Bir sevinçlik menevişli kuş: Arafta Düet

Demirtaş ve Bener örneğinde uzun ve derin mektuplarla temeli atılan sadece bir dostluk değil, Arafta Düet de olmuş muhtemelen. Yine Metin Altıok’a göndermeyle, mektubu içine koyup üstü kah acıyla, kah umutla pullanan zarflar metindeki uyumun hazırlığı olmuş. O sebeple hangi bölümü kimin kaleme aldığını kestirmek zor.

Funda Şenol fsenol@gazeteduvar.com.tr

Selahattin Demirtaş yaklaşık 8 senedir, Metin Altıok’un Kuşlu Gazel’indeki gibi içerden dışarı birer sevinçlik menevişli kuş yolluyor. Kah vahim siyasi mevzularda yaptığı ironik değerlendirmeler, kah direngen ve sapasağlam ayakta olduğuna dair mesajlar ve güleryüzlü aile fotoğrafları, bazen naif resimler ve nihayet öyküler, romanlar…

Edirne’den gelen son menevişli kuş, belki de şimdiye dek eşine rastlanmamış bir çalışma tarzıyla kotarılmış bir roman: Arafta Düet. Yıllardır mektup arkadaşlığı eden Selahattin Demirtaş ile yazar-çevirmen Yiğit Bener, “o duvar, duvarınız bize vız gelir” demenin yolunu ortak bir roman kaleme almakta bulmuşlar. Kaleme almak lafın gelişi değil. Sibel Oral’ın söyleşisinden öğreniyoruz ki, Demirtaş, sahip olduğu tek elektrikli alet ketıl olduğu için eski usül, el yazısıyla yazmış kendi payına düşenleri. Avukatlar aracılığıyla gidip gelen matbu ve kaligrafik satırlar gayet uyumlu biçimde hercümerç olunca bu sorgulayıcı ve sürükleyici metin çıkmış ortaya.

Görsel: Hatice Kapusuz

SİNAN VE AYVAZ PAŞA

İlk bakışta yenik ve yılgın gibi görünen iki apayrı karakter öne çıkıyor romanda: emekli general Ayvaz Dere ve yine emekli sayılabilecek solcu avukat Sinan. Bu ikilinin yolları Sinan’ın oğlu Can Yücel’in adının karıştığı bir adli vakayla kesişmiş gibi görünse de Paşa, Sinan’ın kişisel hikayesinde de travmatik bir yeri olan, 12 Eylül’ün işkenceci komutanlarından biri. Romanın açılışında ıssız bir koya kondurduğu kulübesine sığınan Ayvaz Dere’yi yenik düşürenin iktidar kaybı olduğunu görüyoruz: kendi ifadesiyle “koca bir orduyu tek kelimeyle yürütüp durduran” paşamız ıskartaya çıkartılmıştır. Artık kullanışsız olduğu için iktidar blokunun dışındadır. Bu iktidar kaybı yaşı, eşinin ölümü ve çocukların evden kopmaları hasebiyle bir eril pozisyonun da yitimidir. Hükmedebileceği, hizmet ve saygı görebileceği insanlar etrafından çekilmişlerdir.

Sinan’ınki ise her dönemin ötekisi olmaktan kaynaklanan bir kabulleniş ancak dayanışmadan ve daha iyi yenilmekten vazgeçmeyen bir inattır. “Bizler hayata yenik düşenleriz. Kendi köşemizde usulca varlığımızı sürdürmemize izin verilmesine bile şükretmekten başka ne çaremiz kaldı?” der. 78 Kuşağı’ndandır Sinan. “Yüce Ütopyalar ve Hazin Hezimetler Kuşağı” diye andığı bir kuşaktandır. Öte yandan Sinan da zorlu bir evlilikten boşanma ve bir erkek çocukla çıkmıştır. Hayatında evlilik öncesi ve sonrası başka bir duygusal bağlanma olmadığını da anlarız. Üstüne üstlük eski eşi ve oğluyla “looser” ve pasif olarak görülmesi sebebiyle sürtüşmeler yaşamaktadır. Bu haliyle Sinan, polisiye romanların çoğunda karşımıza çıkan yeteneklerine rağmen yitik, münzevi ve beklentisiz dedektif veya emekli polis profiline benzer.

