Bir sığınak kardeşliği
Bir yanda yayıncılık sektörüne yönelik büyük sermaye gruplarının yatırımları, bir yanda kendi yağıyla kavrulan yayınevleri. Kültür yayıncılığın başını bu iki güç çekiyor gibi görünüyor. Görünüyor diyorum, çünkü bir de kaba sığmayan, ne zaman ne yayımlamayacağı belli olmayan ve aslında kültür yayıncılığının birçok konuda öncülüğünü yapan yayınevleri var…
Yayınevleri, sadece yayınlarıyla öncülük yapmakla kalmıyorlar. Türkçeye çevrilmesi, yayınlanması için büyük, markalaşmış yayınevlerinin kılını bile kıpırdatmayacağı yazarların şairlerin kitaplarını, yapıtlarını okurla buluşturuyorlar… Üstelik bu yayınevleri öyle sermaye gücüyle filan da çalışmıyorlar.
Tamamen emekle, dayanışma ve gönüllülükle yapıyorlar işlerini. Ya bir iki arkadaş yan yana geliyor ve neredeyse bütün varını yoğunu ortaya koyarak bir oluşuma gidiyorlar ya da tamamen imece, dayanışma usulüyle yayıncılık yapıyorlar… Edebiyat, şiir okurları, sevdalıları, meraklıları ancak bu tür yayınevleri sayesinde ulaşabiliyor yeni yayınlara, Türkçeye belki yıllarca sonra kazandırılacak yapıtlara…
Bir yıl önce kurulan MedaKitap da varını yoğunu, emeğini ve gönlünü yan yana getiren bir arkadaşlık, hatta bir yoldaşlık oluşumu yayıncılık sektöründe… Henüz bir yılı bile dolmadan yayımladıkları kitaplarla okurların, şiir dostlarının gönlünde taht kurmayı başardılar.
Bu küçücük, ama şehrin beton dudakları arasından dünyaya gülümseyen kır papatyaları kadar inatçı yayıncıları ve yayıncılık anlayışlarını biraz daha yakından tanımak, deneyimlerini paylaşmak amacıyla MedaKitap Yayınlarının yayın kurulundan Ali Hikmet Eren ve Serdar Aydın’la söyleştik… Kendilerine verdikleri bilgiler için teşekkür ediyoruz…
Henüz çok genç ve birinci yaşını yeni kutlayan MedaKitap, bozkırın ortasında boy verdiği ilk andan itibaren neyi amaçladı, amaçlıyor? Nasıl oluştu yayınevi fikri ve bir yayınevi olarak farkınız ve mevcutlardan ayrışan özelliğiniz nedir?
Yazmak sözcüklerle girişilen bir tür varoluş deneyimi… Sıkıntılı, sorunlu, ‘dertli’ ‘ben’lerin, dertlerini ifade etme ve paylaşma isteği… Bir tür boşunalık aslına bakarsanız.
Belki de kimsenin böylesi bir paylaşıma gereksinimi bile yok bu dünyada; yazan ben, sadece kendini kandırmakta. Ya da nerede ve kim olduğu bilinmese de ‘ötekine’, daha doğrusu bir benzerine ulaşmak umudu yazmak.
Böylelikle, korkutucu ve delirtici ‘mutlak’ yalnızlıktan kurtulabilmeyi, çoğullaşabilmeyi ummak. Derdini söyleyerek, efkârını bulaştırma isteği bir yandan da.
Bu ortak kaygıyı paylaşanların bir araya gelmesiyle oluştu MedaKitap. Yazmak, temel edim olsa da, yazdıklarımızı paylaşmak, bu olasılığı yaratmak diğer bir kaygımız.
Hor görülmüş, dinlenmemiş, derdini anlatamamış, karşılığını bulamamış, anlaşılmamış, ötelenmiş yüreklerin buluştuğu bir sığınak kardeşliği MedaKitap.
