Jeremy Rifkin, CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı’sını iklim krizi üzerine İngilizce değerlendirmeleri ile anlatmaya başladıktan bir süre sonra hemen önümüzdeki iki partili arasında şöyle bir diyalog geçti:
- E anlamıyoruz ki?
- İngilizce bilen çoktur burada onlar dinliyordur…
- Nerelisin?
- Erzincan Tercan, sen?
- Sivas…
Girişte dağıtılan kulaklıklardan almış olsalar ve Rifkin’in sözlerini simultane çeviri ile dinleseler bu sohbet olmaz mıydı? Belki gecikirdi ama -sunum yapanların niyetinden bağımsız elbette- dün İstanbul’da yapılan toplantıda partililerin yeni tanıştıkları başka partililerle memleket sohbeti yapmak için bolca fırsatı oldu. Çünkü, Kemal Kılıçdaroğlu, Selin Sayek Böke ve biraz da Faik Öztrak tarafından iktidara yöneltilen siyasi eleştiriler sırasında salonda hareketlilik yaşansa da, ekonomi ile ilgili sunumların büyük bölümü aktardığımıza benzer ikili sohbetler eşliğinde geçti. Ana muhalefet partisinin kadrolarını “iktidara yürürken” heyecanlandıran sözler, “İstanbul Sözleşmesi'ni yeniden yürürlüğe sokacağız”, “YÖK'ü kaldıracağız, Boğaziçi'ni ve diğer üniversiteleri hep birlikte özgürleştireceğiz. Barış imzacısı akademisyenleri yeniden okullarıyla yeniden öğrencileriyle buluşturacağız”, “Asla başını eğme. Ayağa kalkın gençler! Ayağa kalkın kadınlar! Ayağa kalkın çocuklar!” gibi iktidarı doğrudan hedef alan sözlerdi.
Yazarımız Ali Rıza Güngen’in ifadesiyle, “CHP tarzı neoliberalizm” sunumlarının; Erzincanlı, Sivaslı, Dersimli CHP’liler için bir heyecan unsuru yaratmaması ise herhalde anlaşılırdır. Çünkü anlatılan sosyal demokrat bir partiden çok siyasette muhafazakar, ekonomide liberal bir partinin yapacağı –ve 2002’de bu iddialarla yola çıkan AK Parti’ye 20 yıllık iktidarı getiren- bir programdı. Şimdi siyasette sosyal demokrat, ekonomide liberal bir parti olarak CHP bu yola koyuluyor.
“Yoksullukla mücadele” var, bunun için “kemer sıkma” var ama emeğin, emek örgütlerinin bu konularda sözünü nasıl ifade edeceğine ilişkin bir tek vurgu yok örneğin. Emeğin “kalkınmanın aracı” olmanın ötesinde yeni dönemde rolünün ne olacağı yok. Öyle olunca da sanki (Altılı Masa’nın ekonomi politikası konuşulurken sık sık gündeme gelen) Ali Babacan’ın temsil ettiği ekonomi modeline yakın bir modelin, ittifakın en büyük partisinin programına dönüştüğü ilan edilmiş oldu.
“İktidar olmak için bu gerekli, çünkü seçimle gelip Türkiye’yi yönetebilecek bir ittifak fikrine piyasaların da ikna edilmesi gerekli” denebilir. Ve Daron Acemoğlu, Jeremy Rifkin gibi isimlerin de dahil olduğu bir ‘heyet’le bunun daha kolay başarılabileceği de...
Peki buna değer mi? Yani ‘piyasalar’ bu CHP’yi satın alır mı?
Hem Türkiye hem de dünya piyasalarını yakından takip eden bir uzmanla dün toplantı sonrasında yaptığımız sohbette aldığımız yanıt şu oldu: “Piyasanın CHP’yi dikkate alması için seçimi kazanma şansının olduğunu düşünmesi gerekli. Bir de tabii hangi piyasa? İçeride piyasa kalmadı. Türkiye’ye dair yatırımcı fikrini gösteren tek bir piyasa kaldı. Yurtdışındaki kredi risk primi (CDS) piyasası. İçerideki piyasalarsa tamamen kumanda altında…”
Yani evet yüzünü emeğe değil piyasalara dönmüş görünen CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun birleştiriciliğinde iktidara yürüyeceği söylenen Altılı Masa’nın, seçmeni 2002’dekine benzer bir acı reçeteye ikna etme kapasitesi -olduğu kadarıyla- piyasalarda bir karşılık bulabilir. Ancak burada düşünülmesi gereken herhalde Türkiye’nin yeniden 2002’deki gibi eşitsiz zenginleşmeye mi yoksa ‘başka türlü bir şey’e mi ihtiyacı olduğu.
Kılıçdaroğlu, Erzincan Tercanlı ‘biz’le, Denver’lı Rifkin’in bu zor düğümü çözüp iktidar olabileceğini ve kurulacak yeni sistemi çalıştırabileceğini iddia ediyor. Bugünkünden iyi bir memlekete böyle ulaşılabilir mi?
Göreceğiz…