Birliklerden nükleere: Clinton ve Trump orduyu nasıl yönetecek?
ABD halkı 8 Kasım'da sadece yeni başkanını değil, yeni 'başkomutanını' da seçecek. Peki adaylar nasıl bir askeri strateji kurguluyor? Nasıl bir ordu tasavvur ediyor? Military Times, Hillary Clinton ve Donald Trump'ın gözünden Amerikan ordusunu anlattı...
Andrrew Tilghman - Leo Shane
Amerikan askeri personeli, isteseler de istemeseler de ocak ayından sonra yeni bir başkomutana sahip olacak ve vatandaşların önündeki iki muhtemel tercih, önümüzdeki dört yıl içinde birbirinden tamamen farklı iki ordu modelini ortaya çıkarabilir.
Donald Trump'ın olası başkanlığında, insan gücünde ve ekipman miktarında ciddi bir artış yaşanacak ama görevlerin sayısında muhtemelen bir yoğunluk yaşanmayacak. Zira Trump küresel sıcak noktalardaki ABD mevcudiyetini zaten tartışmaya açmış durumda. Bu yüzden Trump döneminde ABD'nin deniz aşırı bölgelerde ayak izi küçülebilir.
Buna karşılık olarak, kasımda Hillary Clinton kazanırsa, her ne kadar küçük ölçekli askeri müdahaleler öngörse de, askeri büyümeye değil diplomasi kanalına ve yumuşak güç kullanımına ağırlık vereceğini söylüyor. Clinton ayrıca toplumsal değişimi de savunduğu için kadınlara ve LGBTİ bireylere ordu bünyesinde daha fazla iş verileceğini vadediyor.
Askerlerin her iki aday hakkında da hoşnutsuzluklarının olduğu bir ortamda tercihlerini ne yönde kullanacaklarına dair kesin bir bilgi yok. Military Times ve Syracuse Üniversitesi Asker Aileleri ve Gaziler Derneği ortaklığında aktif görevdeki birliklere yönelik ankette, ordu mensuplarının yüzde 85'i Demokratların Clinton tercihinden, yüzde 66'sı da Cumhuriyetçilerin Trump tercihinden memnun olmadığını ifade ediyor.
ŞAHİN HİLLARY, GÜVERCİN TRUMP
İki adayın da ulusal güvenlik konusunda kendi partilerinin geleneksel duruşlarına uymayan yaklaşımlar sergilediği ortada. Trump, Cumhuriyetçilerin 'ulus inşası' girişimlerinin aleyhine tavır aldı. Aynı zamanda, Cumhuriyetçilerin askerin daha aktif rol oynaması gerektiğine dair bildik retoriğine atıfta bulunan yabancı müttefik duyarlılıklarına da tepki gösterdi. Son dönemde Virginia'da danışmanlık yapan Albay Doug MacGregor'un da dediği üzere, Trump dış müdahaleye karşı çıkan bir siyasetçi. Diğer bir deyişle, dış politika ve savunma politikasında sadece son sekiz seneye değil, son çeyrek asra mola vermek istiyor.
Clinton ise statükoya daha yakın bir noktada konumlanarak geçmişe kıyasla küçük ama yüksek teknolojiye sahip, ölümcül bir ordu vadediyor. Muhafazakâr bir düşünce kuruluşu olan Foreign Policy Research Institute'de savunma uzmanı olan Michael Noonan'ın da belirttiği üzere, Clinton'ın Trump'tan biraz daha şahin bir duruşu var.
TRUMP RUSYA'YLA DOST OLMAK İSTİYOR
Aralarında başka büyük farklar da var. Örneğin Trump, Rusya'yla dost olmak istiyor. Bu, Amerikan dış politikasında şaşırtıcı bir dönüşüme yıl açacak ve ABD ordusunun Avrupa'daki rolünü kökten değiştirecek bir öneri. Clinton ise ABD nükleer cephaneliğini modernize etmek için 1 trilyon dolar harcamaya hiç de hevesli değil, ki bu konu ileride bazı zor kararlar almayı gerektirecek. Anlaşamadıkları konu, teröristlerin takibi sırasında ordunun uluslararası hukuka bağlı kalıp kalmayacağı. İkisi de bütçe tavan uygulamasını kaldırma sözü veriyor ama ikisinin de artan parayla ilgili başka planları var.
