“Günbatımı kaleydoskobu” küratöryel anlamda en sıkıntılı eser. Sanatçı, müzenin içi ile dışarısı arasındaki bağlantıyı göstermek için güzelim Boğaziçi’ne doğru bakan bir eser tasarlamış. Fikir güzel ancak uygulama göz yaşartan bir Türkiye özeti.
“Gördüğümüz şey beynimizin en mümkün olduğunu düşündüğü şey. Ama eğer bir sanatçıysanız ya da eleştirel düşünüyorsanız, gördüklerinizi sorgularsınız. Gerçekliğin tartışılabilir olduğunun farkına varırsınız. Gerçekliğin değişebileceği fikri çok sağlıklı çünkü ilerleme veya değişim kavramının kökleri burada yatıyor.” Olafur Eliasson
Geçen bahar Paris’te Frank Gehry imzalı Fondation Louis Vuitton’un (FLV) karaya oturmuş bir amiral gemisine benzeyen harika binasında dolanıyorum. En alt katta yapay su havuzlarının yanında Olafur Eliasson’un insanın algıları ile oynayan ve o suyun yanında olması pek anlamlı “Inside the Horizon” (Ufkun İçinde) yerleştirmesinin içinde geziniyorum tanımadığım insanlarla. Birbirimizin yansımaları birbirine karışıyor, eserin içinde gezen her canlı eseri oluşturan bir parça oluyor. İçinde biz olmadan bir şey anlam ifade etmeyecek, katılımla her saniye yeniden yaratılan bir eser Inside the Horizon.
İzlandalı-Danimarkalı sanatçı Olafur Eliasson’un eserlerini bu yüzden seviyorum. Her renkten, dilden, dinden insanı sadece “varoluşlarına” odaklayarak eserlerine katıyor sanatçı. İnteraktif eserlerinde, kendimize, çevremizdekilere tekrar bakıyoruz başka gözlerle, hatta yeni bir deneyim olarak birbirimizi izlemekten çekinmiyoruz. Paris’ten döndüğümde Olafur Eliasson’un Türkiye’deki ilk sergisi “Senin beklenmedik karşılaşman”ın İstanbul Modern’de açılacağını duyunca pek sevindim. FLV’de gördüğüm büyük yerleştirmeden sonra İstanbul’da sanatçının 30 yıllık kariyerinden bir seçkiyi görecek olmak ben mutlu etti. Yaz sonu bu sefer deniz kıyısında Renzo Piano imzalı binada, Eliasson’un başka aynalarında kendimi yine yabancıları izler, algılar hakkında düşünür buldum.
İstanbul Modern’deki serginin büyük bir bölümünde, Eliasson’un imzası olduğu üzere, geometri, ışık, renkler iç içe geçiyor. Sanatçının bir bilim insanı gibi deneyler yaparak tasarladığı eserler, algılarımızla oynuyor. Karşınızdaki aynaya baktığınızda kendinizi değil, müzede yürüyen diğer insanları görüyorsunuz, bir odada dünya sanki filtrelenmiş gibi başka bir renge bürünüyor, su damlaları gibi görünen onlarca küreden kendinize bakıyorsunuz, suyun durabilme potansiyelini izliyorsunuz, fiziksel bedeniniz ve Eliasson’un yarattığı (ya da bize kendine has maharetiyle gösterdiği) boşluklar arasında hem bedeniniz hem algılarınız süzülüyor. Başka bir deneyim yaşamak için mutlaka görülmesi gereken sergi.