Eskiden beri bu işin mutfağında olan birkaç arkadaşın bir araya gelerek kurduğu bir yayıneviyiz. Komün bir sistemimiz var. Yayın kurulundaki herkesin başka başka meslekleri, yaşamlarını idame ettirebilmek için zaman ayırmaları gereken işleri var.
Buna rağmen yazmak, yazarak kendimizi var edebilme çabamız yayıneviyle somutlaşarak, hepimizin hayatındaki öncelik sırasını da korudu.
Edebiyat dünyasında bir fark yarattığınıza inanıyor musunuz? Yayım programınızı nasıl yapıyorsunuz?
Evet, heyecanlıyız ve bir heyecan yarattığımızı biliyoruz. Bu coşkuyu yitirdiğimizde yazamayacağımızı ve üretemeyeceğimizi de biliyoruz.
Dünyaya hep bir şaşkınlıkla ve yüksek adrenalinle bakıyoruz. Bu bakışımızın sonucu olarak ilk ortak kitabımızı henüz yayımladık ve her sene bir ortak kitap yayımlayacağız.
Mesela bu durum yayım programımızın ve komünal algımızın sonucu olarak, her sene bir kitabımızı kendiliğinden belirliyor. Diğerleri ise geçici olanın değil, derinliği olanın, gündem değiştirmek ve ‘satmak’ için uydurulan sahteliklerin değil, insana ait olan hakikatin, gerçeklerin arayışını içeren, atonal, gürültücü, karnavalcı seslerin oluşturduğu bir ‘huzursuzlar bandosu’nun repertuvarı, partisyonları olacak ve herkese açık olacak.
Yeraltıymış, sokakmış, radikalmiş, marjinalmiş, tutkuluymuş gibi ‘yapılan’ hayatlarımıza karşı, bir çeşit ‘gerçeğin ve hakikatin cevabı’nı oluşturmayı amaçlıyoruz ve yayım programımız da böylelikle oluşsun istiyoruz.
Altı kişiden oluşan bir yayın kurulumuz var. Yayın kurulundakilerin yazdıkları bile yayın kurulunun onayını almak zorunda.
Etkileşimli, devingen ve üretken bir yapının içindeyiz yani. Yayın kurulumuzun asıl amaçlarından biri de, yayımlanacak eseri arayıp bulmak, bu konuda araştırmalar yapmak; çeviri kitaplarımızda olduğu gibi. Çünkü açık söylemek gerekirse, bugüne kadar yayınevimize gelen onlarca dosyadan yayın kurulumuzu tatmin eden sadece bir dosya oldu.
Bu yıl asıl planlamamızı eylül ayı için yapıyoruz. Ama ilkyazda şiirle merhaba diyeceğiz okurlarımıza. Eylül dönemi kitap yayımlamak için iyi bir dönem. Öyle sanıyoruz ki beş altı kitap yayımlayacağız eylülde.
İddialısınız. Peki ama bu tasarılarınızı gerçekleştirecek kaynağınız nedir?
Birçok şey söylenebilir. Ancak, eskilerin tabiriyle, kesin olan şu ki: "Sözcüklere meyyalımız, vallahi derttendir." Ya da Ziya Paşa’nın dediği gibi: "Azade-i ser olurdum asibi derdi gamdan / Ya derde düşmeseydim ya aklım olmasaydı."
Akılla yüreğin birleştiği bu anda, diyecek ‘söz’lerimiz var, olmalı da… Bu korkunç, acımasız ve merhametsiz dünyada, içimizdeki derdi söyleme ve öteki ile paylaşabilme kaygımız var. Bu anlamda çok güçlüyüz! Derdimizi söyleyebileceğimizi ve en az bir ‘hemdert’ ehline ulaşacağımızı biliyoruz. Yetmez mi?