Washington'da geleneksel kanaat, iş orduyu dramatik bir biçimde yeniden düzenlemeye gelince, başkomutanların gayet sınırlı bir kontrole sahip olduğunu söyler. Kuvvet artırımı ve azaltımı, savunma bütçesi gibi konularda hâlâ Kongre söz sahibi. Öte yandan, Kongre'nin iki kanadındaki yeni güç dağılımları belli olduğunda (özellikle de Senato'da) askerler bildikleri orduyu karşılarında bulamayabilir. Sonuçta seçmen hangisini seçerse seçsin, savunma öncelikleri ve rütbeliler için var olan gerçeklik değişecektir.
Seçim kampanyası boyunca Trump, fazlaca kapalı konuşmakla suçlandı. Clinton'ın daha açık ve net olduğu söylendi. Öte yandan konu ordunun büyüklüğüne gelince işler değişiyor. Eylül ayında Trump, aktif görev yapacak 540 bin asker (bugünkünden 50 bin fazla) fazladan 10 bin deniz piyadesi, 36 tane de müfreze (bugünkünden 23 daha fazla) inşa edeceğini beyan etti. Clinton ise sadece dünyada bilinen en güçlü ve donanımlı ordusuna sahip olacağımızı söylüyor. Bu Obama'nın Afganistan ve Irak'taki asker sayısını düşürme girişimlerinden sonra dramatik bir dönüşüm anlamına gelecektir.
Trump aynı zamanda 350 yüzey gemisi ve denizaltılardan oluşan bir donama ve en az 1200 savaş uçağı inşa etmeyi vadetti. Donanma filosu için bu yüzde 27'lik kapasite artışı anlamına geliyor. Hava kuvvetleri şu anda 2 bin savaş uçağına sahip olduğuyla ilgili atıp tutuyor ama bunların sadece 1100 tanesi gerçekten aktif göreve hazır. Anlaşılan o ki, Trump uçak envanterini de artırmaya hazırlanıyor. Trump ilk münazarada “Rusya'nın bizden çok daha yeni, güncel bir güç kapasitesi var. Daha dün havaya baktığımda gördüğüm B 52'leri babalarınız, dedeleriniz uçuruyor olabilir. Diğer ülkelere ayak uyduramıyoruz” dedi.
DEĞİRMENİN SUYU NEREDEN GELECEK?
Donald Trump'ın ordunun kapasitesini artırmaya kararlı olduğu muhakkak ama bunun için nasıl para bulacağı ayrı bir tartışma konusu . Ulusal Vergi Mükellefleri Birliği tarafından yapılan tahmine göre ordunun kapasitesini bu şekilde yükseltmek savunma bütçesine 75 milyar dolar daha eklemek demek. Bu da her sene yüzde 3'lük bütçe artışı demek . İsrafı engellemek veya sivil iş gücünde tenkisata gitmek bu iş için gerekli bütçenin yanına yaklaşamaz bile.
Bu da demek oluyor ki Trump önümüzde beş sene için belirlenmiş savunma bütçesini epey geçecek ve bu konuda Obama'yı da atlatmış bir Kongre'den uzun vadeli bir savunma bütçesi koparmaya çalışacak. Clinton ise Trump gibi özel bir vaatte bulunmadığı için bütçe sınırlarını aşmakta epey zorlanabilir.
Clinton ve Trump'ın gayet farklı ordu, asker anlayışlarına sahip olduğu açık bir şekilde ortada . Clinton kendi zihnindeki Amerikan çıkarları ve uluslararası hukuk nosyonuyla uyumlu, aktivist bir ordu tasavvur ediyor. Clinton haziran ayında deniz aşırı bölgeler müttefiklerle birlikte konuşlandırarak her duruma hazırlıklı olmayı hedeflediklerini beyan etti.
Clinton aynı zamanda muhtelif sorunların sonradan bizim de başımızı ağrıtmaması için ön cephede diplomasi ve kalkınma hamlelerine ağırlık vereceklerinin altını çizdi. Bu da Dışişleri'ne ek bütçe takviyesi anlamına geliyor.
Bu arada Clinton'un kampanyası kendisinin şahin tarafını da ön plana çıkardı. Anlaşılan o ki, Clinton hem var olan askeri müdahale alanlarını genişletecek hem de yeni operasyonlar yapmanın peşine düşecek. Clinton zamanında 2003 Irak Savaşı'nın Afganistan müdahalesini ve 2011 Libya operasyonunun lehinde oy kullandı.
