Erkan Oğur’un Cumhurbaşkanı Sözcüsü ve Başdanışmanı İbrahim
Kalın’ın yaptığı şarkıda enstrüman çalması, geçtiğimiz haftanın
yoğun gündemi arasında hararetle konuşulan konulardandı. Aslına
bakılırsa, Erkan Oğur’un müziğini hayranlıkla dinleyen herkes
açısından büyük bir sürpriz oldu. Ben de önce İbrahim Kalın’ın
bağlama çalıp türkü söyleyebildiğine şaşırdım, ekranlarda sert yüz
ifadesi ve tehditkâr cümleleriyle görmeye alıştığım bir ismin hem
de “hiç oldum” adını verdiği içli bir türküyü söylerken karşıma
çıkmasını beklemiyordum. Üstelik, nasıl yapıp etmiş, Erkan Oğur’un
enstrümanıyla kendisine eşlik etmesini sağlamıştı. Bu konu üzerine
Erkan Oğur da, daha sonra İbrahim Kalın da açıklama yaptılar. Oğur,
bunu sadece bir müzik olayı, öylesine bir iş olarak gördüğünü
söylüyor, “İçimin bir köşesi cız etmişti, benim ne işim var diye.
Belki benim de hatam olmuş olabilir, böyle bir şeyi kabul etmek.”
diyordu. Nasıl olup da Erkan Oğur gibi bir müzisyenin Ayasofya
ve hilafet tartışmalarının sürdüğü temmuz ayında alenen "Bize yüz
elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri
anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır." sözlerini kullanabilmiş bir isimle yan yana
durduğu epeyce sorgulandı. Üstelik söz konusu olan sıradan bir
siyasetçi değil, laikliğin, modern Cumhuriyetin kazanımlarının
sorgulandığı, temel demokratik değerlerin, hukukun üstünlüğünün
ortadan kalktığı rejimin bizzat resmi sözcülüğünü üstlenmiş bir
isimdi. Temel insan hakları ve yargının bağımsızlığı karşısında
olduğu gibi, sanat karşısındaki tutumunu da üzerinde Kâbe resmi
olan bir sanat çalışması nedeniyle Boğaziçi Üniversitesi
öğrencileri gözaltına alınırken “bu sapkınlık hem kanun önünde hem
de maşerî vicdanda hak ettiği cezayı alacaktır" sözleriyle açığa vurmaktaydı. Her şey ortadayken,
Kalın nasıl bir müzisyen olabilirdi ki, Erkan Oğur tüm bunlara
rağmen onu birlikte çalışmaya değer görsün. Müzikten çok anladığımı
söyleyemem, ama sadece aynı temanın tekrarından oluştuğu için
sıkılarak tamamını dinleyemediğim 9 dakikalık bu “eser”de Erkan
Oğur eşliğini hak edecek özel bir yan göremedim. Ya da başka bir
deyişle, “eser sahibi” Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Cumhurbaşkanı
Başdanışmanı sıfatlarını taşıyor olmasaydı, Erkan Oğur’un yine bu
klibe öylesine bir iş olarak katkı sunup sunmayacağı tartışmaya
açık.
Diğer yandan, siyasal iletişim üzerine çalışan birisi olarak bu
meselenin benim asıl ilgimi çeken yanı, Kalın’ın böyle bir video
klip yapma ihtiyacını neden duyduğu oldu. Özgeçmişine baktığınızda,
2019 yılında “Uluslararası Medyanın Türkiye Uzantıları” başlıklı
gazetecileri fişleme raporuyla dikkati çeken SETA Vakfı’nın kurucu
başkanlığını yaptığı günlerden itibaren çaldığı her kapının önünde
kolaylıkla açıldığını görüyorsunuz. SETA’nın bu raporu yayınlandığı
günlerde, Gazete Duvar’da şöyle
yazmıştım:
“AKP’nin kültürel iktidar olma hevesinin bir ürünü olarak
2005 yılında kurulan SETA’nın gazetecileri fişlediği raporu bize bu
mayanın tutmayacağını bir kez daha göstermekten başka bir değer
taşımıyor. Web sayfasında “uluslararası bilim standartlarına uygun
ve partizan kaygılardan uzak bir şekilde” çalıştığını ilan etse de
sadece bu raporu okumak bile ne bilim standartlarıyla ne de
partizan kaygılardan azade olmakla uzaktan yakından bir ilgisinin
bulunmadığını göstermeye yeterli. Gazete Duvar’ın dünkü
haberine göre, sadece Amerika’daki şubesine Ankara’dan bağış
adı altında bir milyon dolardan fazla para aktarılan SETA, seçim
dönemlerinde televizyon ekranlarına çıkardığı uzmanlarla AKP
sözcülüğünü üstlenmekle kalmıyor, CHP ve HDP başta olmak üzere, tüm
muhalefeti terörle ilişkilendiren akla ziyan savları da isminin
altında akademisyen olduğu yazan bu ‘uzmanların’ ağzından
duyuruyordu.”
