"Batı dünyasının kollektif belleğinin üzerinde yükseldiği kaide” demişti siyasal tarihçi Enzo Traverso Auschwitz için… Auschwitz’e gidişimden altı yedi yıl sonra İlgi Alanı filmini izledim. Yönetmen Jonathan Glazer yazar Martin Amis’in romanından uyarladığı, “huzurlu” bir aile hayatıyla ilişkilendirdiği anlatıda imha makinesi kamptan irkiltici görüntülere yer vermiyor, ama tüm aile bireyleri ‘onların’ duvarın öte yanında olduğunu biliyordu.
- Sen hiç bir şey görmedin Hiroşima’da. Hiç.
-Herşeyi gördüm. Her şeyi…Hastaneyi de gördüm Eminim gördüğüme, bir hastane var Hiroşima’da. Nasıl görmemiş olabilirim? (Hastane, koridorlar, merdivenler, hastalar…)
-Hiroşima’daki hastaneyi görmedin. Hiç bir şey görmedin Hiroşima’da.
Yukarıdaki diyaloglar Hiroshima Mon Amour/Hiroşima Sevgilim filminin girişinden.
Auschwitz’e gitme olanağı bulduğumda, atom bombası trajedisi üzerine Fransız sinemacı Alain Resnais’ye sipariş gelen Hiroşima Sevgilim gözlerimin önüne geldi.
Tarihsel zaman akıp geçse de o büyük yıkımın kırıcı izlerini/acısını içinden hiç atamayan yazar Marguerite Duras’ın senaryo yardımıyla yapmıştı.
Filmin adı çarpıcıydı. Nazım Hikmet’in ‘Kız Çocuğu’ şiirindeki on iki yaşında radyasyonun yol açtığı lösemiden ölen küçük kız Sadako’nun kentiydi Hiroşima. 6 Ağustos 1945'te 140 bin kentli yaşamını kaybetti. Ve ‘Hiroşima’ ile ‘sevgilim’ sözcüğü yan yana geliyordu. Duras “Hiroşima'daki korkunç sayıdaölüme karşı ben, kendi uydurduğum tek bir aşkınölümünü koydum.” diyecektir.
GÖRMEK, SADECE GÖZLERLE GÖRMEK Mİ?
Görmekten söz edersek, geçtiğimiz Pazartesi ve Salı günü “Yaşamın Sesi:Özgürlük“ çalıştayını adına yaptığımız ve benim de “Onat Kutlar ve içinde yaşadığı ülke:“yazı-senaryo” bildirimi sunduğum Sevgili Onat Kutlar da Auschwitz’i görmüştü.
Krakow Film Festivaline çağrılı olduğu günlerde “bu cehenneme yağmurlu, kapalı bir günde” gitmişti.* Orada geçirdiği saatleri bir karabasan gibi hatırladığını söylüyordu. Üzerine yapılabilecek filmler düşünmüştü; “Böyle bir kabus evreni üzerine binlerce film bile azdır.”
Oysa ikinci dünya savaşı günlerinin çocuklarından bazıları için -Wajda gibi- yaşanılanlar tükenmez kaynaktır. Ama aradan yıllar geçmiştir, geçmişin acısı genç kuşakları ilgilendirmemektedir… Onat Kutlar “Şaşkın bir ara kuşak yaratmıştır bu durum. Başta Polanski ile Skolimowski olmak üzere kimi genç yönetmenler, Batı Avrupalı tüketim toplumlarınınözentilerine kapılmış… soluğu Hollywood’da, Brüksel’e, Paris’te almışlardır.” görüşündedir. Tabii ki Polanski’nin "Piyanist“ filmini es geçmeyeceğim. Polonya kökenli olmayan yönetmenlerin çektiği Auschwitz ile ilgili ya da Holokost üzerine başka filmler de kuşkusuz var. Örneğin, Çizgili Pijamalı Çocuk, Hayat Güzeldir, Nuremberg Duruşması ve yapımı on bir yıl süren, dokuz saatlik belgesel Shoah, Gri Bölge, Saul’un Oğlu ya da Steve McQueen´in 2023 Cannes Film Festivali'nde ayakta alkışlanan dört saat uzunluktaki İşgal Edilmiş Şehir adlı belgeseli gibi….
