Sutyen 39.90 yazıyordu. Koca bir tabela, iki taraflı, bir ev çatısı gibi bisikletin arkasına tutturulmuş, şehrin en kalabalık caddesinde, bir uçtan diğerine gidiyordu. Bisikleti kullanan genç kadının yüzündeki -muhtemel- mutlaka yapmalısın dedikleri makyaj, sıkıntıyı örtememişti. Aç ve saçma erkek bakışlarının arasında, peşinde sutyen reklamı ile pedal çevirmek sıkıcı olmalı ya da hiç kimseyi takmamalıydı ama yeni başlayan bir iş, burada yürüyen reklam olmak…
Caracas’ta bir yürüyen telefon kulübesi ile aynı evde kalıyorduk. Çantasında, içinde 3-4 telefon şirketinin kartı olan 5-6 telefon taşıyordu. Telefon etmek istediğinizde, hangi şirketin hattını arayacaksanız, o hatlı telefondan arıyordunuz ve ne kadar süre konuştuysanız parasını ödüyordunuz. Oldukça yaygın bir işti bu. Bazıları meydanın bir köşesine, ince bacaklı portatif bir masa ve ondan daha ince bacaklı yine portatif sandalye koyup yapıyordu bu işi. Masada alıp kaçırılmasın diye telefoncuya zincirli telefonlar dizili oluyordu. Sessiz bir arkadaştı yürüyen telefon kulübesi ve Chavistti tabii. Sosyal programlarından biri olarak çıkan yemeğin yapıldığı mutfağın üst katıydı kaldığımız yer zaten. Kapıları ve pencereleri takılmamıştı henüz. Onunla kalmanın tek sorunu buydu. Bazen bütün gece telefonlar çalıyordu. Her hattın başka sesi vardı. Nedense kapatmıyordu seslerini ya da o kadar eskiydi ki telefonlar, belki hiç kısılmıyordu sesleri ve zaten o, hiç aldırmıyordu…
São Paulo’nın kalabalık meydanlarında, özellikle metro çıkışlarında yüzlerce yürüyen reklam olurdu. İlk gördüğümde birileri miting yapıyor zannetmiştim. Üstlerinde önlü arkalı yazılı tişörtleri oluyordu. Bazılarında dikkat çekmek için çok uzun külahlı şapkalar, gene yazılı ve bazıları çan çalıyordu bir yandan ama hepsi sırtlarında yazılı reklamları sözlü tekrarlıyorlardı. Kampanya gözlük, kontörlü telefon hattı, ne kadar yersen ye altı real’e lokantası, motosiklet tamircisi, samba okulu, güneş kremi, internet bir real, hediye diş fırçası veren diş macunu, iyi avukat… gibi reklamlar vardı. Hiç sutyen reklamı hatırlamıyorum ama mutlaka vardı. Çünkü meydanlarda ‘Ellerinde pankartlar yürüyordu reklamlar…’
İki metro çıkışı arası birbirleriyle konuştukları oluyordu. Seslerini korumak için olacak, daha kısık sesle ama hızlıcaydı bu sohbet. Birbirlerine reklam adlarıyla sesleniyorlardı. ‘Kampanya gözlük’, ‘Samba okulu’, ‘İyi avukat’… Yeni bir metro boşaldığında, sohbet kesiliyor, herkes işine geri dönüyordu. Sağa sola gidip, çan çalıp, şapka külahlarını sallıyorlar ve yine reklam sözlerini tekrarlıyorlardı.
Akşam, neredeyse hep beraber toplanıyorlardı. Yerlerine seyyar rom satıcıları geliyordu. Külahlarını, tabelalarını koltuk altlarına koyuyorlardı. Mesai saati bitişi gibiydi ve bazen iki yürüyen reklam, iş yerlerinde iki bardak rom içip, el ele tutuşup gidiyordu…