Bir zamanlar Ankara
Her kent bir caddeler ve sokaklar kentidir ama Ankara kendine özgü bir caddeler, sokaklar ve parklar kentidir. Ankara’nın sokak ve cadde adları, Türkiye’nin yakın siyasal tarihinin bir göstergesidir neredeyse. Cumhuriyetin başlangıcından bu yana, ülkenin içinde yaşadığı uluslaşma süreci, gerek dış ilişkiler bağlamında gerek yerel yönetimlerin ideolojileri bağlamında, gerekse de yurttaşların siyasal tercihleri bağlamında bir gösterge oluşturabiliyor.
1976 yılında, Adana’dan üniversite öğrencisi olarak geldiğim Ankara’da, 2004 yılına kadar, yirmi sekiz yıl kalacak; on kitap ve bir askeri darbe yaşayacaktım. Ankara’ya geldiğim günler, bu kentin kendine özgü sonbahar günleriydi. Bakanlıklar’daki at kestaneleri parlak, pırıl pırıl, kahverengi meyvelerini döküyorlardı kaldırımlara. 2004’de, genç emekli bir öğretim üyesi olarak ayrıldığım ve İstanbul’a taşındığım günlerde ise Ankara’nın kendine özgü ilkbahar günleriydi. Otogara doğru giderken, Emek Mahallesi'nde bir evin bahçesindeki tek badem ağacını unutamam. Bütün hücrelerine kadar çiçek açmış bu badem ağacı, sanki çirkinlik abidesi gibi önünüze çıkan alt ve üst geçitlere, bir tehdit gibi yükselen siren seslerine, yağmalanan yeşil alanlara bir misilleme gibiydi.
Ankara-İstanbul ikilemi üzerine, özellikle entelektüeller arasında bir tartışmanın öteden beri süregeldiği bilinir. Örneğin, Yahya Kemal’e “Ankara’nın nesini seviyorsunuz?” diye sorulduğunda, “İstanbul’a dönüşünü” diye cevap verdiği, en bilinen rivayetlerden biridir. Ankara’da nasıl şiir yazılabildiğini anlamadığını söyleyen bazı İstanbullu şairlere de rastlamışımdır. Hele resim yapmak, Ankara’da olacak şey değildir. Aslında böyle düşünenler pek haksız da sayılmazlar. Bir kez Ankara, insana kaybolma, yitip gitme şansını pek vermeyen bir kenttir. Gerçi edebiyatımızın en fantastik yazarlarından Nazlı Eray’ın, günün belli saatlerinde kaybolduğu, nereye gittiğinin bilinmediği söylense de, Ankara için böyle bir genelleme yapamayız. Zaten insanların akşam saatlerinden sonra buharlaştığı sokaklarında, sıkıntıyla yürürken, yalnızlığınızla birlikte bir kafede biraz zaman geçirmek istediğinizde, mutlaka tanıdığınız kimi yüzlerle karşılaşırsınız. Bohem yaşantıya pek uygun olmayan bir kentte şiir, roman ya da öykü yazıp da geleneğin pek fazla dışına çıkmış, bireysel ya da mistik bir duyarlılığı yapıtlarında yansıtmış sanatçılara rastlamak biraz zor. Diyebilirsiniz ki, “İkinci Yeni Şiiri’nin çıkış yeri Ankara değil mi? Bundan daha “avangart” bir anlayış olabilir mi?” Evet, doğru. Ama yine de Ankara genellikle ciddi, toplumsal, politik bir duyarlılığın merkezidir. Peki nasıl oluyor da bu denizi olmayan, gri, “insafsızca kravatlı”, güneşin eskort eşliğinde doğduğu kentte şiir, roman, öykü yazılabiliyor? Öyle ya, Türk edebiyatının birçok nitelikli şairinin ve yazarının Ankara’da yaşadığı görülüyor: Nazlı Eray, Hasan Ali Toptaş, Cemil Kavukçu, Erhan Bener, Mehmet Eroğlu, Sevgi Özel, Ayla Kutlu, Ahmet Telli, Metin Altıok, Ahmet Erhan, Şükrü Erbaş, bu dönemde, daha birçok yazar-şair gibi dostluğum olan, hemen aklıma gelen adlar. Demek ki sanatsal yaratıcılığı besleyen dinamikler, daha farklı gelişiyor. Burada aklıma hemen Freud’un, “mutlu insan sanat yapamaz” yaklaşımı geliyor. Çünkü Freud’a göre mutlu insan düş kuramaz. Sanat ise gündüz, uyanık görülen düşten başka bir şey değildir. Bu yaklaşım, adını saydığım ve saymadığım sanatçılar için de geçerli olabilir mi?
