Bir yıl oldu: Kobe Bryant

Kobe Bryant'ın ölümü sadece dünyanı gelmiş geçmiş en iyi basketbolcusunun ve bir süper yıldızın ölümü değildi bence. Bir bayrak, bir flama taşıyıcısının eksilmesiydi bu hayattan. Kobe Bryant bir şeyi temsil ediyordu basketbol kültüründe. O, NBA'in son gerçek süperstarıydı. Alakasız takımların taraftarlarının Lakers maçlarını izlemesinin sebebiydi o.

Ara Gözbek agozbek@gazeteduvar.com.tr

15 yıldır gazetelerde ve çeşitli mecralarda gazeteci kimliğimle yazılar yazıyorum. Radyoda binlerce canlı yayına, ekranlarda ise yüzlerce canlı yayın ve programa imza bıraktım. Beni okuyan, beni dinleyen ve izleyen herkes çok iyi bilir ki koşullar ne olursa olsun, konu ne olursa olsun her zaman meselelerle tarafsız ve rasyonel temas kurarım. Kariyerimde aklımı bir kenara koyup duygularımla yazdığım ilk ve tek yazım bir sene önce oldu. O da Kobe Bryant'ın ölüm haberi üzerine “bir Kobe Bryant yazısı” yazarken. Evet, gerçekten bir yıl oldu.

Geçen sene ocak ayı içerisinde NBA ve spor dünyası bir kayıp daha verdi esasında. Hatta belki de spor dünyasına daha çok yön ve şekil vermiş biri; eski NBA komisyoneri David Stern. Ama bu, Kobe Bryant'ın ölümü kadar ortalığı ayağa kaldırmadı, insanları derinden sarsmadı. Çünkü Kobe Bryant'ın ölümü sadece bir süperyıldızın ölümü değildi. Genç birinin ölümüydü ve bu, durumun vahametiyle daha fazla empati kurmamıza neden oldu. Kobe Bryant'ın ölüm haberi belki de felaket geçecek 2020 yılının habercisiydi. 36 yaşındayım ve 2020 kadar kötü bir seneye şahit oldum mu çok emin olamıyorum. Ülkemiz için 1999 yılı da felaketti gerçekten ama 2020 yılı global olarak zor ve acı dolu bir seneydi. Dünya bütün yıl ortak bir sorun ile mücadele etti ve bir sene önce bugün ortak bir acıyı paylaşmıştı yani Kobe Bryant'ın ölümü.

Kobe Bryant'ı tekrar tekrar anlatacak, şöyle oyuncuydu, böyle oyuncuydu diye manasız istatistiklerle köşemizi dolduracak değiliz. Kobe Bryant'a “Basketbolun Picasso”su yani “sanatçı”sı demiştim. Ama ölümünün ardından süreç onunla ilgili bir şeyi daha fark etmemize neden oldu.

Amerikan spor ve popüler kültüründe bazı kavramlar var ki Türkçeye çevirdiğimizde tam olarak karşılığını oturtamıyoruz. Ama konuyu anlamamız için biraz Türkçe, biraz İngilizce ilerlemek zorunda kalacağız.

Süper kahraman filmlerinde karakterler iki ayrı kutupta şekillenirler. “Heroes” ve “villains” yani “kahramanlar” ve “kötü sdamlar”. Bugün hayatımızın kahramanları haline gelmiş Michael Jordan ve Kobe Bryant oynadıkları dönemde aslında birer “villain”lardı. Sevilmiyorlardı, diğer oyuncular nefret ediyordu. Hatta seyirci bile sinir oluyordu. Bugün gençler çok hatırlamaz ama Kobe Bryant, performans olarak seviye atlamaya başladığı 2002 ve 2003 yıllarında inanılmaz antipati duyulan bir oyuncu figürüydü. Hele bir de 2003 yazındaki “Colorado skandalı” yaşanınca gittiği her arenada yuhalandı, küfür edildi.

Ama kötü adamlar da sevilir. X-Men'de Magneto'yu sevmeyen var mı? Veya Batman, Kara Şövalye'deki Joker'i? Scarface yani “Yaralı Yüz” zaten başlı başına bir kötü adam. Amerika'da Christmas yani Noel'de oynanan maçlar için ayrıca özenilir forma ve organizasyon konusunda. Kobe Bryant bir keresinde “Grinch” konseptinde ayakkabılar giyinmişti. Yani Noel kültürünün “kötü adam”ı figürünün temsilcisi olarak sahaya çıktı. Noel gecesi çocuklardan oyuncak çalan karakter yani. Bunlar tabii işin şakası ve ironik tarafıydı. Ama temelde anlattığımız algı yüzde yüz gerçektir.

 Kobe Bryant'ın ölümünün ardından aslında onun ne kadar çok sevildiğini anlamış olduk. Gerek meslektaşları tarafından, gerek basketbol seyircisi tarafından ve gerek genel kamu oyu tarafından. Michael Jordan gibi tamamen duygulardan uzak, sert ve soğuk imajlı bir figürün bile aslında zaafları ve hassasiyetleri olduğunu gördük.