Kesinlikle mevcutların dışındayız; mesela şiire inanıyoruz, çeviri şiir olarak dilimize ilk kez kazandırılan Alfonsina Storni’yi Tozan Alkan çevirisi ile yayımladık. Nisan ayında da Güney Afrikalı şair Ingred Jonker’ı, yaşamı, mektupları ve şiirleriyle birlikte, İlyas Tunç çevirisiyle yayımlayacağız. Türkçede ilk kez yayımlanıyor bu kitaplar.
Binlerce kitap basmış ‘güzide’ yayınevlerimizin şiirden fersah fersah kaçtığı ya da sadece ‘çok satan’ popüler şairleri bastığı bir ortamda biz Türkçeye ilk kez kazandırılan bu kadın şairlerin onurunu yaşıyoruz.
Denemekten korkmayan bütün yaratıcı verimlere açığız; sadece şiir değil; öyküye, romana, kuramsal metinlere, yani her türe kapımız açık ve telifini de vererek yayımlama arzumuzdan da vazgeçmeyeceğiz. Parasını verenin kitabını bastırdığı bu balçık içerisinde, biz yazarına telifini ödeyerek kitaplar basıyoruz, basacağız. On kaplan gücündeyiz yani, daha ne olsun!
Özetlersek; trendlerin dışındayız. Düşmüşlere, sokağın aksak ritmine, bugüne ve yarına dair düşlere kapımız ve gönlümüz hep açık. Bir ütopya mekânı olmak istiyoruz belki de; sırasızların ya da ‘sıra’ya gıcık olanların buluşma evi; otonom yürek!
Bir yılda 12 kitap yayımladınız. Neredeyse her ay bir kitap demek bu. Bu ritmi sürdürebilecek misiniz? Ne tür zorluklarla karşılaşıyorsunuz? Ayrıca edebiyat buluşmaları da düzenliyorsunuz… Bu etkinlikleri de sürdürmeyi düşünüyor musunuz?
Açıkçası bu hızda gitmeyebiliriz. Bir yayın programımız elbet ki var, ancak öngörülmüş bir limitimiz yok. Üretimlerimiz ve bize ulaşan dosyalara bağlı her şey. Yani her şeyin paraya gömüldüğü şu lanetlenmiş kapitalist dizge ve reel hayatın zorunluluklarını çok takmıyor ve umursamıyoruz.
Yayın kurulumuzun, yukarıda andığımız ölçütlerle uygun gördüğü her eserin kalbimizde ve yayım programında karşılığı var. Ama açıkçası zor beğenen, ama beğendiğine de sonuna kadar inanan bir inadımız var.
Elbet ki etkinliklerimizi de sürdüreceğiz. Misal, Attila Şenkon söyleşimiz var 25 Şubat Cumartesi günü (bugün) saat 14.00’te. İki hafta sonra İzmir’de (11 Mart) olacağız. İstanbul’a da uğrayacağız bir ara. Yani bozkırın inadı, bizim de inadımızdır!
Zorluklara gelince, genel anlamda ülkemizin okuma oranlarındaki düşüklük, çarkın dönmesini yavaşlatıyor. Sonra, dağıtım sorunu var. Dağıtım şirketlerinin ve kitabevlerinin çok satan kitaplardan yana tekelleşmesi bizi zorluyor. Bir de, arada bir, ürün dosyası yollayıp, yayınlamak için ne kadar ücret talep edeceğimizi soranlar olmuyor mu, işte o zaman yıkılıyoruz.
MedaKitap’ın bize vaadi nedir? Neler bekleyebiliriz sizden?
Vaat, siyasetçilerin argümanıdır. Bizim, çığlıklarımız var. Çünkü her çığlık, korkunç bir sesleniştir aynı zamanda; hele de çığlığınızın kimseye ulaşmayacağını düşünüyorsanız. Yazmak, çığlığını hısım kılmaktır bir ötekiyle.
