Bir son roman olarak Eflatun Koza

Eflatun Koza, Cahide Birgül’ün zorlu ve uzun hastalık sürecinde yazdığı son roman. Cahide Birgül bölüm bölüm ilerledikçe önümüze bıraktığı ipuçlarını oldukça iyi kotarılmış bir sonla toparlıyor. Ailenin tekinsizliğinden başka, toplumdaki homofobiyi de gözler önüne seriyor.

Abone ol

Banu Yıldıran Genç

Cahide Birgül edebiyatımızın kıymeti bilinmemiş yazarlarından biri. Ben de kitaplarını yayımlandığı yıllarda değil daha sonra keşfettim ama buna hayıflanmak yerine “Geç olsun, güç olmasın” demek daha mantıklı geldi. İlk romanı Gölgeler Çekildiğinde’yi okuduğumda Cahide Birgül’ün gerilimi toplumsal normlarla, siyasetle derinden derine nasıl ustaca buluşturduğunu hayranlıkla fark ettim. Yazarları illa başka bir yazara benzetmekten çok hazzetmem ama Birgül bana Ruth Rendell’ı ve Patricia Highmith’i, onların da sınıfla, ahlâkla hesaplaştıkları romanlarını anımsattı. Cahide Birgül de olayların yaşandığı atmosferi eksiksiz kurarken gerilim dozunu ustaca ayarlayıp karakterleri olabildiğince derinlikli işliyor ve toplumun aksayan yönlerini mesaj verme basitliğine düşmeden yansıtıyor.

Eflatun Koza, Cahide Birgül’ün zorlu ve uzun hastalık sürecinde yazdığı son roman. Kitabı okumamla yazarın vefatı arasında kısa bir süre olduğunu anımsıyorum. Bir kış günü o üzücü ama artık beklediğimiz haberi aldığımda en azından son romanının yayımlandığını ve roman üzerine bazı yazıların da çıktığını gördüğünü düşünmüştüm. İşte şimdi bu romanı yine okurken aklıma hep o küçük teselliler geliyor. Eflatun Koza özellikle başarılı kurgusuyla dikkat çeken bir roman. Bugün genellikle çok satan ve kolay yazılan bir tür sanılan gerilimi iyi kotarmak aslında oldukça zor. Marketlerde yerlere saçılarak satılan yığın romanlarına dönüşmeden, okuru çok da sıkmadan, merak unsurunu sonuna dek taşıyarak ilerlemeli gerilim. Cahide Birgül, kahramanlarının hastalıklı hallerini anlatmakta, bu hallerin nedenlerini hissettirmekte ve ipin ucunun koptuğu yere doğru düğüm ata ata ilerlemekte oldukça yetkin bir yazar. Bunun sonucunda okur iyi bir gerilim filmi izliyormuşçasına romanın içine girebiliyor. İyi betimlemeler, derin çözümlemeler, doğal diyaloglar ve monologlar sayesindeyse roman bittiğinde edebiyatın sinemadan farklı, o anlatılamayan ama yaşanan tadı kalıyor okurda.

Kitap adını çok sonradan öğrendiğimiz kahramanın kayıp bir zamandan sonra gazeteciliğe başlamasıyla açılıyor. Romanın başındaki alıntı aslında okura kahramandan şüphelenmek gerektiğini imliyor: “İki hep vardır. Bu harika, sihirli, yaratıcı, kamusal ve özel rakam belki de evrenin gizemli sırrıdır. İnsan iki kişiyi sevebilir, hepimizin içinde iki cinsiyet de vardır, taban tabana zıt duygular yar yana bulunur. Ben dünyayı böyle görüyorum.” Patricia Highsmith’ten yapılan bu alıntı sayfalar ilerledikçe kahramanın örümcek fobisine de, hiç konuşmayan annesine de, ansızın beliren ve biten topallamasına da yanıt olacak, ama tabii ki zamanı geldiğinde, yazar elindeki iplerin uçlarını okuyucuya vermeye karar verdiğinde…

SESSİZLİK VE YALNIZLIK... 

Ana karakter olan Evrim büyük bir gazetede çalışmaya başlayan, yeni mezun bir genç kız, yalnız, mutsuz ve beklentisiz. Tüm bu özelliklerinin farkında, hatta öyle olmak istiyor. Erken ölmüş babası, erkek arkadaşıyla (kendi erkek arkadaşıyla değil, Evrim’in erkek arkadaşıyla) kaçmış, bu nedenle artık görüşmediği kız kardeşi ve bütün gün dikiş dikip hiç konuşmayan annesinden oluşan, sıradan sayılabilecek bir aileye sahip. Aynı zamanda romanın anlatıcısı olan Evrim, oldukça sık geriye dönüşlerle ailenin bir arada olduğu günlerden de bahsediyor ama olayların örülmeye başlandığı zaman ortada annesiyle paylaştığı büyük ve sessiz bir yalnızlık var.

