'Birileri düğmeye mi bastı?' Minneapolis protestoları neden yayılıyor?
G. Floyd’un polis tarafından öldürülmesi ile başlayan protestolar bir protesto döngüsünden söz etmemizi mümkün kılacak mı? Bu protestolar başka sektörleri, uyuyan yapıları harekete geçirebilecek mi? Bunu zaman gösterecek olmakla birlikte, daha şimdiden eylemlerin coğrafi ve toplumsal olarak yayıldığını söyleyebiliriz. Her protesto döngüsünde birtakım yeniliklerle ya da özel vurgularla karşılaşırız.
Ayşen Uysal*
Minneapolis’te Georges Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından başlayan protestolar önce başta New York olmak üzere ABD’nin diğer kentlerine, sonra da Fransa’dan İtalya’ya, Güney Kore’den Japonya’ya, Belçika’dan Avustralya’ya, oradan Filistin’e başka ülkelere yayıldı. Siyahların başlattığı eylemlere “susmak da şiddettir” sloganıyla beyazlar da katıldı. Peki, “birileri düğmeye mi bastı?”, neden bu eylemler giderek yayılıyor? Türkiye’de ne zaman bir yerde başlayan eylemler başka yerlere de yayılmaya ve kitleselleşmeye başlasa sorulan klasik bir soru bu. Üstelik sadece iktidarlar tarafından dolaşıma sokulan bir soru da değil, toplumun önemli bir kısmında çok yaygın. Oysa sorunun bilimsel bir, hatta birkaç cevabı var.
Protesto gösterilerinin yayılması meselesi benim ilgimi ilk defa yıllar önce öğrenci eylemleri üzerine çalışırken çekmişti. 1986’da aynı anda Fransa’da, Meksika’da, Türkiye’de öğrenci eylemlerinin benzer saiklerle yaygınlaşması, yine aynı şekilde 1996’da harç protestolarının birçok ülkede yükselişe geçmesi bana ilk bakışta şaşırtıcı gelmişti. Hele de Türkiyeli bir bilim insanı olarak. Nasıl oluyordu da aynı meseleler aynı dönemde farklı ülkelerdeki öğrencileri harekete geçirebiliyordu? Görünmez bir el düğmeye mi basıyordu gerçekten de?
Gelin biz komplocu anlayışları bir kenara bırakıp bilimin sesine kulak verelim. Toplumsal hareketler siyaset sosyolojisinin önemli bir disiplini. Hem de uzun yıllardır. Disiplinin kendisi bizzat toplumsal hareketlerin adeta kartopu gibi giderek büyümesini ve yağ lekesi gibi yayılmasını anlama çabasından ortaya çıktı. Kitle psikolojisi teorisi, iktidar merkezli ve kitle hareketlerine tiksintiyle yaklaşan bakış açısının bir sonucu olarak, salgın hastalıklarla toplumsal hareketler arasında benzerlik kurdu ve yayılmayı bulaşma kavramıyla açıkladı. Buna göre, duygular karşılıklı olarak bulaşır ve böylece kitle hareketleri yayılır. Bu yaklaşımı benimseyenlere göre “protesto hareketleri delilerin uyurgezerlere rehberlik ettiği” (G. Tarde (1)) toplumsal olaylardır. Bugün bilim dünyasında tamamıyla terk edilen, ancak polis eğitiminde (2) temel referanslardan biri olan bu yaklaşımın ve bulaşma kavramının yerine, bilim insanları (ve aktivistler) özel birtakım başka kavramlar kullanıyor. Yayılma, düşünce ve pratiklerin uluslararası dolaşımı, ithali/ihracı ve hatta transferi kavramları ile biraz daha farklı bir anlam taşısa da uluslararasılaşma ve ulusötesileşme bu kavramlardan öne çıkanlar ve her birinin ardında farklı kuramsal yaklaşımlar var.