Fakat roman ilerledikçe göreceğimiz gibi, Sinan da, Ayvaz Paşa da pes etmemişlerdir. Sinan, biraz da eski ve yeni yoldaşlarının zorlamasıyla mülteci hakları konusunda çalışan bir örgütün hukuk danışmanlığını yapmaktadır. Ayvaz Paşa ise 2021’de 103 emekli general tarafından yayımlanan irtica karşıtı bildiriye destek veren ekiptendir. Son genel seçim ikisini de hüsrana uğratmış, kollarını kanatlarını kırmış gibi görünmektedir.

Arafta Düet, Selahattin Demirtaş, Yiğit Bener, 166 syf., Dipnot Yayınları, 2024

3 SOLCU İLE 1 GENERALİN UZUN GÜNÜ

Arafta Düet’in en dikkat çekici yanı, geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma pratiği üzerine kurulu olması. Bu hesaplaşma, Ayvaz Paşa’nın inzivasının ilk günü bir trafik kazasına şahit olması, şüpheli tavırlar sergileyen genç bir çiftle tanışması, ardından Sinan’ın yolunun, oğlunu aramak için iki eski dava arkadaşı, doktor İrfan ve feminist olduğuna hükmedebileceğimiz örgütçü ve cevval Aysel ile birlikte Ayvaz Paşa’nın Anamur’daki sığınağına düşmesiyle başlar. Paşa, umulmadık bir tavır sergileyerek, devlet düşmanı, terörist, hain olarak göregeldiği bu üç kişiyle işbirliği yaptığı gibi, onların hesap sorar tavırlarına da bir ölçüde tahammül gösterir. Yeri geldiğinde öfkeli itirazlar ve ağır eleştiriler yöneltse de, bu üçlüyü dinler, anlamaya ve ortaklık kurmaya çabalar görünür. Fakat Paşa’nın geçmişten bugüne farkındalık kazandığı, geçmişle hesaplaşıp hatalarını kabullendiği anlamına gelmesin bu. Romanın sonuna kadar o sınıra yaklaşıp yaklaşıp geri döner Paşa. Devletin bekası onun amentüsüdür. Aldığı eğitim, mesleki geçmişi ve toplumda edindiği itibarlı konum onun sorgulayıcı bir karakter ve eleştirel bir zeka inşa etmesini engelleyen prangasıdır. Sinan ve arkadaşlarıyla yaptığı işbirliği, farklı gerekçelerle de olsa ortak düşman olarak gördüğü yeni muktedirler topluluğuna karşıdır. Romanın beklenmedik sonunda ise işler biraz değişecektir.

Geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma pratiği, iki tarafın muhataplarının yapıp ettiklerini ortaya döküp halleşmeleriyle sınırlı kalmaz. İki taraf ama özellikle Sinan özeleştiri de yapar. Ne de olsa solda özeleştiri geleneği yerleşiktir. Sol fraksiyonlar arası çatışmanın yarattığı gerilimleri, şiddeti ve bölünmeyi de kendi içinde sorgular Sinan. Şiddet karşıtlığı, empati kurma çabası, çifte standardı olan yaklaşımlara mesafesi sebebiyle yer yer zorbalığa maruz kaldığı günleri hatırlar. Ayvaz Paşa’nın pişmanlığı hizmette kusur etmediği devletin ona üvey evlat muamelesi yapması ile beliren bir pişmanlıktır. Yaptıklarını sorgulamaya yönelik çabası Sinan’a kıyasla oldukça cılız kalır. Fakat Sinan ve arkadaşları için bu kadarı bile beklenmediktir. Sinan bunu fail travması olarak niteler: “Zalimler bazen yaptıkları zulmün farkına vararak yıkımı onarma yoluna giderler.”

Roman ilerledikçe Sinan’ın oğlu Can Yücel’in kız arkadaşı Berfin üzerinden Kürt halkının ötekinin de ötekisi olarak deneyimledikleri üçüncü bir yüzleşme kanalı olarak belirir. Sol muhalefet içinde dahi Kürt kimliğinin nasıl algılandığı çarpıcı bir anekdot üzerinden anlatılır. Eş zamanlı olarak idam sehpasına götürülen bir Kürt ve bir Türk’e sırayla son istekleri sorulur. Kürt, annesini görmek istediğini söyler. Türk’ün son isteği ise Kürt’ün annesini görmemesidir.

