Bırak kaçsın, dolansın keçiler

Türkiye Yazar Dayanışma Derneği ve Galeri Mod çeşitli disiplinlerden 21 sanatçının Türk ve dünya edebiyatından şiir, öykü, roman ya da diğer özgün metinlerden ilhamla ortaya koydukları resim, heykel ve fotoğraf çalışmalarını Esin Keçisi sergisinde buluşturdu. Bu sergide yer alan cesurlara, esin keçilerinin kimliklerini sordum. Okuyalım, esinlenelim, cesaretlenelim!

Irmak Özer heyirmako@gmail.com

“Şairin Beatrice’i öldü, esin perisi yok. Her şair, kendi günah keçisini beklesin artık ya da Mefisto’sunu. İnsanlığın günahları yüklenerek çöle salınacak o keçi, çöllerde değil, sanatçıların ruhlarında geziniyor… Sanatçı için de her şey büyülü, düşsel bir gerçekliktir. Düş gücüyle yeniden yaratılsın diye var olmuştur yeryüzü. Esin keçilerinin küçük çanları çınladığında dünya ilk günkü sessizliği ve saflığıyla yeniden ayağa kalkar sanatçının kilinde, mermerinde, tuvalinde, sözcüklerinde.

Kimin için? İnsan için...”

Düşündüm de yazarken benim esin keçilerim en çok çevremdeki insanlar. Arkadaşlarım, arada ailem, öylesine denk geldiklerim, tanıdıklarım... Hikayelerim genelde başıma gelenlerle başlar. İsterim ki bir sergiyi, eseri, kitabı sevdiysem bilinsin bu sevginin kaynağı olan başıma gelen hikaye, kendimle özdeşleştirme sebebi.

Son birkaç yıldır Paulo Coelho’nun Simyacı’sı, Clarissa P. Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar’ı, Michael Ende’nin Bitmeyecek Öykü’sü, Mevlana’nın Mesnevi’si, hiç kütüphanemde “en sevdiğim kitaplar” rafına bakmadan (evet, böyle de ayrımcı bir tipim) altını bol çizdiğim, durup durup açıp çizdiğim yerleri rastgele tekrar okuduğum kitaplar. Aşçılardan tutun kurumsal çalışanlara, sokaktaki esnafa, ne yaparsa yapsın işlerini severek yapan insanlar, köşe yazarları (ister istemez sevdiklerimin dillerini benimseyip ifadelerini kullandığımı fark ettim mesela), hem konusunda çok bilgili hem piyasaya hakim hem de pek rahat ve tatlı insanlar olduklarını hayal ettiğim, dili okurken akan, insanları eğlendiren Jerry Saltz, Will Gompertz gibi sanat eleştirmenleri de örnek aldığım insanlar mesela. Esin dediğin, işte böyle her yerden gelebilir insana.

Bir kitaptan da, yediğin güzel bir yemekten de, doğadan da, bilimden de güzel bir esin rüzgarı alıp bir şeyler yazıp çizebilir, icat edebilir, güzel bir konuşma yapabilir, herhangi bir şey üretebilirsin. Yeter ki onu alıp kullanmasını bil. Esin kaynaklarımdan Will Gompertz’ün yaratıcı düşünme kabiliyetini hepimizin içinde barındırdığını anlattığı Sanatçı Gibi Düşün kitabında, ilk bölüm “Hepimiz Sanatçıyız” diyerek başlar ve yazar “İyi beslendiğinde en olağandışı şeyleri başarmamızı sağlayabilen doğal bir yetenektir hayal gücü,” diye önerir. Aynı mantıkla, Netflix’teki “Yaratıcı Beyin” belgeseli, yaratıcılığın belli bir kısım insana ait özel bir yetenek değil, insan yapısının bir parçası olduğuna dikkat çeker. Sınırsız bir beyin gücümüz olduğunu, insan beyninin diğer canlıların yapamadığı kadar birçok noktayı birbirine bağlayabildiğini ve bunun da yaratıcılığı getirdiği anlatılır. Sadece sanat değil, bilimsel bir buluş da, yeni bir yemek tarifi de, bir bina tasarımı da hatta musluk tamiri de yaratıcı insan beyninin eseridir. Yeter ki beslenmesini bil ve korkma.

Gompertz diyor ki, insanların yaratıcılıkların ortaya koyamamalarının nedenlerinden biri korku ve kendilerinden şüphe etmeleri. Sanatçılar, diyor Gompertz, “Bir şekilde kendilerinden duydukları kuşkuyla baş etmelerine yetecek derecede kendilerine inanca sahip olmayı beceriyorlar, bu da kendi yaratıcılıklarının arkalarında durmalarını sağlıyor.”

İşte buralarda bu inanca sahip olmayı başarabilmiş insanları Türkiye Yazar Dayanışma Derneği ve Galeri Mod bir araya getirmiş ve çeşitli disiplinlerde çalışan 21 sanatçının Türk ve dünya edebiyatından şiir, öykü, roman ya da diğer özgün metinlerden ilhamla ortaya koydukları resim, heykel ve fotoğraf çalışmalarını Esin Keçisi sergisinde buluşturmuş. Sergi, 29. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı’na konuk olduktan sonra, bu hafta itibarıyla Galeri Mod’a taşındı.

