Mustafa Kemal müttefik kuvvetlerinin boyunduruğu altındaki
İstanbul’dan, Samsun’a doğru yola çıkarken önündeki uzun ve
zahmetli yılları ön görüyordu muhtemelen. Emelleri, fıtratları
farklı olan pek çok grubun enerjisini tek bir potada eritmeye
çalışmak gibi zorlu bir işe kalkışmıştı. Osmanlı'yı diriltmek ve
halifelik bayrağını yerden kaldırmak isteyenlerle, ulus devlet
fikriyatından etkilenen milliyetçileri, bağımsızlıkçıları hatta
çetecileri kritik dönemece kadar bir arada tutmayı başarması
gerekiyordu. Bu bir aradalık elbette dönemseldi ve ilk depremde
duvarların çatlaması olasıydı. İşte o ilk çatlaklardan biri
TBMM’nin kuruluşundan tam beş gün sonra oluştu. Hem de ne
çatlak.
Meclis'te Birinci Grup’la (devrimci-radikal kanat), İkinci Grup
olarak bilinen muhafazakâr İslamcı kanat arasındaki gerginliğin
sebebi içki olmuştu. 23 Nisan 1920’de açılan Meclis'in önüne 28
Nisan 1920’de gelen dördüncü kanun teklifi, içkinin üretilmesi ve
tüketilmesinin yasaklanmasına ilişkindi. Trabzon Mebusu Ali Şükrü
Bey tarafından sunulan Men-i Müskirat (İçki Yasağı) Kanunu teklifi,
ikinci grubun arzuladığı yeni düzene ilişkin önemli bir göstergeydi
aslında.
Ali Şükrü Bey altı maddelik bu kısa kanun teklifinin gerekçesine
günümüz Türkçesiyle şunları yazmıştı; "Cehaleti ve derinliği
itibarıyla içki konusunda had ve hudut bilmeyen, bundan dolayı
ocağından felaketler eksik olmayan memleket halkını bu müthiş
beladan kurtarmak için kanun teklifinin kabulünü teklif
eylerim.’’ Görünürde safiyane duygularla, halkı düştüğü
bataktan kurtarmak isteyen kanun teklifinin maddeleri de
şöyleydi.
Madde 1: Memaliki osmaniyede her nevi
müskiratın imal, idhal, füruht (satış) ve istismali (kullanılması)
sureti katiyede memnudur (yasaktır).
Madde 2: Müskirat imal, idhal ve füruht
edenler nezdinde yakalanacak olan müskiratın beher kıyyesi için (1
kıyye :1280 gr) elli lira cezayi nakdi alınır ve mevcud müskirat
müsadere olunur.
Madde 3: İşret ettiği (içki içtiği)
görülenler, ya, haddi şeri ile tedib olunur (şeriat kanunlarıyla
terbiye edilir) veyahut elli liradan iki yüz elli liraya kadar
cezayi nakdiye mahkum edilir.
Madde 4: Bu kanunun tasdik ve neşrile
beraber mevcud içkiler müsadere ve imha edilir.
TBMM zabıt ceridelerinden öğrendiğimiz kadarıyla, özellikle
üçüncü madde bravo sesleri ve alkışlarla karşılanmış. Kanun teklifi
Birinci Grup ve Hükümet tarafından yapılan itirazlar ve oyalama
taktikleriyle engellenmek istenmişse de, 14 Eylül 1920 günü yapılan
oylama sonucu bazı değişikliklerle birlikte kabul edildi. Aslında
yapılan oylamada 71 lehte oya karşı, 71 aleyhte oy çıktı. Bu
durumda Meclis başkan vekilinin lehte oy vermesi sonucu, teklif bir
oy farkla yasalaştı demek daha doğru. Çetin tartışmalar sonucu
kabul edilen kanuna evet oyu verenlerin 24’ü medrese eğitimi almış
ve "Efendi" unvanı taşıyan mebuslar. Evet oyu verenlerin çoğunluğu
İç Anadolu ve Doğu Anadolu mebuslarıyken, hayır diyenler arasında
sadece üç kişi ‘’Efendi’’ unvanına sahip. İmparatorluğun çöküp yeni
bir ülkenin doğmaya çalıştığı yıllardan bu yana, muhafazakarlarla
modernler arasındaki kadim çekişmeyi bu kanun aracılığıyla okumak
mümkün.
Kanun teklifini getiren Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey eski bir
deniz subayı. Mustafa Kemal’in Hakimiyet-i Milliye gazetesine karşı
Tan gazetesini çıkaran isim. İttihat ve Terakki Cemiyeti karşıtı
olan Ali Şükrü Bey’in, Lozan görüşmelerinin kesilmesiyle alakalı
Mustafa Kemal ile giriştiği çok sert tartışmaları var. Muhafazakâr
grubun liderleri arasındaki Ali Şükrü’nün, içki yasağı sürecindeki
en büyük yardımcısı Şair Mehmet Akif. Sivil cephedeki
destekçilerinin başında da Hilal-i Ahdar (Yeşilay) Cemiyeti
geliyor. 5 Mart 1920’de Fahrettin Kerim Gökay, İsmail Hakkı
Baltacıoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Velid Ebuziyya ve Eşref
Edip gibi isimlerin kurduğu Hilal-i Ahdar, kanunun çıkması ve
uygulanması için yoğun bir şekilde çalışan yapıların başında yer
alıyor.
