Bir adam var. Şarkı söylüyor yıllardır. Bir müzik grubuyla
başladı, sonra bir başına devam etti, solo albümler yaptı. Albümler
diyorum aslında, etkisi çok albüm gibi görünüyorsa da, aslında iki
solo albümü var. Şimdi sevgilinin ayak sesini bekler gibi üçüncü
albümünü bekliyor dinleyicileri. Onun dinleyicileri, sadece
dinleyici değil aslında. Hempası, yoldaşı, arkadaşı, dostu.
Yıllardır dinleyicileriyle, yani bizlerle söyleşiyor. Söylenmiyor,
şikâyetlenmiyor, bağırmıyor. Söylenebilirdi; muhtemelen albümlerini
kaydetmek ve basmak için bir dolu hengâme atlattı, başka işler
yapmak zorunda kaldı, halen de başka bir işle iştigal ediyor.
Şikâyetlenebilirdi; daha çok konser vermeli, geçimini müzikle
sağlamalı, onbinlerce kez dinlenilen şarkılarının telifiyle yeni
besteler yapmalıydı. Bağırabilirdi; çünkü miting alanları, çünkü
kalabalıklar, çünkü ekserimiz bağıranı daha duyuyoruz. Bir adam
var, yıllardır köşesinde şarkı söylüyor. İyi ki de söylüyor. O
adamın adı Mehmet Atlı.
Koma Dengê Azadî [yaklaşık olarak “Grup Özgürlüğün Sesi” diye
Türkçeleştirilebilir] diye bir grup varmış, “Fedî” [Utanmak, utanç]
diye bir albümleri varmış. Ufkumuz birkaç şarkıcı, birkaç grup,
birkaç melodiyle kuşatılmış durumda. Memnunuz da halimizden, ki
onlardan bazılarını halen hepimiz dinliyoruz. Bazısıyla tanıştık,
bazısı masa arkadaşımız oldu ve şükrettik. Canlı canlı, arada
elektronik aksamlar, CD’ye kayıtlar, mp3 kayıpları olmadan da
dinledik. “Fedî”yi ama, ta o zaman bir teypten dinledik iki kişi.
Ben harcayabileceğim bir kasetin kulağını bantladım, bir tarafa
Fedî’yi öteki tarafa o kaseti koyup bastım “Rec” düğmesine. Teybimi
hep çok seviyordum. O 12 şarkının 12’sini de ezber ettik iki kişi.
Elimizde albüm kartoneti yok, bazı sözleri yanlış anlıyoruz,
solistin değiştiği yerlerde emin olamıyoruz, bazı şarkıların
yazarını merak ediyoruz. Büyüklerimize danışıyoruz, onlar da kırık
dökük yardım ediyor, bazısı daha etraflı bilgi veriyor, hemen
yetiştiriyoruz hangimiz duyduysak, ötekine. “Mihemedo”daki uzun
havanın aslından daha güzel olduğuna çoktan kaniyiz; ama sanki
orada solist değişiyor, adı n’ola ki? O zamanlar daha “cover” denen
şeyi bilmiyoruz, yeniden yorum nasıl olursa çok severiz seziyoruz
ama yabancıyız çok şeye. Kulağımızı terbiye etmemiz zaman alıyor
ama iki albüm bize çok büyük yoldaşlık ediyor o günlerde, biz biraz
çocuğuz. İlki Koma Amed’in [Grup Amed, Grup Diyarbekir] “Dergûş”
[Beşik] albümü, ikincisi bu albüm. Koma Dengê Azadî, “Fedî”.
İkincisinin solisti Mehmet Atlı, meğer “Dilê Xemgîn” [Gamlı,
mahzun, efkârlı gönül] diyen oymuş. Adını ezber ediyoruz.
Sonra “Jahr (Stranên bê Zeman û bê Ziman)” [Zehir, Zamansız ve
Dilsiz Şarkılar] albümü çıkıyor. Bu defa albüm kartoneti var
elimizde, kapakta açık köstekli bir saat var. İçerideki
fotoğrafında elini ardında kavuşturmuş, mahcup bakıyor. Onu da
ezber ediyoruz; modern Kürt şiirinden yaptığı besteler, bizimkine
benzeyen hayatların konuştuğu şarkılar, dertlenmemize benzer
dertlerin söylendiği sükûnetler. Değil ki ‘edebiyat’ yapmak için
dedim; Atlı’nın şarkılarındaki sessizlikler alışıldık esler
değildir. Orada durulmaz, devam eder devam ediyor olan. Sadece
sükûnet vardır. Oradadır, öyle olduğu için, orada olması gerektiği
için oradadır. Sonra ikinci solo albümü, “Wenda” [Kayıp]. O da tek
kelime, bu defa kapakta tipografik bir tasarım var kapakta, bir de
yüzünün olduğu bir çizim. Sözü müziği ona ait bir şarkıyla açılıyor
albüm, “Ya Erê ya Na” [Ya Evet (de) ya Hayır]. Yer Ankara, bir
yangın merdiveni, onlarca kez dinlenen o şarkı. Aşağıda koca
ağaçlar var.

Bir adam var, yıllardır şarkı söylüyor. Şimdi onun “Birîn”
[Yara] diye bir şarkısı var. Bazı aletler artık aynı şarkıyı kaç
kez çaldığını sen ona sormadan çalıyor. Bakıyorum; üç yüz yirmi
dokuz defa çalmış Birîn aynı dört duvarın içinde. Bir çukurun
civarına ekilen gül tohumu gibi. İlkgençlik yağmuru gibi. Gözümüz
hiç bozulmamış, saçımız hiç dökülmemiş, 20’leri bitirmemişiz, hiç
seyahat etmemişiz, evler taşımamışız gibi bir “Birîn”. O adam şarkı
söylüyor ve biz oturup sokağa bakıyoruz. Bir adam elinde çiçekle
yukarıya doğru yürüyor. Uzaktan bir arabanın fren sesi geliyor.
Sütçü bağırıyor. Biz susuyoruz. Gül ekmemiz lazım çünkü.
Bu yazı 2014’te yayımlanmıştı.