Her kent bir caddeler ve sokaklar kentidir ama Ankara kendine özgü bir caddeler, sokaklar ve parklar kentidir. Ankara’nın sokak ve cadde adları, Türkiye’nin yakın siyasal tarihinin bir göstergesidir neredeyse. Cumhuriyetin başlangıcından bu yana, ülkenin içinde yaşadığı uluslaşma süreci, gerek dış ilişkiler bağlamında gerek yerel yönetimlerin ideolojileri bağlamında, gerekse yurttaşların siyasal tercihleri bağlamında bir gösterge oluşturabiliyor. Örneğin kentin Kızılay bölgesinde yer alan sokakların ve caddelerin adlarına baktığımızda, İnkılap Sokak, Bayındır Sokak, Sakarya Caddesi, Yüksel Caddesi gibi, ilerlemeye ve yakın tarihe göndermeler yer alırken; Çankaya bölgesindeki sokak ve cadde adlarına baktığımızda Arjantin Caddesi, Paris caddesi, Kennedy Caddesi gibi Batı ülkeleriyle ilişkilerde gösterilen duyarlılığın vurgulandığına tanık oluyoruz. Çoğu sokak adı da, bozkırın bir gün bağlarla ve bahçelerle kaplanacağı özlemini dile getirmektedir: Portakal Çiçeği Sokak, Karanfil Sokak, Menekşe Sokak, Ballıbaba Sokak gibi. Kentin kuzeyinde yer alan Kavacık semtinin hem kendi adı hem de bu semtteki sokakların adları, adeta bir İstanbul özlemini yansıtmaktadır. Üsküdar Sokak, Aşiyan Sokak gibi. Evet, Ankara’da yerel yönetimlerin sağ partilere kaymasıyla birlikte, sokak ve cadde adlarının da sağ çağrışımlar içerdiğini görüyoruz. Özellikle kentin Bahçelievler gibi zamanında modern kentleşmeye örnek gösterilebilecek semtinin numaralarla belirtilmiş sokak ve cadde adları da bu gelişmelerden payını alıyor. Örneğin, semtin en merkezi ve popüler caddesi olan 1. Cadde’nin adı, Bişkek Caddesi olarak değiştirilmiş. Yine, Hasköy semtindeki bir parkın adı, değişen yerel yönetimlere uygun olarak, önce sosyal demokrat Zülfikar Ali Butto iken, sonra darbeyle yönetime gelen Ziya Ül Hak olmuş ve en son Alparslan Türkeş olarak değiştirilmiş. Buna karşın, kent merkezinin kuzeyinde bulunan Cemal Süreya Parkı, Ahmed Arif Parkı gibi park adlarının, ülkenin aydınlanma sürecinde önemli yeri olan şairlere gönderme yaptığını görüyoruz. Bu gelişme ve değişme, bir bakıma ülkenin siyasal açıdan istikrarsızlığını da yansıtıyor. Ankara’da gerek şiirlere girmeleri açısından gerek taşıdıkları duygu değeri açısından oldukça şiirsel sokak adlarının da bolca bulunduğunu belirtmeliyim: Akşam Sokağı, Kedi Seven Sokağı, Güvercin Sokak anlamlı sokaklardır. Örneğin evinize bir avize almayı düşünüyorsanız, Güvercin Sokak’a gitmelisiniz; çim biçme makinası almayı düşünüyorsanız, Kedi Seven Sokak’a uğramalısınız. Kumrular Sokak da şiirsel anlamda altı çizilmesi gereken bir sokaktır. Ne var ki, iki yanında yer alan dev çınarlarla, yaşadığı yoğun kent trafiği yüzünden lirizmini giderek yitirmiştir. Çınarların gövdelerine, yerel yönetim tarafından, korunduklarına dair tabelaların çakılması, bir bakıma anılarımızın da korunmaya alındığının belirtisi olarak bizi az da olsa teselli etmektedir.
Karanfil Sokak, Ahmed Arif’in ünlü bir şiirinin adını oluşturur:
“…
Karanfil Sokağı’nda bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al-al bir yangın mavisi
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır.”
Bu şiirde Ahmed Arif, Karanfil Sokağı’nı burjuvazinin yaşadığı, Altındağ ve İncesu’yu da işçi sınıfının yaşadığı bölgeler olarak simgeler. Oysa bugün özellikle bürokratik burjuvazinin yaygın olarak yaşadığı yerler Korukent, Beysukent, Angora Evleri, Gölbaşı çevreleri gibi kent merkezinin dışında toplanmıştır.
Metin Altıok’un Sivas Katliamı'nda yaşamını yitirmeden önce oturduğu sokağın adı Nimet Sokak’tı. Ama onun en çok sevdiği sokak adı, Nimet Sokak’la kesişen Ninni Sokak’tı. Metin Altıok’la sık sık bir araya geldiğimiz Mülkiyeliler Lokali’nin bulunduğu Konur Sokak, aynı zamanda Ceyhun Atuf Kansu’nun yaşamış olduğu en duyarlı sokaktır. Bu sokağın iki yanında yer alan akasya ağaçlarını da Ceyhun Atuf Kansu diktirmiştir. Bu sokağın başında yer alan İnsan Hakları Anıtı, çeşitli muhalif grupların sık sık protesto gösterileri yaptıkları bir merkezdir aynı zamanda.
