Bir trajedi olarak af
Hem muhalefetin siyasi suçlara dair itirazı hem de sıradan insanın suçluları affetme konusundaki sosyal psikolojik direnci karşısında ne yapmak gerekiyor? Öncelikle mutabakat alanının genişletilmesine ihtiyaç var.
Armağan Öztürk*
Cumhur İttifakı'nın TBMM gündemine getirdiği ceza infaz indirimi yasa önerisinin birkaç gün içerisinde yasallaşıp resmi gazetede yayınlanmasını bekliyoruz. Bahsi geçen taslağın ilginç bir öyküsü olduğu herkesin malumu. Politik bir talep olarak af MHP’nin gündeminde yer aldı uzun bir süre. AKP önce MHP’den gelen bu talebe şiddetle direndi. Ama daha sonra Cumhur İttifakı içerisinde AKP’nin MHP’ye daha fazla ihtiyaç duyduğu bugünkü konjonktür yerleşik hale gelince af önerisi iktidar için de üzerinde çalışılması gereken bir konuya dönüştü. Korona günlerinde fazlasıyla biyo-siyasete yaklaşmış güncel siyasi konjonktür sayesinde ve hapishanelerdeki doluluk gerekçe gösterilerek meclis gündemine getirildi af.
Muhalefet yasa önerisinin içeriğine karşı. Çünkü Cumhur İttifakı'nın affı sadece adi suçları kapsıyor. Siyasi suçlarla ilgili herhangi bir değişiklik yok. Bilindiği üzere Türkiye’de muhalefetin hep bir meşruiyet sorunu oldu. Çoğunlukçu milli egemenlik anlayışı iktidarı milletin temsilcisi, muhalefeti ise bu kutsal temsil ilişkisinin düşmanı olarak tanımladı. Muhalefete yönelik bu dışlayıcı tutum Türkiye’ye ve dünyaya bakışları iktidarın perspektifinden farklı olan insanların ceza hukuku yoluyla denetlenmesi gibi bir sonucu da beraberinde getirdi. İktidarın toptan bir şekilde “terörist” diye tanımladığı geniş politik muhalif blokunun aslında çok az bir kısmı gerçekten de somut şiddet eylemlerine katılmış insanlardan oluşuyor. Bu bağlamda, en azından muhalefet partilerine göre, siyasi suçlardan içeride olanların ağırlıklı kısmı aslında terörist değil sadece düşünce suçlusu. İnsanlar düşüncelerinden dolayı hapse atılıyorlar. Özellikle gazeteciler bakımından bu sorun kangrenleşmiş durumda.
Muhalefetin siyasi suçlarla ilgili hatırlatması dışında özellikle halk arasında popülerleşmiş affa yönelik başka bir görüş daha var: Şöyle ki, “Devlet ancak kendisine karşı işlenen suçları affedebilir, bireylerin birbirlerine karşı işledikleri suçlarda devletin affa hakkı yoktur” tezi epey kişi tarafından dile getiriliyor. Tabii bu görüş kamu hukuku mantığı öncesi bir çağa ait. Hem bir kamu hukuku olan ceza hukukunun evrensel ve ulusal içeriği hem de yasama yetkisinin sınırları bakımından devletin bireylerin birbirine karşı işlediği suçları affedemeyeceği iddiasının anlamlı bir yanı yok. Tabii bireylerin birbirine karşı işledikleri suçlarda mağdur olan kesimin rızasının aranmasını meşruluk için önemseyen bu bakış açısı af tartışmaları bakımından yine de önemli. Çünkü bu anlayış sınırlı bir zeminde de olsa af gibi bir konunun toplumsal rıza olmaksızın çıkarılamayacağı gerçeğini anlatıyor. Af herhangi bir yasal düzenleme değil. Yurttaş statüsünü kazanmış birey, o bireyin içerisinde yer aldığı toplum ve devlet arasındaki siyasi ilişkinin iç içe geçtiği bir düzlemde devletin aldığı kararların bireylerin rızasına dayanmasının devlet iktidarının niteliği bakımından bir ön koşul olduğu tezi demokratik toplumun nirengi noktasını oluşturuyor. Bu nedenle bir kişi ya da yeterince çok sayıda kişi “Ben suçluların affedilmesine karşıyım” dediğinde, sizin ona söyleyeceğiniz “Ama devletin kararı böyle” yanıtı sorunun büyüklüğü karşısında bir hayli zayıf kalıyor.
Peki, hem muhalefetin siyasi suçlara dair itirazı hem de sıradan insanın suçluları affetme konusundaki sosyal psikolojik direnci karşısında ne yapmak gerekiyor? Öncelikle mutabakat alanının genişletilmesine ihtiyaç var. Aslında her yasa Rousseau’cu anlamda genel iradenin ürünü. Ama af gibi konularda yasaya yönelik toplumsal desteğin genişliği yasanın meşruiyeti bakımından hayati derecede önemli. Şüphesiz ki toplumsal mutabakat olmadan da af yasası çıkarabilirsiniz. Ama çıkardığınız yasa düzelttiğinden daha fazla soruna yol açabilir. Mesela suçluların affedilmesi adalet duygusunu zedeleyebilir. Hem yeterince ceza çekmeden salıverilen suçlular hem de onların mağdurları bakımından yeni bir suç işleme dalgasına yol açabilir. İkinci mesele ise eşitlik. Kim ne suç işlerse işlesin herkese eşit davranmak zorundayız. Bir öğretmen sınav sırasında ve daha sonra sınav kağıtlarını okurken nasıl ki tüm öğrencilerine eşit davranıyorsa, bir adalet sistemi de her mahkuma öyle davranmak zorunda. Siyasi suçlar ve kadınlara işlenen suçlar dahil olmak üzere hiçbir suç için istisna yaratılmamalı. Bu durum, yani eşitlik af tartışmasının ahlaki minimum noktasına karşılık geliyor. Eşitlik adaleti sağlar mı? Şüphesiz ki tek başına hayır. Ama eşitliğin olduğu bir yerde kimse kendisine haksızlık yapıldığını iddia edemez. Haksızlık iddiasının ortadan kalkması olasılığı ise hem adalet ile mülk arasındaki ilişkinin yeniden tesisi hem de toplumsal barışa doğru yeni bir başlangıç yapma ihtiyacımız bakımından hayati derecede önemli.
* Doç. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü