Bir robotun hayatı var mıdır? - I

Şu durumda robotların hayatta olduğu fikrine mi sahibiz yoksa hayattan beklentimiz olabilmesi için hayatta olmaya gerek yok mu? Sahi, robotlar hayat sahibi olabilir mi? Peki insan açısından ele alırsak, mesela duyguları olan bir seks robotu ya da kendi iradesi olan bir asker robot yapmak, insanlar açısından sorunlu olmayacak mı?

Abone ol

İbrahim Mergen*

Gazete Duvar’da 3 Ocak tarihinde yayınlanan Hakkı Yırtıcı’nın imzasını taşıyan “Robotlar hayattan ne ister?” başlıklı yazı, son zamanlarda ülkemizde de sıkça gündeme gelen yapay zekâ ve robot teknolojisi konusunu uç noktalarına kadar takip ediyordu. Yüksek teknolojinin ortaya çıkmasına neden olduğu uç sorulara özellikle sanat ve bilim-kurgu alanından verilen yanıtları içeriyordu ve de konuya şöylece bir değinmenin ötesine geçmişti. Bu nedenle yazının dünyada sürmekte olan ülkemize ise –pek çok konuda olduğu gibi- sadece esintisi gelen tartışmalara kapı araladığını söyleyebiliriz.

Bu konuda iç içe geçmiş pek çok soru temelde iki kısma ayrılabilir: insanlık tekil alanlarda faaliyet gösteren süper bir bilgisayarın ötesine geçip yani mevcut haliyle yapay zekâdan yola çıkıp genel bir yapay zekâya ulaşabilir ve dolayısıyla yapay bir bilinç yaratabilir mi? Bunu başarması halinde bu yapay bilincin etik statüsü tam olarak ne olur/olmalıdır? Biz insanlar olarak yapay bilinç sahibi robota nasıl muamele etmeliyiz, ondan uymasını beklediğimiz yasalar nelerdir? (Bu yapay bilincin bir robot formunda olup olmaması ayrı bir konu tabii ama biz robot formunda olacağını var sayalım.)

Yırtıcı’nın da yazısında bahsettiği Asimov yasaları yukarıda belirttiğim son noktaya tekabül etmektedir. Yani etik bağlamında konuşursak robotlar için “özgürlüğün yasalarını” belirlemeye çalışmaktadır. Fakat bu noktaya gelmeden önce bir dizi sorunun ele alınması gerektiği açıktır. İlk soru belirttiğim gibi ‘yapay bilinç mümkün müdür’ sorusudur ancak bu da elbette ‘bilinç nedir ki yapayı olanı mümkün olsun?’ sorusunu doğurur. Bilinç nedir açıkçası tam olarak bilmiyoruz. Elimizde beyin içeren maddi bir vücut var ve bu maddiyattan fenomenal dünyamızın tamamı ve de bilincimiz doğuyor.(1) Fenomenal dünyamızın yani olduğunu varsaydığımız dış dünya ve kendimiz hakkındaki deneyim, duygu ve düşüncelerimizin ontolojik statüsü bile bir muamma. Ve aslında üretilecek robotun bilinç sahibi olup olmayacağı sorusu şöyle dursun, felsefi bakımdan bireyin kendisi için çevresindeki diğer insanların bilince sahip olduğu kanaatine dair bile bir garanti yok. Yani felsefi anlamda kendimiz dışındaki insanların bilinç sahibi olduğuna tam olarak emin olamazken, geldiğimiz noktada makinenin bilincini sorgulamamız gerekiyor. Evet, Turing testi yapay bilinç için bir kıstas sunmaktadır; teste göre bir insanı, insan olduğu konusunda ‘kandırabilen’ bir makina/bilgisayar insan düzeyinde zekaya ve (insani kontekste bir insan gibi uyum sağlayıp karşısındaki insanı ‘kandırabildiğine’ göre) yapay bir bilince sahip demektir. Ancak Turing testinin hilafına Searle’ün ‘Chinese Room’ düşünce deneyinde (2) sorguladığı gibi Çince sorulan sorulara uygun karşılıkları veren bir makinenin Çince bildiğini iddia edemeyiz. Yani makinenin gerçek bir insan gibi hareket etmesi insani kontekste uyum sağlaması, karşısındaki insanın o makineyi insan sanması, makine/bilgisayarın bir iç dünyası olduğu anlamına gelmez. Bu durumdaysa ürettiğimiz şeyi yapay bilinç sahibi bir robottan ziyade iç dünyası olmayan mekanik bir zombi olarak tanımlamak daha makul görünüyor.

