Bir yolun yolu

Terk edilmiş köylere terk edilmiş ninelerin, dedelerin oğlu gibidir. Sanki bir ocağı bekler, bir avluyu, gelmeyen bir mektubu.

Selim Temo stemo@gazeteduvar.com.tr

Ali Sizer’i Kürtçe dışında bir dille anlatmak çok zor, onunla konuşmak da. Kürtçe onun dilinde yankılanıyor çünkü. Hele kıskandığım Kurmancîsinin Horasan’daki Kurmancî ile aynı olması daha da güzel. Şiirsel. Duygulu. Kendi içine bakan cümlelerle dolu bir ezgi.

Hemen her dizesinde, cümlesinde “reduction” var. Sevgili Ali Duran Topuz’un yakınlarda çıkacak Kürtçe öykü kitabının dili gibi. Ali, yaklaşık bir yıldır bu kitabı yazıyordu bu arada. Ben de okuyan ilk kişi olmanın onuru ve lüksüyle naçizane önerilerde bulunuyordum. Aslında kitap çıkıncaya kadar bahsetmeyeceğimiz büyük bir edebiyat olayı yavaş yavaş serpiliyordu. Ama yayıncısı heyecanı daha fazla taşıyamamış olacak ki sosyal medyada birkaç öykü paylaştı. Güzel bir ilgiyle karşılandı. Kısacık öykülerde kısacık cümlelerle resimlenen bir dünya. Koçgirî’den dünyaya gönderilmiş ucu yanık bir mektup.

Geçenlerde işte Ali Duran Topuz’la haftalık olağan telefon görüşmemizi yaparken sözü Ali Sizer’e getirdi, yenilerde keşfetmiş ve çok sevmiş. Ama unutmuş olmalı, çünkü birkaç yıl önce ona Sizer’in birkaç videosunu göndermiştim. Hatta “Nasıl tanımamışım şimdiye kadar” demişti. Tabii bir yazarın yazdığı gazetenin Genel Yayın Yönetmenini fazla iğnelemesi iyi olmayabilir, burada bırakayım!

Yazar Ali’ye müzisyen Ali’yle de bir dostluğumuz olduğunu söyleyince bir söyleşi fikri oluştu. Sağ olsun, Sizer de kırmadı. Uzun süre önce nefes alıp verdiği topraklardan uzaklara gitmişti. Birkaç soru hazırladım. Yazışarak ya da görüntülü konuşarak bir söyleşi yapacaktık. Ama Sizer bu dünyanın göğündedir. Telefon kullanmayı beceremez, bilgisayara yazamaz, Word dosyası açamaz. Cevapları kareli bir deftere yazarak fotoğraflarını çekip göndermiş ama ara ki kâğıdı bulasın! Söyleşi fikri yazıya dönüştü.

Kilamları, stranları ve türküleriyle bir öte dünya dervişi. Eşyasız bir dünyada yalın sazıyla kâinata seslenen bir köy çocuğu. Yoksul odaların sararan fotoğraflarının altında dağları ceme çağıran bir taşın gölgesi. Elest gününden kalmış bir ikrârın dili. Hele sevgili Cemo Doğan’la bir araya gelince, yorgun ağaçların yankısına sayılsalar yeridir.

Kürt Aleviliğinin klasik kilamları gibi kendi besteleri de geleneğin içinde. Bitmeyen bir tahsilin içinde hep. Tevazu, sadelik, insan-ı kamile yürüyen bir eda. Klipleri gibi enstrümanları da sade, gösterişsiz. Sazın yanında bir kaval duyulur en fazla, belki bir bendir.

Standart Kurmancînin kanı çekilmiş cümlelerine rastlanmaz onun edebiyatında. Sanki o değil de kadim sözcükleri giyinmiş bir koçer gelir bize doğru. Terk edilmiş köylere terk edilmiş ninelerin, dedelerin oğlu gibidir. Sanki bir ocağı bekler, bir avluyu, gelmeyen bir mektubu. Yine de zordur onu gönülden geçen sıfatlarla yazmak. Çünkü mahcup olmayı bilen sanatçılardandır.

Ali Sizer’in ezgileri, soylu bir kardeşliğe değer. Barışa, yan yana değil, iç içe yaşamaya çağırır. Ama “Rindo”da doğrudan bir kardeşlik vardır. Eski giysilerini küçük kardeşine veren bir ağabeyin soylu elleri gelir akla. Onu irfan mektebine çağıran, onu verdiği için Allah’a şükreden bir sevinç. Kollarını göğsünde kavuşturmuş “Yaro” ise bir ağabeye seslenir. Ama aynı zamanda “pîr”dir o. Uzun bir göçün içinden hakikati ünler.

Şîna Husên”de Kerbela orada kavrulmaya devam eder. “Qizilbaş”ta “kimsin, kimlerdensin” sorusuna verilmiş bir cevap vardır. “Dema Alî”de iyilik yaratılan bir şeye dönüşür. “Birin”de her şeye el konulduğu söylenir. İnsanın yüceliğine, canlılara ve cansızlar yönelik merhamete bir ağıttır bu ezgi. “Kâinat”ta ise daha önce gerçekleşmiş her şeyde bir parçası olan biri vardır: “Dört kapının, kırk makamın, erdim sırrına tamamın / Küntü kenz’in, lâmekânın noktasında var idim ben”

Klasik Alevî kozmolojisi içinde devinen ezgilerin hemen hepsi aynı zamanda birer semah ezgisidir. Dili gibi müziği de “reduction”la özetlenebilir bu yüzden. Soluk alıp vermeye benziyor çünkü.

Çünkü dağlıların zamana ihtiyacı vardır.

Tüm yazılarını göster