“İlgi Alanı/The Zone of Interest” filminin finalinde ‘sonsöz’ gibi duran ve temizlik yapılırken gösterilen, aklı zorlayan mekanlardan gaz odası/krematoryum, camlı bölümlere yerleştirilmiş binlerce ayakkabı-terlik, valiz, saat, kadın saçları, bez bebekler, kampta ayırt edilmelerini kolaylaştıran çizgili pijamalar.,, gördüklerimdi.
“İlgi Alanı” filminin kamp komutanı Rudolf Höß’ü Spielberg yapımı Schindler'in Listesi filminde kısa bir sahnede görmüştüm, filmi izleyenler hatırlayacaktır… Şöyle ki, Oskar Schindler yahudi işçileri Plaszow Toplama Kampından Auschwitz’e sürülme kararı alınınca onları Çekoslovakya’daki Zwittau-Brinnlitz'de kuracağı fabrikaya götürmek üzere trene bindirir. Erkekler Zwittau-Brinnlitz’e ulaşır ama Yahudi kadınlar yanlışlıkla Auschwitz’e götürülür. (Rudolf Höß’ün kendi adını taşıyan operasyonla çoğu Macaristan’dan her birinde üç bin Yahudi günde dört tren nakledilecektir.) Schindler’in Yahudi kadın işçilerinin tekrar vagonlara bindirilerek fabrikasına gönderilmesini sağlamak için rüşvet verdiği kamp komutanı Rudolf Höß’ten başkası değildir…
KOLLEKTİF BELLEKTE DURUYOR
“Batı dünyasının kollektif belleğinin üzerinde yükseldiği kaide” demişti siyasal tarihçi Enzo Traverso Auschwitz için… Auschwitz’e gidişimden altı yedi yıl sonra İlgi Alanı filmini izledim. Yönetmen Jonathan Glazer yazar Martin Amis’in romanından uyarladığı, “huzurlu” bir aile hayatıyla ilişkilendirdiği anlatıda imha makinesi kamptan irkiltici görüntülere yer vermiyor, ama tüm aile bireyleri ‘onların’ duvarın öte yanında olduğunu biliyordu. Annesi torunlarını görmek için ziyarate geldiğinde cennetimsi bahçesinin duvarını göstererek Rudolf ile evli kızı Hedwig Höß’e soracaktır:
“- Kamp duvarı bu mu? Belki Esther Siberman oradadır.
- Kimdi o?
- Eskiden temizlik işini yaptığım kişi…”
Gördüklerinin - kokuların, seslerin- şiddeti yaşlı kadının bir not bırakıp bir sabah erkenden evi terk etmesine neden olacaktır. Görüntülerin şiddeti içinse bakabileceğimiz filmlerden Alain Resnais belgeseli “Gece ve Sis”teki Auschwitz görüntüleri bile yeterlidir. Resnais “Kamplardaki felaketlerin ilk ve son kez yaşandığını farz ediyoruz. Bir zamanlar, bir yerlerde ve sadece bir kereliğine yaşandı diyoruz.” diyordu.“Etrafımızda olanları görmezlikten geliyor, insanlığın susmayan çığlıklarına kulaklarımızı tıkıyoruz.”
İkinci Dünya Savaşı yıllarında insanlığın susmayan çığlıklarına kayıtsız kaldığı için Costas Gavras “Amen” filminde Papalığı/Hıristiyan Kilisesini ağır suçlamıştı. (Rolf Hochhuth'un 1963 tarihli Der Stellvertreter/Temsilci adlı oyunu çıkış noktasıydı.)
Üzerinde gamalı haçın altı biraz uzatılarak Nazi-Hıristiyan birlikteliğine gönderme yapan, İtalyan fotoğrafçı Oliviero Toscani tasarımı filmin afişini yasaklatmak, hatta dağıtımını engellemek için Vatikan epey uğraşmıştı…
Gavras’ı filme yönelten belki Fransa’nın işgal yıllarında dönemin Vichy hükümetince yaklaşık yetmiş bini aşkın Yahudinin trenlerle toplama kamplarına gönderilmesiydi. Cumhurbaşkanı Jacques Chirac (1995), "Bu kara saatler, tarihimizde sonsuza dek bir leke gibi duracak” demişti. Acı ve dürüstçe itiraftı: "İşgal kuvvetlerinin işlediği suçlar Fransızlar ve Fransız devleti tarafından desteklenmiştir.''