Yapay bir bilincin teorik olarak mümkün olması ile insan tarafından yapılabilecek olması da elbette farklı durumlardır. Her şeyden önce insan maddi dünyanın bir parçası olduğuna, maddi yasalara tabi olduğuna ve bu maddi varlıktan bilinç hasıl olabildiğine göre, aynı yasalara göre işleyen maddi dünyanın geri kalanından katiyen bir bilinç çıkamayacağını iddia etmek için bir sebep görünmüyor. Yani maddeden bilinç yalnız ve yalnız bir biçimde –insan biçiminde- çıkar diye bir doğa yasası yok. Öyleyse yapay bilinç en azından teorik olarak olasılık dahilinde. Fakat belirttiğimiz gibi bir şeyin teorik olarak olası olması insanlığın o şeyi başarabileceği anlamına gelmiyor. Nitekim tam bu noktada 1960’lı yıllardan itibaren yapay zeka çalışmalarına yönelik ciddi bir eleştiriyi dile getirmiş olan Hubert Dreyfus’u da burada anmakta yarar var.

Hubert Dreyfus esas itirazını eski usul olarak tanımlayabileceğimiz, zekanın ve insan bilincinin sadece sembollerin işlenerek formel bir kalıba dökülebileceği kabulüyle hareket eden, yapay zeka çalışmalarına yöneltmişti. (3) Dreyfus’a göre insanın mantık, sembolik olduğu kadarıyla dil ya da matematik gibi alanlardaki bilme ve anlama kabiliyetleri, zekası, problem çözme yeteneği vb. bilincin sadece bir kısmını temsil etmekteydi. Ve eğer yapay bilinç yaratma heveslileri başarılı olmak istiyorlarsa insan bilincinin bu rasyonel alanlarının dışına bakmaları gerekmekteydi. Denilebilir ki Dreyfus bu noktada ilhamını Wittgenstein ve özellikle Heidegger’den almaktaydı. Aslında eleştirisi basitti ve özetle, ‘insan zihnini taklit etmek istiyorsanız insan sosyal kontekstine sahip olmalısınız ve bu sosyal kontekst rasyonel prensiplerle taklit edilemez, rasyonel prensipler insan bilincinin sadece küçük bir kısmında geçerlidir’ diyordu. İnsanlar günlük hayatlarının çok çok küçük bir kısmında önce olayları analiz edip, akıl yasalarına başvurup sonra bir çıkarıma ulaşırlar. Genelde ise kimse mesela bir koltuğu analiz edip, ne olduğunu anlayıp ancak ondan sonra üzerine oturmaya kalkmaz. Koltuğun koltuk olduğunu bilinç düzeyine çıkartıp sorgulaması kişiyi tuhaf bir konuma yerleştirirdi. Ya da Wittgenstein’in örnek verdiği gibi bir çocuğun aklına ‘bu gerçekten bir el mi’ diye bir soru hiçbir zaman gelmez, diğer yandan bunun bir el olduğunu bildiğini de öğrenmez.’ (4) Yine bu minvalde belki de en insani alan olan sanattan bir örnek vermek gerekirse, büyük Barok dönem bestecisi J.P Rameau “beste yaparken uymamız gereken şey dehamızı sınırlayan kurallar değildir, kurallara ancak dehamız ve kulaklarımız algıladığını reddettiğinde başvururuz” (5) derken tam da Dreyfus’a göre bir tespitte bulunmuştur. 1726’da basılan Müzik Teorisinin Yeni Sistemi isimli eserin yazarı olan Rameau elbette müzik kurallarına son derece hakimdi ancak onun bahsettiği ve bizim burada ilgili bulduğumuz için altını çizdiğimiz nokta, bir insanın en özgün uğraşlarından birisini verirken bilgisayar gibi kurallara bağlı kalarak hareket etmediği yönündeki kanıdır. Günümüzde yapay zeka da müzik eseri besteleyebilmektedir ancak Rameau’dan anladığımıza göre insani yöntemle bestelemediği ortadadır. Yapay zeka çalışmalarında bir sonraki evre olup beynin sinirsel yapısını taklit eden ve öğrenme yetisine de sahip olan network yaklaşımı da Dreyfus’un eleştirisinden azade olamadı. Ona göre nöral network yaklaşımının, sinir sistemimize benzeyip öğrenme kabiliyeti olsa dahi örneğin bir kinayenin kinaye olduğunu anlaması için sonsuz büyüklük ve üretkenlikteki insani sosyal kontekste ihtiyacı vardı. Dreyfus’un esinlendiği Heidegger’e bir göndermeyle diyebiliriz ki insan bildiği pek çok şeyi içine bırakılmış olduğu bu insan dünyasında halihazırda bilinegeldiği gibi bilir ve yapılageldiği gibi yapar, dolayısıyla gündelik hayatta da pek çok şeyi tartıp biçmeden insan dünyasından edindiği deneyimle öylece biliverir ve yapıverir. İşte Dreyfus’a göre yapay zekanın sorunu ve de eksiği tam olarak budur. İnsan gerçekten sadece akli yasalarla hareket eden, insan zihni de sadece sembolleri işleyen bir varlık olsaydı elbette yapay bilinci üretmek çok daha kolay olurdu.