Michael Jordan'ın, Leonardo Da Vinci'nin “Son Akşam Yemeği” tablosunda ortadan oturan zat olduğunu hep söylüyorum. Burada bir sıkıntı yok. Michael Jordan'ın, New York'taki efsanevi 55 sayılık maçını bizzat tribünden izledim 1995 yılında. Michael, 45 numaralı formasıyla o 55'i gözlerimin önünde attı. Ama ben gözlerimle şahit olduğum, tanıklık ettiğim gelmiş geçmiş en iyi basketbol oyuncusunun Kobe Bryant olduğunu iddia ediyorum. Bir gün dünya bu gerçeği de fark edecek. Kobe Bryant en büyük mü, bu başka bir tartışma konusu. Ama en iyisi derken açıklamam çok basit; Michael Jordan'ın bile iyi olmadığı alan var sahada. Nedir? 3 sayı tehdidi gerçek anlamıyla yok diyebiliriz. Peki Kobe Bryant'ın sahada mükemmel seviyede yapamadığı bir şey var mı? Çok açık soruyorum.

Ama Kobe Bryant'ın ölümü sadece dünyanı gelmiş geçmiş en iyi basketbolcusunun ve bir süper yıldızın ölümü değildi bence. Bir bayrak, bir flama taşıyıcısının eksilmesiydi bu hayattan. Kobe Bryant bir şeyi temsil ediyordu basketbol kültüründe. O, NBA'in son gerçek süperstarıydı. Alakasız takımların taraftarlarının Lakers maçlarını izlemesinin sebebiydi o. 2006 ve 2007 yıllarında 40 sayı atmayı normalleştiren ilk adamdı. Ondan önce biri 40-45 sayı attığında “vay canına, ne oynadı” denirdi bir oyuncu için. Kobe Bryant bunu basketbolda normalleştirdi. Kobe, böylesine bir hücum oyuncusuydu. 81 sayı attığı maç hâlâ gözümün önünde. İnsanın konsol oyunlarında bile yapamayacağı bir şeyi yaptı.

NBA kültüründe süperstarlar ve takımlar her zaman bir “Batman ve Gotham şehri” hikayesi gibiydi. Superman'in dünyayı kurtarışı gibi. Bir adam çıkardı ve bir şehrin kaderini değiştirirdi. Gerçekten NBA kahramanlık öyküleri böyleydi. 2007 yazında Kevin Garnett ve Ray Allen'ın Boston Celtics'e Paul Pierce'ın yanına gitmesiyle başlayan ve 2010 yazında LeBron James ve Chris Bosh'un Miami Heat'e Dwyane Wade'in yanına gitmesiyle yeni bir dönem ve yeni bir kültür tescillendi. Artık NBA, bir adam ve bir şehir hikayesinden çıktı ve “Avengers” veya “Justice League” kültürüne geçmiş yaptı. Yani “biz burada toplanıyoruz, siz de orada toplanın, haydi savaşa gidelim” zihniyeti ve “kısa yol” tuşu edinildi. Patrick Ewing ve Charles Barkley, Michael Jordan'ın en yakın arkadaşlarıydı. İkisi de Chicago'ya gidip Michael'la oynamayı bilmiyorlar mıydı? Hayır, ama aksine onu yenmeye çalışıyorlardı. Kolaycılığa kaçıp, şehirlerini satıp gitmiyorlardı. Kobe Bryant, bu kültür zincirinin son halkasıydı. Kobe Bryant'n NBA tarihinde böyle bir kıymetli yeri de var esasında. Goygoy ve sulu şakalardan uzak, sadece kazanmaya odaklı, kazanmakla yetinmeyip rakibini yok etmeye kararlı bir zihniyet.

Evet, şaka değil gerçekten bir yıl oldu o aramızdan ayrılalı. Felaket olacak 2020 yılının habercisiydi onun ölüm haberi. O, “basketbolun Picasso'su”ydu. 42 yıllık ömründe her şeyi yaşadı ve hikayesi yarım kaldı. Oynarken de basketbolu bıraktıktan sonra da hep tartışılmaya devam etti. NBA, tarihinde Kobe Bryant'ın yeri neresi? Bu haritadaki konumu sürekli değiştirecektir. Ama değişmeyecek ve tartışılmayacak bazı şeyler kalmıştır bizlere. Onun ne kadar büyük bir oyuncu olduğu, basketbol adına ve genel hayat görüşü açısından neyi temsil ettiği ve onu düşündüğümüzde hangi kelimeleri bir araya getirdiğimiz değişmeyecektir.

Çalışkan, çok çalışkan, çok çok çalışkan, yılmayan, pes etmeyen, cesur, gözü kara, şampiyon ve kendi işini kendi yapan.... Seni asla unutmayacağız Kara Mamba!

Tüm yazılarını göster