Kaldı ki, babası Auschwitz’de gönderilen bir kadının Fransız devletinden tazminat talep ettiği dava sonrası, on yıl sonra Fransız Danıştayı, Fransız Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesinde ''devletin sorumluluğu'' olduğunu kabul edecek, din adamları da altı yüz bin Fransız Yahudisinden af dileyecektir. (The Observer, 2002)
İNSANLIKTA KORKUNÇ YARALAR
Auschwitz-Birkenau toplama kampına kadar döşenen tren raylarıyla (gördüklerim arasındaydı) vagonlar dolusu taşınan Yahudileri Gavras “İlgi Alanı” filminde olduğu gibi göstermese de, dolu giden boş dönen vagonlarla varlığını bilmemizi sağladı. İlgi Alanı filminde de ölüm gazlarının kullanıldığı odalar ve krematoryumlar gösterilmiyordu. Gavras ise kamplardaki ölüm odalarına püskürtülen Zyclon B gazını gösterdiği gibi, gazın muciti SS Subayı Kurt Gerstein (din adamı Riccardo Fontana ile), bu iki vicdanlı insanın Nazilerin soykırım suçunu dünyaya duyurma çabasını anlatıyordu.
Gavras “Papa Aziz XII’inci Pius 'Ölüm kamplarının' varlığı kendisine bildirildiğinde, 'Amin' dışında hiçbir şey söylemedi.” diyecektir.
Auschwitz’e gitmeden önce altmış km. yakınındaki Krakow’daki Steven Spielberg’ün "Schinler's List" filminden sonra popülerleşmiş Oskar Schindler’in yaklaşık 1200 Yahudiyi Auschwitz’e gönderilmekten kurtardığı ve şimdi müze/galeri fabrikasında saatlerimi geçinmiştim. İşin doğrusu Schindler de Rudolf Höß gibi yaşamın güzelliklerinden zevk almayı bilen fırsatçı bir iş adamı olarak da tanınıyor, ondan böylesi cesaret ve özveri isteyen insani davranış beklenmiyordu. Auschwitz-Birkenau ürkünç kampından geriye kalanı, korunanları ’belki bir belgesel filmde kullanırım’ düşüncesiyle kaydettim.
Jonathan Glazer kamerasıyla toplama kampına girmemiş krematoryumda yakılan insanların küllerini savuran baca dumanlarını göstermiş, çığlıklar, silah, haykırış ve bağırış seslerini -özellikle- işitmemizi, muhayyilemizdeki gerçekliğe eklememizi sağlamıştı. Glazer, “Hannah Arendt'ın ‘kötülüğün sıradanlığı’ teorisini iş başında gösteriyor.” (Clarisse Loughrey), yaşamakta ya da yaşanmakta olan bu korkunç gerçeğe dikkat çekmek istiyordu. Glazer, filmi için 'Bu geçmişle ilgili değil, şimdiyle ilgili' diyecektir. (Kötülük de cezasız kalmayacak, Rudolf Höß çiftçi kılığında ve Almanya doğumlu, Yahudi asıllı Franz Lang ismiyle yakalanıp yargılanacak ve üstelik Auschwitz’de idam edilecektir.)
Geride bıraktığı mektupta itiraf eder:
“Auschwitz Komutanı olarak 'ÜçüncüReich'ın yok etmeye yönelik zalim planlarının bir kısmını gerçekleştirmekten sorumluydum. Bunu yaparak insanlıkta korkunç yaralar açtım. Özellikle Polonya halkına anlatılamaz acılar çektirdim. Bunun bedelini hayatımlaödeyeceğim. “
Sonsöz: Portekizli yazar José Saramago’ya** göre (2002), İsrail’in Filistin topraklarını işgali Holokost’la kıyaslanabilir.
* Onat Kutlar, Sinema Bir Şenliktir, İstanbul: de Yayınevi, 1985
** Akt.Enzo Traverso,Geçmişi Kullanma Kılavuzu;Catherine Bédarida,“Le faux pas du romancier JoséSaramago”, Le Monde, 29 Mart 2002.