Yaşamın bir çelişkiler bütünü ve kişinin kendi varlığını yaratma çabası olduğu düşüncesiyle, yazarak, çelişkilerimizi görünür kılmak ve ‘öteki’lerin uzamına bulaşmak, hısım bildiğimiz dert ehillerine ulaşmak istiyoruz. Gece gündüz üzerimizde dolaşan düşler, göz göze, ritimsiz, tekinsiz bir dansta tükenirken çekiştiriyorlar birbirlerini. Tersten uyuyor ve tersten kalkıyoruz.
Okumalarımız, yazmalarımız, paylaşmalarımız da tersten. Tersiz yani. Ama ortak bir düşe de inanıyoruz. Özcesi, ölü dünyayı sindirmeye, sözcüklerimizle özgürleşmeye, özgürleştirmeye geldik; söylemenin en güzel yolu yapmaksa, başladık işte!
Başlangıcın tılsımıyla, güneşi istiyoruz, güneşin hayatı var eden gücüne inanıyoruz. Daha açık nasıl söyleyebiliriz ki? Söyleyemeyiz. Bu nedenle sitemiz esas olmak üzere herkesin bizi izlemesini istiyoruz. Yazarlarımız sitemizde son derece ilginç haftalık yazılar da yazıyor. Onlar da okunsun istiyoruz. Yani, devinim sürüyor ve güneşin zaptı belki de çok yakın! İşte, birinci yaşımıza bile basmışız şimdiden…
Güneşin zaptına inananlara bin selam olsun…
BU AYIN DERGİLERİ…
Kitap-lık’ta bu ay
Kitap-lık dergisinin son sayısı (mart nisan 2017) yayımlandı. İki ayda bir düzenli olarak yayınını sürdüren dergide bu ay şu isimlerin şiirlerine yer veriliyor: Nihat Ziyalan, Tuğrul Tanyol, Hüseyin Ferhad, Fergun Özelli, Metin Celâl, Necmi Zekâ, Orhan Kahyaoğlu, Ali Asker Barut, Nazmi Ağıl, Osman Özçakar, Süleyman Unutmaz ve Barış Fert.
Üç ayda bir Kurşun Kalem
Elimize bu hafta ulaşan Kurşun Kalem dergisinden söz edeceğiz. Kurşun Kalem, sekiz yıldır yayınını sürdüren ve üç ayda bir yayımlanan bir edebiyat dergisi… Ocak Şubat Mart 2017 tarihli 43'üncü sayısı en son yayımlanan sayısı.
Dergi son sayısında "Onur Sakarya’nın Şiirine Toplu Bakış", "50'nci Sanat Yılında Ahmet Özer", "Stephane Mallarme 175'inciDoğum Yılında" "Shakespeare’in Kadınları" ve "Dergiden Yayınevine" başlıklı dosya, soruşturma konularıyla buluşuyor okurlarıyla… Kurşun kalem dergisinin son sayısında şiirleriyle şu isimler yer alıyor: Yusuf Alper, Rahmi Emeç, Mazhar Alphan, Mehmet Yaşın. Aydan Yalçın, Fatma Akilhoca, Karl Krolow, Mehmet Kuvvet, Hızır İrfan Önder, Güntürk Üstün, Pınar Vardar.
SÖYLEŞİ… ETKİNLİK…
Şairler ‘hayır’ diyor
Kültürel sosyal siyasal her bakımdan kıskaca alınmış ülkenin adeta diktatörlüğe dönüşüp dönüşmemesinin oylanacağı referandum aynı zamanda bir imtihana dönüşmüş gibi.
Adeta bir "insanlık ve insan olarak kalma" imtihanı sürecindeyiz. Bu süreçte hayır diyenler her ortamda neden hayır dediklerini açık ve anlaşılır nedenlerle açıklıyorlar.
Tek adam diktası oluşturacak bir referandumda evet diyenlerin neden evet dediğini hamasetin dışında somut verilerle, bilgilerle açıklayan açıklayabilen yok.
