Bugün birinci gün... Bir yeni yılın ilk günü yazısı nasıl
olmalı? Geçen yılın hesabını mı çıkartmalı, yeni yıl için umut mu
devşirmeli kırıntılardan? Tuhaf, yıkıcı, karanlık, umut kırıcı,
yoksunluklar yılı 2020 geride kalırken bunlardan birini seçip
yazmak en kolayı. Yıkımlar, hayal kırıklıkları, hüzün öyle çok ki
yaz yaz bitmez. Bu nedenle olsa gerek yeni yıldan beklentilerimiz
de çok. Hayatımız daha kolay olsun. Yaşamak eziyete dönüşmesin.
Canlarımız yitip gitmesin. Hayat sonsuzmuş gibi, ölümsüzmüşüz gibi
yaşayabilelim. Kendimizi kandırabilmenin bir yolunu bulalım gene.
Çocuk olalım, neşe dolalım. Bu da kolay, beklentiler sıra sıra,
yazmakla tükenmez. Ama işte hiçbir şey akla kara gibi açık seçik
ayrılmıyor birbirinden. Belirsizlikler, bulanıklıklar, grilikler
aklımızı karıştırıyor. Bu yüzden de bir yeni yıl yazısı yazmak
kolay değil aslında.
Her yeni yıl arifesinde kendimizden yeni bir insan yaratabilmek
için planlar yapılırdı. Hayal gücümüz, maddi gücümüz yettiğince
listemiz zenginleşir, çeşitlenir uzayıp giderdi. Sonra birinci güne
uyandığımızda, son günle arasında pek fark olmadığını anlardık.
Aynı tas aynı hamam. Sorunlar bir gecede hiçbir zaman bitmedi. Ama
her yıl, bile bile bu “yeni hayat, yeni ben” düşünü kurmaktan
vazgeçmedik. Yeni yılın bir anlamı varsa o da umudu tazelemesiydi.
Kendimizden umudu kesmemeyi hatırlatmasıydı. Kopuşların imkanına
inanırdık. Yeninin heyecanını hissetmek güzeldi. Yeni, tazelik,
başkalık vaadiyle gelirdi. Sevinçle dolardı içimiz. Yeni başlayan,
çocukluğumuzun geri gelişi gibiydi. Geçmişi olmayan çocuk için
gelecekten başka dönecek yer yoktur. Her şeyi silip yeniden başlama
arzumuzu yılda bir kez gizlediğimiz sandıktan çıkarıp gelecekten
başka hiçbir şeyi takmamanın çocuksu esrikliğine kendimizi kaptırma
iznimiz vardı. Bu geçmiş zaman kipini bilerek kullanıyorum, çünkü
2020’yi bitirirken, 2021’i de çoktan tüketmişiz gibi geliyor bana.
Hiç yaşanmamış olsaydı hep birlikte çok mutlu olacağımız bir yıl,
sanki geleceğimizi kendine büküp içinde yok ederek bitti. O yüzden,
belki de ilk kez bütün sorunların eski yılda kalacağı umudumuz mum
ışığı kadar titrek, mum alevi kadar zayıf.
Şu birinci günde içinden umut fışkıran bir yazı yazmak isterdim.
Yanlış anlamayın, umudumu kaybetmedim. Yalnızca artık dile
getirmekten utanıyorum. Pandeminin dünya yüzeyinde yine binlerce
can alacağını bildiğim bugün, umut bomboş görünüyor çünkü.
Yakınlarının ölüm haberini alanlar için zaman durdu. Evlerinden
çıkamayan milyonlarca insan için kutlanacak bir yenilik yok
bugünde. Pandemi ile mücadele örtüsü arkasında kendini görünmez
kılıp sinsice genişleyen otoriter düzen, artık ev içini de
denetlemeye girişti. Otoriterliğin totaliterliğe hızla evrilişine
tanıklık ediyoruz. Geçişin içinde yaşıyoruz. Onun girdabında
aklımız karışık. Buna nasıl direneceğimizi hâlâ bilemiyoruz. Ama
acele etmek lazım. Yoksa kötünün karanlığı bütün aydınlığımızı
soğurarak benliğimizi bütünüyle ele geçirecek. Yeni yılda direnme
gücü diliyorum hepimize. Sıradan kötülüğü tanıyabilelim, ona baş
eğmeyelim dilerim.