Eflatun Koza, Cahide Birgül, Kafka Kitap, 2019.

Cahide Birgül romanlarında en sevdiğim özelliklerden biri o bitmek bilmeyen sıkı fıkı mutlu çekirdek Türk ailesi yalanını okurun yüzüne çok da şiddetli olmayan bir şekilde vurması. Suçun, suçlunun, gizlenen ayıpların kaynağı da aslında bu çekirdek aileler. Her akşam perdelerin çekildiği o evlerde nelerin yaşandığını, yaşanıp da saklandığını ya da yaşanırken biriktirilenlerin nasıl patlayacağını hiç kimse bilmiyor. Bildiklerimizse ya gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde, sosyal medyadaki yardım çığlıklarında yer alıyor ya da iyi bir romanın kurgusuna dâhil oluyor.

Eflatun Koza’daki çekirdek ailede de silik bir baba, kızlarına ellerine iğne batırarak dikiş öğretmeye çalışan baskın karakterli bir anne, kardeşinin sevgilisini elinden alacak kadar hırslı bir kız kardeş ve sindirilmiş, birçok korkuyla donanmış, kendine güveni hiç gelişmemiş diğer kardeş yer almakta. Roman, gazetede kendisine verilen kayıp kişilerle ilgili dosyayı araştırmaya başlayan Evrim’in daha fazla kırılmamak için kendisine ördüğü kabuğun günbegün çatlamasını, en sonunda da kırılıp yerle bir olmasını anlatıyor kabaca. Araştırdığı dosyada kaybolan iki kadın, Çağla ve Irmak ölmüşler mi, yoksa eşcinselliklerini rahatça yaşayabilecekleri bir masal ülkesine mi kaçmışlar? Gazetenin sadece tirajını artırmak için ortaya attığı bu kayıp dosyaları, Evrim’in bir dedektif gibi iz sürmesine, tanıklarla konuşmasına, hatta eşcinselliğin de var olduğu bir dünyaya adım atmasına yol açacak.

CAHİDE BİRGÜL'DE POLİSİYE TADI... 

Romanın bu bölümleri polisiye tadı da taşıyor, Evrim’in aslında kayıpları bulmak gibi bir sorumluluğu olmadığını bilmesi ama yine de kendini tutamayıp hata yaptığını bile bile ilerlemesindeki tutarsızlık iç konuşmalarla okura açıklanıyor. Gittiği gay barda tanıştığı Necla, Necla’nın sevecenliğiyle ördüğü kabuktan çıkmaya başlaması, kendine bile itiraf edemediği hemcinsine duyulan aşk sayesinde okur, romana adını veren kozanın yavaş yavaş kahramanı sardığını hissediyor. Yalnızlıktan ve suskunluktan başka hiçbir şey istemeyen Evrim’in yaşadığı bu duygular onun zorlukla kurduğu dengesini alt üst edecek ve bu dengenin dağılmasıyla birlikte okurun daha ilk alıntıyla merak etmeye başladığı, cevaplanmayan sorular bir bir yanıtını bulacak.

Cahide Birgül bölüm bölüm ilerledikçe önümüze bıraktığı ipuçlarını oldukça iyi kotarılmış bir sonla toparlıyor. Ailenin tekinsizliğinden başka, toplumdaki homofobiyi de gözler önüne seriyor. Birgül’ün diğer romanlarından da aşina olduğumuz eşcinselliğin o yıllarda bugünkü kadar gündemde olmadığını, doğal karşılanmadığını akılda tutmakta fayda var. Bunu cesaret olarak değil, “olması gereken” olarak gördüğü öyle belli ki. Ne parmağını sallayıp ders vermek gibi bir kaygısı var Birgül’ün ne de aykırı olmaya çalışıp puan toplamak gibi… Anlattıkları oldukça doğal bir şekilde, hiç göze batmadan olgunlaşıyor ve sonlanıyor. İki kız kardeşin yaşadığı garip çekişme, plazalarda yaşanan iş ilişkileri, rekabet, gereksiz söylenen yalanlar, insan psikolojisinin aslında ne garip olduğunu anımsatıyor okura.

En başta da yazdığım gibi kıymeti bilinmemiş bir yazar Cahide Birgül. Eflatun Koza’nın ilk baskısı üzerinde hiç çalışılmadığını belli eder bir biçimde yazım yanlışlarıyla doluydu. Editör desteğinden, düzeltmen gözünden mahrum kalmış bu kitap haksızlığa uğramış gibi hissetmiştim hep. Oysa şimdi, ölümünden yıllar sonra yeniden ve biliyorum ki hak ettiği özenle, Kafka Kitap’tan çıkacak tüm romanları. Uzun süredir baskısı olmayan, zor bulunan bu romanlar belki de çok daha fazla okura ulaşacak. Cahide Birgül hep yaşayacak. Yine en başta dediğim gibi: “Geç olsun, güç olmasın.”