Ali Şükrü Bey’in bu çabaları birinci grubu ve elbette Mustafa
Kemal’i oldukça rahatsız ediyor. Meclis'teki oylamaya katılmayan
Mustafa Kemal’in bu kanuna karşı olduğunu ve özel ortamlarında
kanuna oy vermediği gerekçesiyle içki içmeye devam ettiği
biliniyor. Falih Rıfkı’nın aktarımına göre, İzmir’in alınmasının
ardından şehre girip yerleştiği Kramer Palas’ta rakısını umuma açık
olarak da içiyor. Yanına çağırdığı garsona Kral Konstantin’in bu
otelde rakı içip içmediğini soruyor ve garsonun ‘’hayır’’ yanıtı
üzerine, ‘’öyleyse bir insan neden İzmir’i almak ister?’’ diye
soruyor.
Kanunun uygulaması büyük şehirlere nazaran küçük yerlerde daha
başarılı oldu. Hükümetin kanunu uygulamadaki gönülsüzlüğü, verilen
cezalara çıkarılan aflar, üst düzey memurların ve pek çok mebusun
özel alanlarda içki içmeye devam etmesi gibi şeyler kanunun
uygulanmasını zorlaştıran unsurlar.
Kanunla ilgili, Dr. Rıza Nur’un hatıratındaki bir detay oldukça
ilgi çekici. Nur, Ankara’da içki imalatında kullanılan imbiklerin
toplatıldığını ancak bazı nüfuzlu memurların bu imbikleri evlerine
yerleştirdiklerini belirtiyor. Hatta dönemin Ankara Polis Müdürü
Dilaver’in bu imbiklerden elde ettiği rakıyı satarak çok ciddi
servet yaptığını ve rakının bir dönem ‘’Dilaver Suyu’’ diye
anıldığını aktarıyor. Halktan kişilerin de tencerelerine bakır boru
ve kapak uydurarak rakı imalatını evlerinde sürdürdüklerini
belirtiyor.
Men-i Müskirat Kanunu aracılığıyla gün yüzüne çıkan ve başka
konularla da derinleşen iki grup arasındaki güç dengesi, Ali Şükrü
Bey’in Topal Osman tarafından öldürülmesiyle bozuldu. Hakkında
çıkarılan idam kararına ve yakalanma girişimine direnen ve de
Çankaya Köşkü'nü basan Topal Osman, Muhafız Taburu Komutanı İsmail
Hakkı Tekçe’nin düzenlediği operasyonla başı kesilerek ıssız bir
noktaya gömüldü. Sonrasında da gömüldüğü yerden çıkartılıp mecburen
ayağından asıldı.
Ali Şükrü Bey’in ölümünden sonra Men-i Müskirat Kanunu
uygulaması giderek gevşedi. 1924 yılında çıkarılan bir kararname
ile hükümete alkollü içeceklerin imali, ithali ve satışı için tekel
izni verilerek bir döneme nokta koyuldu. 22 Mart 1926’da kabul
edilen ‘’İspirto ve Meşrûbât-ı Küûlliye İnhisârı Hakkında Kanun’’
ile de yeni dönem resmî olarak başladı.
Ali Şükrü Bey’in kanun teklifini sunarken öne sürdüğü, halkı
bataktan kurtarma isteği elbette yasağın tek gerekçesi değildi.
Muhafazakarların İslam dinine uygun bir toplum yaratma fikriyatları
daha ağır basıyordu. Mustafa Kemal’e olan galip gelme istekleri de
belirleyiciydi elbette. Öte yandan ağırlıklı Rum ve Ermenilerin
elindeki içki sektörüne darbe vurup, Anadolu’yu ‘’İslamlaştırma ve
Türkleştirme’’ gayelerinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Birinci
gruptakiler vergi kaybına neden olacağı, içkinin modernleşme
çabalarına aykırı düşmeyeceği gibi savlarla karşı çıkıyorlardı.
Gerçi karşı çıktıkları kanunu İstanbul’da sıkı bir şekilde
uygulayanlar da onlar oldu. Bu durumun içkili yerlere bir düzen
vermek, ruhsata bağlayıp vergi tahsil etmek ve yine
gayrimüslimlerin elindeki içki ticaretini millileştirmek gibi
benzer gayeleri olduğunu söylemek gerek. İçki içen halk
kesimlerindeyse bu kanun tepkiyle karşılandı, evlerde iptidai
düzeneklerle damıtım yapılmaya başlandı, sahte içki tüccarları kısa
yoldan zengin oldu ve içki tüketimi kayda değer bir şekilde de
düşmedi.
Ezcümle yeni bir ülkenin doğumu sürecinde hemen her yasak tuttu
da, ‘’muhafazakarlarla modernler’’ arasındaki çekişmenin sembolü
olan içki yasağı tutmadı ve elbette bu yazının, pandemi sürecindeki
içki yasakları ve tam açılmaya giderken getirilmek istenen müzik
yasağıyla bir ilgisi yok.