Facebook’ta gördüm, bir arkadaşım yeni yılda kar yağmadığı için
üzülmüş, “instant snow” (acilen kar) uygulaması paylaşmış. Acaba
kar yağsa, karın ufku genişleten toz pembeye çalan kırık beyaz
ışığı umudumuzu arttırır mıydı? Kar yağarken etrafımızı saran o
pembe sis, kar durduktan sonra kesif beyazlığın göz alıcı ışığıyla
kalkar. Geriye açık seçik hatlar kalır. Sert bir aklık,
karşıtlıkları vurgular. İnsanın önü açılır sanki. Zihni temizler
karın ışık oyunu. Belki de ihtiyacımız, karmakarışık, grimsi
zihnimize karın yağmasıdır. Kar temizliğidir bize lazım olan. Öyle
ya kar, tıpkı yeni yıl gibi çocukluğumuzu geri getirmez mi? Kar,
oyun demek değil mi? Çocuksu bir sevinçle bakmaz mıyız havada narin
narin dans eden kar tanelerine? Dün Türkmenistanlı bir dostum,
çocuklarının ve torunlarının yılın ilk karı yağarken saatlerce
soğuğa aldırmadan kar taneleriyle dans ediş videolarını izletti
bana. Çocuklar üstlerine bir hırka giymeyi bile unutmuş,
ayaklarında terlik kara koşmuşlar. Kolları gökyüzüne açılmış,
saçlarına, yüzlerine dokunan karın ritmi tutmuş bedenlerini. Karın
sessiz şarkısına eşlik ediyorlar çığlıklarıyla kahkahalarıyla. Bunu
görünce düşündüm: Onda bulduğumuz, çocukluğumuzun hep ufka dönük
varoluş kipi olmasın?
Elimizde istediğimiz her şekle giren karla kurduğumuz duygusal
bağda, kendimizi yeniden inşa etme arzumuzu görüyorum.
Çocukluğumuza geri dönmek istememiz de böyle bir şey bence.
Yenilenmek… Baştan başlamak… Geleceği tek varoluş kipine
dönüştürmek… Geçmişten, onun yükünden, pişmanlıklarımızdan, düş
kırıklıklarımızdan, kalp acılarımızdan kurtulabilmek… Henüz
bunların hiçbirinin yüreğimizi burkmadığı, henüz hiçbir acının
benliğimizi sarsmadığı o ana dönebilmek… Yeni yıl da, yeni yılda
yağmasını özlemle beklediğimiz kar da aynı simgesel değere sahip
galiba. Her ikisinde de saf bir yenilenme arzusu imleniyor gibi
geliyor bana. Karın yağmadığı bir yeni yıl, o nedenle eksik
kalıyor. Sanki umutlarımız, o ak dokunuştan mahrum kalınca eskinin
griliğinden yeterince arınamamış, eski yılın kirini üstünden
atamamış gibi… Gelecek, beliremiyor. Geçmişten kendini
kurtaramıyor. Karsız bir yeni yıl, kopuşlara inancımızı
zedeliyor.
Peki ama bu iki olumlu imge de aslında bir imkansızlığı
içermiyor mu? Ne yeni o kadar yeni, ne kar o kadar temiz, ne
çocukluk o kadar saf, ne gelecek o kadar güzel. Kar aynı zamanda
can yakıcı biçimde soğuk. Pek çok canlı için açlık demek, ölüm
demek. Evsiz barksızlar için, evini ısıtacak imkanı, sırtında sıcak
bir kabanı, ayağında sağlam bir botu olmayan, karnını doyuracak
sıcak bir aş bulamayanlar için, kar “sevinç”, “umut”, “oyun”
anlamına gelemez. “Yeni yıl” ne kadar yenidir? Ertesi sabah
kahvaltıda sofrada kuru ekmek bile bulamayacağını bilerek yatanlar
için 31 Aralık’la 1 Ocak arasında ne fark olabilir? Her gün onlarca
insanın ölümüne tanık olan, yorgunluktan perişan sağlık çalışanı
yeni yılın “yeniliğine” ne kadar inanabilir? Yoksullarla, açlıkla
mücadele edenlerle, zindanlarda özgürlük umutları her gün biraz
daha kırılan tutsaklarla, iş bulma ümidi kalmamış olan milyonlarca
insanla, katledilmiş kadınların yakınlarıyla, katledilmek için
sırasını beklemeye mahkum edilmiş, şiddetle yaşamak zorunda kalan
kadınlarla, her gün acımasızca tacize uğrayan çocuklarla birlikte
düşünelim. Yeni yıl, onlar için nasıl bir umut vaat edebilir?
İşte bütün bu nedenlerle birinci gün yazısı zordur. Griliklerin
bütün ışıkları karartmasına, zihnimizi bulanıklaştırmasına,
yüreğimizi burkan gerçeğe rağmen umutlu olabilmek zordur. Tamamen
umutsuz da olunamaz. Gri, karadan farklı olarak içinde bir parça
ışık tutar. Ak bulaşmış bir karalıktır gri. O nedenle umutsuzlukla
umut iç içedir onda. O umudu bulup gerçeğe dönüştürmek bizim
direncimize, (iyi) yaşama inadımıza bağlı. Birinci günde daha
umutlu bir gelecek inşa edebilmek için hepimize bol direnç, bol
inat, bol azim diliyorum. Her şeye rağmen “yeni” yılınız kutlu
olsun.