CLINTON CUMHURİYETÇİ Mİ OLDU?
Clinton aslında Reagan dönemi Cumhuriyetçilerinden yadigâr olan Amerikan istisnailiği fikrini epey bir benimsiyor. Bu yüzden Bush dönemi yeni muhafazakârlarından da epey fazla destek gördü. Örneğin haziran ayında önemli bir dış politika toplantısında Clinton, ABD İran'ın nükleer silah olmaması için kararlılıkla adım atacaklarının altını çizmişti. Trump'a dönüp bakıldığında ise yakın tarihe dair hafızamızda yer etmiş çok sayıda Cumhuriyetçiden epey farklı. Silahlı kuvvetler ve liderleri hakkında rahatlıkla 'felaket' diyebiliyor mesela. Çok rahatlıkla Obama yönetiminin generallerinin enkaz altında kaldığını iddia edebiliyor. Bu yüzden Trump daha çok finansal güvenlik, Amerikalı ailelerin güvenliği konularına eğilip dünyadaki liderlik gibi mevzularda lakırdı etmekten kaçınıyor.
IŞİD'LE RUSYA UĞRAŞSIN
Buna ek olarak Trump küresel sorunları bölge ülkelerine havale etmeyi planlıyor. Mesela IŞİD'le mücadeleyi Rusya'ya havale ediyor. Güney Kore'nin kendi nükleer silahına sahip olması gerektiğini savunuyor. Hillary'i de deniz aşırı müdahalelere fazlasıyla meraklı olduğu için eleştirirken de şunları söylüyor: 'Bir ara Ortadoğu'da tepelemek istemediği ülke yok gibiydi. Konu savaşa gelince tetiğe basmaya bayağı hevesli ve tekinsiz bir tip.”
Trump Hillary'ye yüklenirken Ortadoğu'da 6 trilyon dolar harcandığını, bununla ABD'nin iki defa yeniden inşa edilebileceğini ve bu utanç verici durumun Clinton'un Dışişleri Bakanlığı döneminde yaşandığını da ifade etti. İki aday arasındaki en keskin ayrımlardan biri de Rusya'ya bakış açısında ortaya çıkıyor. Clinton Rusya'nın hırslarına meydan okumak için Avrupa'da daha fazla kuvvet konuşlandırmayı savunurken, yeni muhafazakâr bir düşünce kuruluşu olan American Enterprise Institute'un savunma danışmanı olan Michael Rubin Clinton'ın Rusya için fazla vesveseli olduğunu savundu.
Clinton ve Trump'ın gündem maddelerinden biri de iklim değişikliği oldu. Obama iklim değişikliğinin aynı zamanda bir milli güvenlik meselesi olarak ele alınması gerektiğini savunuyor. Ne alakası var derseniz 2100 yılında okyanuslar yükseleceği için 128 deniz üssünün batma, çökme riski bulunuyor. Clinton, Trump'ı iklim değişikliğinin bilimselliğini kabul etmemekle suçladı. Trump ise mesela güneş enerjisine yönelik devlet teşvikinin binlerce kişiyi işsiz bırakacağını savunuyor.
Özet olarak adayları zorlayan en büyük konulardan biri bütçe. Üstelik, kim kazanırsa kazansın, bütçeyle ilgili vaziyetin 2017 yılına kadar pek de değişmeyeceği aşikâr. Hatta Cato Enstitüsü'nün savunma uzmanı Christopher Preble savunma ilgili ek bütçe taleplerini esas savurganlık konusunda epey hassas olan Cumhuriyetçi Çay Partisi (Tea Party) hizbi tarafından köstekleneceğini iddia ediyor. Bu durum hava kuvvetlerine ait F 35, B 21 gibi kritik öneme haiz uçaklarının modernize edilmesi gibi konularda ciddi sıkıntı çıkarabilir mesela.
Sonuç olarak ordu profesyonelleri iki adaydan da hiç memnun değil. Bir tarafta Donald Trump'ın 'huylu' halleri. Diğer tarafta, mesela Dışişleri yazışmalarının sızması örneğinde görüldüğü üzere, standart bir gizli yazışmayı yönetmeyi bile beceremeyen Hillary Clinton. Geçmişte ve bugünde üst komuta kademelerinde etkin olan emekli bir amiral şöyle diyor: “Sandığa giderken burnunuzu tutmaya hazır mısınız?”
Derleyen: Balkan Talu