencisinin paylaşımını aktarmış; onu bundan daha iyi anlatan bir başka anekdot olamaz sanırım: “Çocuğun çok sevdiği, çok değer verdiği biri hayatını kaybediyor. Çocuk cenaze için İskenderun’a gidiyor. Dengin arayıp ‘neredesin’ diye soruyor. Çocuk, ‘Hocam ben cenaze için İskenderun'dayım’ diyor. Dengin'in cevabı: ‘Tamam işte ben de İskenderun'dayım siz neresindesiniz?’ / İşte böyle biri Dengin.”
Dengin Ceyhan, “sosyal medya üzerinde yaptığı paylaşımlar aracılığıyla cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla gözaltına alındı, tutuklu olarak yargılanmak üzere Sincan’a gönderildi. Avukatı derhal itiraz etti. İtiraz haklı bulundu ve 11 günlük tutsaklığın ardından serbest bırakıldı. Bu noktada, avukatı Sertaç Ekinci başta olmak üzere onun için çabalayan tüm dostlarına, kamuoyu oluşturanlara ve tepkisini gösterenlere onu sevenler adına teşekkür etmek boynumun borcu.
Cuma gecesi Sincan’dan Dengin’i aldık, kocaman sarıldıktan sonra onu ailesine teslim ettik. O gece, 11 gün sonra, nihayet biraz daha rahat uyuduk. Babası, onu karşılamaya gelenleri görünce şu cümleyi kurdu: “Sayenizde biz kalabalık bir aileyiz.” Bundan daha değerli bir cümle olabilir mi?
Kalabalık iyidir. Korkmayın. Tanıdığınız/tanımadığınız insanların sesine ses verin. Sesimiz gürleştikçe güçlendiğimizi, güçlendikçe umudumuzu tazelediğimizi fark edeceksiniz. Önümüz bahar. Dengin aramızda. “Neden aramızdan alındı?” şeklindeki tuhaf soruya (şimdilik) takılmadan şununla bitireyim kelamımı: Güneş bu aralar pek açmasa da günleri güneşlendiren gelişme Dengin Ceyhan’ın özgür kalması bence. Bunun kıymetini bilelim.