Küçükesat, Kavaklıdere ve Seyranbağları semtlerinin sınır kesişmelerinde bulunan ve Ahmet Erhan, Ali Püsküllüoğlu, Ahmet Say, Abdullah Nefes, Özcan Karabulut, Vüs’at O.Bener, Gülten Akın, Salih Bolat, Hüseyin Cöntürk, Yeşim Dorman gibi birçok şair ve yazarın yaşamış olduğu sokakların adı, ilginç bir biçimde “B” harfiyle başlamaktadır: Bağış Sokak, Başak Sokak, Bülten Sokak, Büklüm Sokak vb. Ülkemizin önemli dergilerinden biri olan Oluşum dergisinin ofisi de Bardacık Sokak’taydı. Sanırım Cemal Süreya’nın bir dönem yönettiği Papirüs dergisi de bu sokakların birindeydi.
Ankara’da 1980’lerden sonra gelişen, modern anlamda bar ve kafe ortamlarından da mutlaka söz etmeliyim. Bu yıllara kadar Ankara, hatta bu yıllardan epey sonraya kadar da bir “lokaller kenti”ydi denebilir. Bar ve kafelerin olmadığı zamanlarda, Ulus civarında yer alan meyhanelere ve birkaç lokantaya (bunlardan en ünlüsü “Cumhuriyet Yıldız Lokantası”ydı) kıyasla daha “protokolcü”, belki de daha “kontrollü” lokaller vardı. İlk ve en eski lokal, sanırım “Mülkiyeliler Lokali”ydi. Sonra çeşitli meslek odalarının mensuplarına hizmet etmekle birlikte, konukları da geniş biçimde kabul eden lokaller yaygınlaştı. Ankara’da “Ormancılar Lokali” de ünlü lokallerdendir. 1990’lı yıllardan sonra yaygınlaşan barlar arasındaki en ünlü barlardan biri de “Nostalji”dir. Şarkıcı ve söz yazarı Naşide Göktürk ile Nalan Açıkgöz’ün işlettikleri bu bar, Ankara’daki şairlerin sık uğradıkları mekânlardan biriydi. Ben de arada bir uğrardım. Diğer barlara göre şiir okunması, görece kaliteli müzik yapılması, Naşide ve Nalan’ın şiirle yakın ilgileri bu özelliği kazandırıyordu. Naşide’nin kendisinin de şarkı söylemesi, zaten Nostalji’nin en önemli özelliklerindendi. Çankaya yokuşunu tırmanırken, Kuğulu Park’ı biraz geçtikten sonra sol tarafta yer alan Nostalji’nin müdavimleri arasında Ahmet Kaya ve başka tanınmış müzisyenler de vardı. Naşide’nin popüler müzik çevreleri içindeki sevilen konumu Nostalji’ye de yansıyordu. Bir gece, hiç unutmam, bir arkadaşımla Nostalji’de otururken Ahmet Kaya geldi. “Mahur Beste” şarkısı yeni çıkmıştı. Naşide’yle birlikte defalarca söylemişlerdi ve büyük bir keyifle dinlemiştik.
Hititler, Frigyalılar, Galatlar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde hep aynı yerde duran tarihsel Ankara, Türkiye Cumhuriyeti döneminde devletin başkenti olarak onurlanmıştır. Ankara Kalesi’ne tırmandığınız zaman, bu yedi uygarlığa ait insanların ayak izlerine rastlayamasanız bile, kulağınızı surlara dayadığınızda derinden gelen sesleri duyabilirsiniz. Bir de, surlara dikkatle baktığınızda, taşların arasında uzunlamasına yatan heykeller, sütun parçaları ve daha başka anlamlı malzemeyi görüp şaşırabilirsiniz.1071’de Selçuklular’ın eline geçen kale, 1101’de Haçlılar’ın eline geçmiş, 1227’de tekrar Selçuklular’ın eline geçmiş. Selçuklu Sultanı I.Alaeddin Keykubat’ın onarttığı kaleye, 1249’da Sultan II.Keykavus bazı ekler yaptırmış. Buraya kadar yapılan onarımlarda olağan dışı bir durum bulunmuyor. Ne var ki, 1832’de, Mısır Valisi M. Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, kalenin onarılması işini üstlendiği zaman, bizi şaşırtan trajik olay gerçekleşiyor: Roma ve Bizans dönemlerinden kalan ve tarihsel Ankara’nın dokusunu oluşturan antik heykeller, antik binaların sütunları da duvar malzemesi olarak kullanılıyor. Neyse ki bu trajik durumun oluşturduğu karamsar duygu, günümüzde kaleye tırmanan sevgililerin oluşturduğu romantizm sayesinde bir nebze de olsa dağılıyor. Ahmet Telli, belki de bu kaygılarla bir şiirinde şu öneride bulunuyor:
“Bir gün kaleye çıkarsanız
Sevdiğiniz yanınızda olmalı”