2005-2009 yılları arasında, bugün iktidar destekçileri dâhil
herkesin bir şekilde şikâyetçi olduğu kutuplaşmanın düşünsel arka
planını hazırlayan SETA’nın kurucu başkanlığını sürdüren Kalın,
2009’da dış politikadan sorumlu başbakan başdanışmanlığı görevine
getiriliyor. 2011’de Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyeti’ne
atanıyor. 2020’de İbn-i Haldun Üniversitesi’nde profesör unvanını
alıyor. 2014’ten beri Cumhurbaşkanı Sözcüsü görevini
yürütüyor. Bürokrat olarak da, akademisyen kimliğiyle de hep
önemli yerlerde bulunmuş bir isim, neden tam şimdi belki en fazla
dost meclislerinde çalıp söylerken açığa çıkardığı içindeki
müzisyeni, o kırılgan, duygulu, yalnız adamı, hırslarından, dünyevi
meselelerden arınmış, “hiç olmuş” o tasavvuf erbabını göz önüne
serme ihtiyacı duyuyor? Üstelik bunu 9 dakika süren bir kliple ve
Türkiye’nin kuşkusuz en önemli müzisyenlerinden birinin eşliğinde
yapma gereği görüyor? Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın
Twitter'da paylaştığı, sadece Kürtçe şarkı yapacağını söylediği
için linç edilip sığındığı sürgünde hayatını kaybeden Ahmet
Kaya’nın sesiyle sazıyla özdeşleşen, Yusuf Hayaloğlu’na ait “suçu
saz çalmakmış öğrendiğim kadar” dizesiyle devşirdiği mağduriyetin
öznesi olmaktan böylesi memnuniyet duyuyor? Erkan Oğur’un hata
yaptığını açıklaması üzerine neden “Birlikte susmaya karar
vermiştik” diyerek sitem ediyor?
AKP’nin siyasal iletişim bakımından üst üste vahim hatalar
yaptığı günlerden geçiyoruz. Sadece bu son hafta içinde yaşananlar
bile, bu süreçlerin bocalamalar ve gaflar içinde, günü kurtaracak
hamlelerle ve çoğu zaman el yordamıyla yürütüldüğünü gösteriyor. Bu
konuyu Medyascope TV’deki programımda ayrıntısıyla ele aldığım için burada
fazla değinmeyeceğim. Ama bu bir hafta içinde şunlara şahit olduk:
CHP’nin 128 milyar doların akıbetini sorgulayan mesajları,
afişleri, pankartları zorla kaldırtıp Cumhurbaşkanı’na hakaret
soruşturması açtırtan, birbiriyle çelişen açıklamalarla durumu
iyice şaibeli hale getiren iktidar eliyle, geniş kitlelere ulaşan
büyük bir kampanyaya dönüştürüldü. AKP, üzerine Türk bayrağı asılıp
resmî törenlerle karşılanan patates soğan kamyonlarıyla, iftar
saatine endekslenen pandemi önlemleriyle, ne salgına, ne salgının
katlanılmaz hale getirdiği yoksulluğa karşı aslında hiçbir şey
yapmadığını, yapamadığını itiraf etmiş oldu. Cumhurbaşkanı ve
eşinin misafir olduğu yoksul evinde, yer sofrasında yan yana
dizilmiş sinilerin etrafında verdiği fotoğraf, bir zamanlar halktan
biri olmakla halkın gözünde yer edinen liderin bugün halktan ne
denli uzak olduğunu muhalefetin başaramayacağı kadar net
gösteriyordu. Bir yandan, partinin siyaset erbaplarının, önümüzdeki
seçimlerde ilk kez oy kullanacak Z kuşağını AKP’ye oy vermeye ikna
etmek için bula bula gençlerin aileleriyle konuşma formülünü
bulduklarını öğreniyorduk. Bildiğiniz insan kaçakçılığını,
üstelik yurt dışına kaçırdığı kişilere gri pasaport vererek yapan
AKP’li belediyelerin ardı ardına ifşa olduğu, RTÜK başkanının
muhalefeti televizyonlarda fazla muhalefet yapmakla suçlayıp
kendisinin çift maaş almasının hem yasal hem etik olduğunu ilan
ettiği günlerdi bunlar… Bütün bu bocalamaların, gafların,
neresinden tutsa elinde kalma hallerinin bize gösterdiği gerçek, bu
işin daha uzun süre böyle gidemeyeceği, önümüzdeki ilk seçimlerin
AKP bakımından çok zorlu bir sınav olacağı. Bu sınavda bir yanda
“birlikte susmaya devam edenler” ve “özünde iyi adamdır” denilerek
yeni düzende kendine bir yer edinmeye çalışanlar olacak. Öbür yanda
ise “birlikte susmadan”, bir arada, adil, demokratik, eşitlikçi bir
ülkede yaşamanın yollarını arayanlar…