Referandumda hayır oyu vereceğini açıklayan şairlerden biri de Murathan Mungan oldu. "Bizi biz yapan şey ‘Evet’lerimizden çok ‘Hayır’larımızdır" diyen Murathan Mungan, Hürriyet gazetesinde yayımlanan ve Çağlayan Çevik’in yaptığı söyleşide şöyle konuştu:
"Yalancı ışıklarla geçici umut vermek değildir doğru olan. Hayatla mücadele azmi, dayanma gücü, karanlığa bakma gücü kazandırmak daha kıymetlidir. Aydınlığı, en iyi karanlığa bakmayı bilenler görür çünkü. Gözü karanlığa alışmamış insan aydınlığın kıymetini bilmez. O gelip geçici çiğ ışığı aydınlık zanneder. Benim önemsediğim şey, her durumda hayatta ve ayakta kalabilen insana içgücü, dayanıklılık kazandırmaktır. Aslında bazılarının ümitsiz, umutsuz, karamsar sandığı insanlardır asıl gelecek vaat eden insanlar. Eğer yazmayı sürdürüyorsam, hâlâ elimde kâğıt kalem varsa, dünyayı mesele ediyorsam umutsuz değilimdir. Hepimiz en iyi yaptığımız şeyi en iyi biçimde yapmayı sürdürerek muhalefet edebiliriz. Bizi biz yapan şey ‘Evet’lerimizden çok ‘Hayır’larımızdır. Hayır demek bilinç ve güç gerektirir. Evetlerin çoğu itaat yatkınlığıdır."
Troya şiir ödülü verildi
Troya Folklor Araştırmaları Derneği’nin bu sene 24’üncüsünü verdiği Troya Kültür Sanat Ödülleri sahiplerine sunuldu.
Törende şiir dalında onurlandırılan Metin Fındıkçı, ödülünü Cumhuriyet gazetesinin tutuklu yazar ve yöneticileri adına kabul ettiğini dile getirdi.
Fındıkçı ödülünü alırken yaptığı konuşmada, "İçerideki Cumhuriyet gazetesi yazarları ve yöneticilerinin bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları" gerektiğini söyledi.
ŞİİR TARİHİNDEN TADIMLIK…
İşte gerçek Yahya Kemal
Yahya Kemal, Ahmet Haşim’e kelimenin gerçek ve yalın halindeki anlamıyla can düşmanıdır adeta… Ondan nefret eder ve bunu her fırsatta dile getirir.
İşte son Osmanlı şairi Yahya Kemal’in, artık ona yanıt veremeyeceğini bile bile Ahmet Haşim hakkında Sermet Sami Uysal’ın yaptığı röportajda söyledikleri:
"Ahmet Haşim de evvela Servet-i Fünun’u taklit etmiştir. ‘Firaz-ı zirve-i’ vs. der. Sonraları benim şiirimin dili ile değişip: ‘Bir kuş düşünür bu bahçelerde’ dedi. Sayemde bizim lisanımızda sade Türkçe söylemeyi anladı. Fakat asıl mesele Türkçenin estetiğini bulmakta idi. İşte Haşim buna erişemedi. ‘Zannetme ki güldür ne de lâle’ yanlıştır. ‘Zannetme ki güldür yahut lâledir’ doğrudur. Sonra: ‘Âteş doludur’ diyor. Ateşte imale yapılmaz. Üstelik ateş olan şey tutulmaz. Dokunulur ve hemen el çekilir. ‘Gülgûn’ da dememeliydi. Bu kelime divan dilinde var. Bizim lisana aklı erseydi, ‘Piyale’yi:
Gül rengine aldanma yanarsın El sürme ateştir bu piyale
gibi bir söyleyişle söylerdi… Sonra eski dilde anınçün, bundan dolayı demektir. Yeni lisanda efgan yoktur. Şöyle demeliydi:
Aksetmede sevda gecesinden Baştanbaşa feryad ile nâle"
(Sermet Sami Uysal, İşte Gerçek Yahya Kemal, İnkılap ve Aka Kit., İstanbul 1972)