Tabii bu noktada sormamız gereken soru şu hali alıyor: İnsani bilinç bilincin tek biçimi midir? Başka bir biçimini henüz bilmiyoruz ancak başta da belirttiğimiz gibi farklı bilinç şekilleri ortaya çıkamaz mı? Zaten yapay zeka ya da yapay bilinç derken de bunu ima etmiyor muyuz? Yapay olduğuna göre elbette insan bilincinden farklı olması şaşırtıcı olmayacaktır. Şu durumda diyebiliriz ki Dreyfus’un itirazı etkili olmakla beraber makine etiğine dair sormamız gereken soruları engelleyemiyor. Ayrıca günümüzde internet ve özellikle sosyal medya kullanımı yapay zekaya insani konteksti kavrayabilmesi için önemli bir ortam sağlıyor. Her ne kadar gerçeğinin yerini tutmayacak olsa da yapay bilinç yine yapay bir sosyal ortamdan beslenerek Dreyfus’un altını çizdiği bağlam yoksunluğunu önemli oranda giderebilir.

Öyleyse varsayalım ki teknoloji bizi insan bilincinden farklı da olsa yapay bilinç sahibi bir robot elde etme noktasına yaklaştırdı. Hatta yine var sayalım ki bu ürettiğimiz robot yapay duygulara ve acı duymak gibi maddi hislere de sahip oldu. (Sinir sistemini taklit ediyorsak hisler de neden ortaya çıkmasın?) Bu noktada ürettiğimiz robotun varoluşsal ve etik statüsü tam olarak ne olacak? Mesela bu robotların hakları olacak mı? Gerçekten H. Yırtıcı’nın sorduğu gibi hayattan beklentileri olacak mı? Şu durumda robotların hayatta olduğu fikrine mi sahibiz yoksa hayattan beklentimiz olabilmesi için hayatta olmaya gerek yok mu? Sahi, robotlar hayat sahibi olabilir mi? Peki insan açısından ele alırsak, mesela duyguları olan bir seks robotu ya da kendi iradesi olan bir asker robot yapmak, insanlar açısından sorunlu olmayacak mı? (Bu soru insanların her daim fuhuşa ve savaşa sürüklendiği dünyamız için fazlaca erken görünüyor elbette.) Anlaşılan mevcut sorulara pek çok benzerlerini ekleyebileceğimiz bir döneme giriyoruz fakat hepsi bir tarafa şu soru diğerlerinden daha önemli görünüyor: Eşit olacak mıyız? Örneğin bir felaket anında insanı kurtarmak yerine robotu kurtarmak ne derece doğru olabilir? Eşit kabul edildiğimiz takdirde insan yerine robotu kurtarmak sorunlu olmayacaktır herhalde. Etiğin son derece bulanık bu noktasında durup, eşitliğin ya da eşitsizliğin zeminini sadece his, duygu ya da bilinç sahibi olmanın belirleyemeyeceğini tespit etmemiz gerekiyor. Önümüzdeki yüzyıllarda otonom varlıklar olarak bilinç sahibi robotlar ortaya çıkacaksa, ölümlü olmanın dolayısıyla bir hayata sahip olmanın, hak kavramının temellendirilmesinde yeni bir kriter olarak düşünülmesi gerektiğini öne sürebiliriz. Ve böylece Bicentennial Man (1999) filminde Robin Williams’ın insan toplumunun eşit bir ferdi olarak kabul edilmesinin ancak ölümlülüğü seçtikten sonra mümkün olmasını da işte bu kriter aracılığıyla tartışıp, ölümsüz olduğu sürece robotu insanlık ailesine dahil etmeyen insani tutumu gerekçelendirebiliriz.

(1) Bu konudaki tartışmalar için bkz: D.Chalmers ‘ın bilincin zor problemini formüle ettiği “The Conscious Mind” ve Saffet Murat Tura ‘Zor Problem: Bilinç’

(2) Deneyi özetleyen kısa bir video: https://www.youtube.com/watch?v=D0MD4sRHj1M

(3)  Dreyfus’un bu konudaki temel fikirleri özellikle “What Computers Can’t Do” ve “What Computers Still Can’t Do” isimli çalışmalarında ortaya atılmıştır.

(4) L. Wittgenstein: Kesinlik Üstüne

(5) Aktaran: Massimo Negrotti: Hubert Dreyfus, the Artificial and the Perspective of Doubled Philosophy, AI & Society

* Siyasal ve Toplumsal Düşünceler Doktora Programı, İstanbul Teknik Üniversitesi