Roman boyunca baskı altında ve yasaklı olan farklı siyasetten ve kimlikten kişileri geçmişi sorgulamaya, ortak bir tavır geliştirmeye iten olaylar, tek başına kurtulmanın mümkün olmadığını da bariz bir biçimde gösterir. Sinan’ın ve arkadaşlarının geçmiş tecrübeleri ve travmaları üzerinden şiddete uğrayan kadınlara, Cumartesi Anneleri’ne, KHK ile ihraç edilmiş devlet memurlarına, IŞİD zulmünden kaçan Ezidilere, LGBTİ’lere, Gezi ve eskinin Ergenekon kumpası tutuklularına selam gönderilir. Hala hapiste olanlar da ihmal edilmez. Sinan, ceza alma ihtimali ortaya çıkınca depresyonu ve klostrofobisini düşünüp yıllardır tutuklu olanlarla özdeşlik kurar: “Ya onlar nasıl dayanıyordu? Gezi davası mahkumları? Gazeteciler? Sendikacılar? Öğrenciler? Binlerce genç Kürt eylemci? Dokunulmazlıkları kaldırılır kaldırılmaz daha meclis koridorlarında yakasına yapışılan milletvekilleri, parti yöneticileri?” Terörist yaftasının da geçmişe nazaran ne kadar kolay yapıştırılıverdiğini fark etmektedir: “Filozof ruhlu filantrop ve karıncaezmez Osman Kavala bile bu tarz deli saçması bir suçlamayla hapiste tutulmuyor muydu yıllardır? Hem de AİHM’in kararlarına rağmen.”

DUVARLARI AŞAN DOSTLUK

Romanın bir yerinde Sinan, Meksika’daki Zapatist Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun lideri Marcos’u anar. Kalemi kuvvetli bu adam, Meksikalı yazar Paco İgnacio Taibo ile ortak polisiye roman yazmıştır. Fakat onlar muhtemelen karşı karşıya oturup al takke ver külah oluşturmuşlardır romanın içeriğini. Demirtaş ve Bener örneğinde ise uzun ve derin mektuplarla temeli atılan sadece bir dostluk değil, Arafta Düet de olmuş muhtemelen. Yine Metin Altıok’a göndermeyle, mektubu içine koyup üstü kah acıyla, kah umutla pullanan zarflar metindeki uyumun hazırlığı olmuş. O sebeple hangi bölümü kimin kaleme aldığını kestirmek zor. Fakat Sinan’ın arkadaşlarından İrfan’ın, son yıllarda Edirne Cezaevi’nde Demirtaş’a eşlik eden Diyarbakır’ın eski eş belediye başkanı Selçuk Mızraklı ve 7 yıl tıp okumuş eşyazar Yiğit Bener’den izler taşıdığı aşikar. Diğer arkadaşı yürekli, becerikli Aysel’le ise Aysel Tuğluk’a bir selam gönderiliyor gibi.

Arafta Düet’te bölümler heyecanı yükselterek sonlanıyor ve sonraki bölüme geçmek için sabırsızlanıyorsunuz. Teşbihte hata olmaz. Bu yanıyla kaliteli polisiye dizilere benziyor roman. Hikayeler sonraki sezonda devam edecekmiş izlenimine de kapılıyorsunuz. Keşke etse. Hesaplaşma ve halleşmeler roman kahramanlarını nereye götürecek merak ediyor insan.

Metin Altıok yazının sonunda yine imdada yetişsin: şavkıması sürsün diye yaşamın gözlerinde kuşlar saklayan Selahattin Demirtaş ve Yiğit Bener’den bu hikayenin devamını bekliyorum kendi adıma.

* Ve bu haftanın kitabı: Arafta Düet’i okuduktan sonra Sinan’ın geçmişle hesaplaşmasını daha iyi kavrayabilmek için yönelebileceğiniz bir araştırma-inceleme: Melike Işık Durmaz’ın 78 Kuşağı, Bir Hafıza Topluluğu, İletişim Yayınları, 2024. Yazar, Türkiye’de 1970’li yılların siyasal ve toplumsal deneyimini, 12 Eylül darbesinin etkilerini, devrimci hareketin zihniyet mirasını, bellek çalışmalarının merceğiyle analiz ediyor bu kitapta.

* Bu kadar gönderme yaptıktan sonra dinleme önerisi:

Tüm yazılarını göster