Özellikle 1960 ve 70’li yıllarda, yapısalcı yaklaşımlar yayılmayı “protesto döngüleri” kavramıyla açıkladılar. Buna göre, çatışmanın yoğunlaşması, coğrafi ve toplumsal yayılma, kendiliğinden eylemlerin ve yeni örgütlerin görülmesi, yeni sembollerin, dünyayı yeni yorumlama biçimlerinin ve ideolojilerin ortaya çıkması, eylem repertuvarının genişlemesi protesto döngüsünün özellikleri olarak karşımıza çıkar (3). G. Floyd’un polis tarafından öldürülmesi ile başlayan protestolar bir protesto döngüsünden söz etmemizi mümkün kılacak mı? Bu protestolar başka sektörleri, uyuyan yapıları harekete geçirebilecek mi? Bunu zaman gösterecek olmakla birlikte, daha şimdiden eylemlerin coğrafi ve toplumsal olarak yayıldığını söyleyebiliriz. Her protesto döngüsünde birtakım yeniliklerle ya da özel vurgularla karşılaşırız. 1960’lardaki sivil haklar hareketine nasıl ki oturma eylemleri özel bir vurgu kazandırdıysa, G. Floyd protestolarına da vurguyu diz çökme eylemleri kazandırdı. ABD’deki eylemlere destek amacıyla başka ülkelerde düzenlenen protesto gösterilerinde de bu performans sergilendi. Örneğin, Kanada başbakanı ülkesindeki eylemlerde diz çökerek polis şiddeti ve ırkçılık karşıtı gösterilere destek verdi. Hızla yayılan diz çökme eylemlerini, şimdilerde heykel indirme eylemleri izliyor. Irkçı ve sömürgeci olarak kabul edilen kişilerin heykelleri İngiltere’de, Almanya’da ve daha birçok ülkede alaşağı ediliyor. Bu konuda Medyascope’tan Işın Eliçin çok bilgilendirici bir program yaptı. İlgilenenler için buraya bırakıyorum. Diz çökmenin dışında, Floyd’un son sözleri “nefes alamıyorum” birçok dilde ses buldu, Güney Kore’de protestocular maskelerinin üzerine “nefes alamıyorum” yazdılar. Eylem biçimleri, performanslar ve sloganlar böylece bir coğrafyadan diğerine hızla yayıldı.
Bu yayılmada bilişsel süreçlerin, yani etkileşim zincirleri boyunca bilgilerin aktarımının etkisi söz konusu. Bilgi akışını sağlayanlar ise örgüt ve aktivist ağları, internet, medya, vs. Hareketin başladığı ülkede yaşayanların bireysel aktarımlarının da hareketlerin yayılmasında azımsanmayacak bir payı var (4). Yapılan yayınlara Amerika’dan “bağlanarak” protestolara ilişkin gözlem ve deneyimlerini aktaranlar da önemli bir role sahip.
Floyd’un polis tarafından öldürülmesi ile başlayan protestolar, ülkeler farklılaşsa da, ırkçılık, polis şiddeti, polis ırkçılığı ve polis şiddetinin cezasızlığı, adaletsizlik, yoksulluk gibi toplumsal sorunların aslında nasıl da ortaklaştığını bir kez daha apaçık gösterdi. Bu sorunların toplumlarda nasıl kangren hale geldiğini ortaya koydu. Bu nedenle Minneapolis’teki bir olay çok kısa sürede Avrupa ülkelerinde, Uzakdoğu’da, Avustralya’da, protesto eylemlerinin başlamasını sağladı. Salgına rağmen. Salgınla birlikte. Zira salgın koşulları ve politikaları mevcut yoksulluğu ve adaletsizliği artırdı, adaletsizlik duygusunu perçinledi. Salgın da polis şiddeti de ırksal, etnik ve sınıfsal ayrımcılık yapıyor. Bu apaçık gerçeklik de Floyd’un öldürülmesiyle başlayan protestoların hızla başka coğrafyalara yayılmasını sağladı. Salgın öncesinde adalet talebiyle dolan dünyanın sokakları ve meydanları, bugün benzer taleplerle yeniden haykırıyor: “Siyahların hayatı değerlidir”, “yoksulların hayatı değerlidir”, “ırkçılığa hayır”, “adalet yoksa barış da yok!”. Adeta “polis halkları isyana teşvik eder mi?”(5) sorusuna yanıt verircesine… Eder diyor dünyanın sokakları, polis şiddeti ve ırkçılığı da adaletsizlik de halkı isyana teşvik eder…
1- Gabriel Tarde, Les lois de l’imitation, Seuil, Paris, 2001.
2- Bu konuda daha detaylı bilgi için A. Uysal, “Bir psikolog olarak polis. Polisin toplumsal olaylar eğitimi ya da “kalabalık yönetimi”, Birikim, 273, Ocak 2012, s. 41–47.
3- Sidney Tarrow, Democracy and Disorder. Protest and Politics in Italy, 1965-1975, Oxford University Press, Oxford, 1989.
4- Bu konu ile ilgilenen ve daha fazla detay bilgi edinmek isteyenlere okuma önerisi: Ayşen Uysal, “Mayıs 68 ve Toplumsal Hareketlerin Uluslararası Dolaşımı” içinde 1968. İsyan, Devrim, Özgürlük, der. Ö. Turan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2019.
5- Ayşen Uysal, “Polis halkı isyana teşvik eder mi? Protesto hareketlerinin kaynağı olarak polis şiddeti”, Birikim, 291/292, Temmuz-Ağustos 2013, 77-83.
*Prof. Dr. Siyaset Bilimci