Şairlerin kaçırdığı esin keçilerini ruhlarında barındırıp dünyayı yeniden yaratan, yorumlayan bu sergide yer alan cesurlara, esin keçilerinin kimliklerini sordum. Okuyalım, esinlenelim, cesaretlenelim!

Ayşecan Kurtay ve “Çağrılmayan Yakup": Şiir bir kere okunmaz diye düşünürüm. Okundukça açılır, kendini sana çıpalar. Edip Cansever şiirlerinde de dilin kullanılışı, sahneler, atmosfer göz kapaklarımın ardında canlanır. Çağrılmayan Yakup’sa bu sergi için esin keçilerimin zillerini o tanıdığı olduğum yalnızlık, ötekilik, bekleyiş duygularına , bir küçük çocukluk anıma dokunarak çaldırdı. Kapının arkasında hazır ama görülmeyen, Bekleyen Yakup’um oldu.

Ayşecan Kurtay

Başak Kademoğlu ve "Hayvanlar Kitabı": Benim esin keçim, Jorge Luis Borges, Gabriel Garcia Marquez, Julio Cortazar, J.L. Borges gibi Latin Amerika edebiyatçılarına olan özel ilgim dolayısıyla, bu sergide Pablo Neruda oldu. Neruda’nın ''Hayvanlar Kitabı '' adlı şiir kitabı beni özellikle çok etkiledi. Çocuksu hissiyatı ve ifadesi, hayvanları kendine yakın görerek başka bir içsel arayış içinde olması, benimde minyatürlerimde vermek istediğim hissiyatla birebir örtüştü diyebilirim.

Başak Kademoğlu

Uğur Çolak ve "Nazım": Esin keçisi sergisini ilk duyduğumda aklıma gelen ilk fotoğraf Silivri kıyılarında bulunan Nazım Hikmet Ran heykelinin kurşunlanmış fotoğrafı oldu. Nazım Hikmetin Ran’ın hayatında karşı kıyının etkisi aslında bu fotoğrafta beni çeken durumdu. Disiplinler arası bir sergide hem heykel hem edebiyat hem de fotoğrafın tek bir işte buluşmuş olduğunu düşünüyorum. Silivri açıklarında bir gemide yargılanıp hüküm giyen Nazım Hikmet Ran yargılandığı sahile artık üstünde kurşun delikleri ile bakıyor.

Uğur Çolak

Evren Erol ve “Faust”: Johann Wolfgang Von Goethe’nin şiirsel oyunu "Faust" metni üzerine ürettiğim çalışmam, sanatsal çalışmalarımda sorguladığım kavramları ele alması ile odağıma aldığım bir eserdir. Bu metin kendi içinde varoluş mücadelesi veren bireyin ruh halini ele alıyor. Faust, edebi bir metinden öte felsefi ve psikolojik öğelerle donatılmış hayata ve varoluşa dair kapsamlı analizlerin ve diyalogların bütünleşmiş halidir.

Evren Erol

Heidegger, " Dil Varlık'ın evidir," demektedir. İnsanın kendi varlığını gerçekleştirmek üzere sürekli seçimler ve tercihler yapmak zorunda olması, özgürlüğünü gerçekleştirmek üzerine düşünceleri hatırlatmaktadır.

Bu anlamda, Faust'un Mefisto ile girdiği mücadelede anlaşma şartında yeralan "Dur ey zaman, ne güzelsin!" cümlesi heykelimin ilham kaynağı oldu diyebilirim.

Burçin Erdi ve “Tohum”: İnsan hayatı boyu biriktirir. Yaşadığı olayları, gördüklerini, okuduklarını hafızasında biriktirir. Bir gün kendi olduğunda detayları gizli arşivden çıkarır. Bu roman da benim arşivimden.

Burçin Erdi

Çok etkilendiğim edebi bir kitap olan, Gabriel Garcia Marquez’in ’ Yüzyıllık Yalnızlık’ adlı roman esin keçilerimden biridir. Marquez’in romanında gerçeğe dayanmayan tek bir cümle bulamazsınız. Fantastik kurgu ile oluşturduğu bir boyut yaratır. Gündelik ufak olayları büyülü masallara dönüştürme kabiliyetine sahiptir yazar.

Hayatta yaşanan her türlü olay karşısında, yağmalara, baskılara terk edilmişliğe yaşam ile karşılık veriyoruz. Ne seller ne açlık, ne hastalık ve diğer felaketler hatta savaşlar bile yaşamın ölüm karşısındaki üstünlüğünü ele geçiremedi, diye düşünmekteydi Marquez. Son dönem üzerinde çalıştığım ölümle başlayan, doğumla devam eden resimlerim Marquez’in bu düşünceleri ile ortak bir yerde buluşuyor.

Esin Keçisi // 12- 28 Kasım 2019, Galeri Mod: Cemal Süreya Sokak, No:39, Kadıköy

Sanatçılar: Kerem Ağralı, Rafet Arslan, İlgen Arzık, Beyza Boynudelik, Senem Aküzüm, Uğur Çolak, Çağdaş Erçelik, Burçin Erdi, Yunus Emre Erdoğan, Evren Erol, Buğra Erol, Nur Gürel, Tarkan Güveli, Başak Kademoğlu, Ayşecan Kurtay, Defter Kazıyıcılar Kooperatifi, Meliha Sözeri, Füruzan Şimşek, Şenay Ulusoy, Didem Ünlü, Serkan Yüksel

Tüm yazılarını göster