Bununla birlikte, sergide iklim krizi, renk deneyleri, deniz ve İstanbul ile ilişkili eserler var. Sergi parça parça güzel bir deneyim olsa da bir bütünlük problemi var; maalesef sergideki konular arasındaki ilişkilendirme iyi kurulamamış. Buzulların erimesine bakarken denizlere bakıyor oluyoruz, oradan ışıklı yerleştirmeler, olmadı biraz İstanbul’a bakalım… Elbet aralarında ilişki var; fakat müze gezme ve metin yönlendirmesi olarak bu ilişki bölük pörçük sunulmuş. Başarılı sergilerde müze size serginin kapısından alır, bir hikayenin içine sokar, o hikayeyi oda oda örer, bağlantıları net olarak anlamanıza yardımcı olur ve kapıdan çıktığınızda hikayenin sonunu anlamış ve anlatabilecek durumda olursunuz. Ben size İstanbul Modern’deki sergiyi gezenlerin yüzde 90’ının sergiden ne anladığını söyleyeyim: “İyi Instagram fotoğrafı” ki bu konuya döneceğim. Bu kopukluk sorunun dışında serginin bülteni okunduğunda serginin İstanbul’dan referans alan işlere odaklı olduğu gibi bir izlenim oluşuyor. Öyle bir durum yok halbuki, İstanbul ile ilgili (sanatçının daha önce de benzerlerini yaptığı) birkaç eser var evet ama iklim krizi odağa alınsaydı ve hikaye onun çevresine kurgulansaydı daha anlamlı olabilirdi diye düşündüm. İstanbul eserlerinin en anlamlısı olması gereken “Günbatımı kaleydoskobu” küratöryel anlamda en sıkıntılı eser. Sanatçı, müzenin içi ile dışarısı arasındaki bağlantıyı göstermek için güzelim Boğaziçi’ne doğru bakan bir eser tasarlamış. Fikir güzel, izleyiciler gün içinde kaleydoskoptan boğaza bakarak denizi, gelgitleri, vapurları güneş ışığını izleyerek doğal olan ve insan yapımı sistemlerin karşılıklı etkileşimini görecekler-di. Ancak uygulama göz yaşartan bir Türkiye özeti. Eserin önünde çoğunlukla bir duvar gibi cruise gemileri duruyor. Günde bir kere hareket ettiğine göre de deniz meniz görmüyorsunuz, geminin olmadığı bir güne, saate denk gelmezseniz. Böylece kaleydoskoptan çirkin ve dev gemilerin yolcu balkonlarına bakıyoruz. Ormanızı, kıyımızı, denizimizi çaldınız, şimdi de göremiyoruz. Vallahi harika özet. Deniz meniz yok kardeşim, otur senden daha kıymetli turiste bak.
Ve serginin son sorununa geliyorum: İzleyiciler. Dünyada herkes müzelerde fotoğraf çekiyor elbet ama emin olun bizim kadar eser önünde poz verme sevdalısı bir millet belki bir de Araplar olabilir. Eserler interaktif ve “Instagramlık” olduğu için de poz verenler arasında sergiyi “gerçekten” gezmeye çalışmak biraz sancılı oluyor. Sergi metninde sanatçının ziyaretçileri sergi aracılığı ile güvenli alandan çıkarak bilinmeyeni deneyimlemeye, hissedilen ama henüz tanılanamayanla tanışmanın güzelliğini keşfetmeye davet ettiği söyleniyor. “Kabul edilme, görülme ve var olma iç güdülerini irdeleyen sergi, aynı zamanda çevre bilincine de vurgu yapıyor,” denmiş. Benim gözlemlediğim deneyimlemeye dayalı ilk cümleyle ilgilenen pek yok; herkes “kabul edilme ve görülme” ihtiyacında arkadaşının eline veriyor telefonu, poz üzerine poz… Poz sırası bekliyorsunuz eserleri görmek için. Sergi deneyimi, kürasyon üzerine çalışılır de bunun için ne yapılır bilmem… Neyse, ben uyarılarımı yaptım, siz sergiyi mutlaka ziyaret edin, sonuçta bir dünya yıldızı gelmiş, iyi eserler sunmuş; ama Instagram neferlerine karşı önceden hazırlıklı gidin, eser metinlerini okuyun ve sergi yapbozunu bir araya getirin.
Olafur Eliasson’un "Senin beklenmedik karşılaşman" sergisi 5 Şubat 2025 tarihine kadar İstanbul Modern’de.