1974’te söylemiş Edip Cansever, “Dağılmış pazar yerlerine benziyor memleket” diye. Kime söylemiş? Ahmet Abi’ye. Ahmet Abi’nin Komünist Parti üyesi bir işçi olduğu bilinir. Dağılmış pazar yerlerinde dahi birkaç saat öncesinin canlılığı hissedilir, bugün yağmacıların, baskının ardından çöken havaya benzer bir havası var memleketin. Bizim için tabii, yağmacıların yağmasına, talancıların talanına karşı hiç yoktan iki çift lafı olanlar için.
Barış İnce’nin Birgün Pazar’da yayımlanan “Bizi örgütleyemeyenlerin ülkesi” başlıklı yazısı o kadar gerçek, o kadar doğrudan bir soru soruyor ki hiç soğutmadan devam etmek gerekiyor. Belki başka sorular sorarak: Kim var karşımızda, kimiz biz? Neyi bekliyoruz? Cansever’in şiirinin içinde söylediği 12 Mart faşizminin çok ötesine geçen talan düzeninde kime söylüyoruz her yerde memleketin dağılmışlığını, kim dinliyor “biz”leri? Kimiz, kim var karşımızda? Neyi bekliyoruz?
Bu sorulara söz ve eylem birlikteliği içinde verilecek gerçek yanıtlar olmadan hiç kimse Türkiye’de bir siyasal değişim beklememelidir. Ekonomik kriz, kendi başına talanı daha da büyütmekten başka bir işe yaramaz. Siyasal tıkanıklık kendi başına iktidara tiranlığını inşa etmekten başka bir yol açmaz. Toplumsal bunalım ve çözülme kendi başına her kademede daha da büyüyen bir çürümeden öte bir gerçeklik getirmez. Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik, siyasal ve toplumsal krizin çıkacağı yol sermayenin dizginlenmemiş kâr arzusunun, siyasal iktidarın dizginlenmemiş tahakkümünün ve halk kesimlerinin her geçen gün büyüyen çözülüşünün ve kaba güce eklenişlerinin yolunu açacaktır, bu yol bildiğimiz faşizmin yoludur. Peki kimin umurunda?
KİMİZ POLİTİK BİR SORUDUR
Kimiz sorusunun yanıtını vermek politik öznelerin işidir. Bizi ve bizin karşısındakini siyaset tanımlar. Erdoğan rejimi bunun kolay bir yolunu buldu, muhalefeti sindirmek için yaptıklarının sorumluluğunu muhalefete atarak, onu düşmanlaştırdı. O yüzden sanıldığının aksine sıradandır, hatta bir ergenin sıradanlığı kadar; her şeyi istemesi ve hiçbir şeyin sorumluluğunu almaması kadar sıradandır davranışı. Ama bunu vardırdığı uç ciddidir, sıradanlığı karşıtındaki olağanüstülükle, tanrısallıkla kapatmak zorundadır, insanları buna ikna etmek zorundadır. Türkiye sağının geleneksel talancılığının ve sıradanlığının uç noktası olduğu içindir açtığı yol. Fakat tam da sağı uca taşıması nedeniyle sonuçları sıradan olmayacaktır. Başlattığı dizginlerini kaybetmiş talan düzenine karşı çıkan her yurttaş terörist, gözünü diktiği her şey emlaki metrukedir onun için. Hiçbir sağ siyasetçi devlet adına kurulan bir şirketin yönetim kurulu başkanlığına kendini atama pervasızlığını göstermemiştir bugüne kadar. Hiçbir sıradan sağ siyasetçi, bizi ve bizin dışını bu ölçüde sürüdürülemez bir düşmanlığa teşvik etmemiştir.
Erdoğan rejiminin beslediği ve beslendiği sermayenin dizdiği kamyonların üçüncü havalimanına dizdiği yüzlerce kamyonun taşıdığı yükün altında can veren işçiler kimin umurunda bugün? Dün Soma’da katledilen 301 can kimin umurundaydı? Gezi’de öldürülen gencecik insanlar kimin umurundaydı? Sermayenin dinmek bilmez saldırısına karşı kim savunuyor toprağını, deresini, havasını? Metin Lokumcu kimin umurunda? Ankara Garı’nın önünden kimler geçemiyor üç yıldır? Kamusal eğitimi planlı ve maksatlı bir biçimde ortadan kaldıranların yarattığı düzende tarikat yurtlarında istismara uğrayan, yangında can veren çocukların ateşi kimin yüreğinde yanıyor hâlâ? Kim direndi kağıdımızı üreten, hepimize ait olan fabrika satılmasın, kapanmasın diye? Kime peşkeş çekildi, arazileri, makineleri? Kime peşkeş çekiliyor emeğimiz, toprağımız, suyumuz, okulumuz, çocuklarımız, geleceğimiz? Kimdi uğursuzca stat dolusu alkış tutan Ankara Garı’ndaki IŞİD katilleri için. Kimiz biz gerçekten, kim var karşımızda? Kim, hangi emperyalist güçle pazarlıklar sonucu gönderiliyor savaş meydanlarına, kim direniyor peşkeş çekilmesine toprağının, öldürülmesine komşusunun?
YENİDEN, KİM ÖRGÜTLEYECEK BİZİ?
Barış İnce’nin edebi söyleyişiyle “bizi örgütleyemeyenlerin ülkesi”ndeki durum devam ettiği sürece bu soruların yanıtlarının değişmesi mümkün değildir. "Biz"i kadrolaştıracak olan da büyütecek olan da harekete taşıyacak olan da bu soruların yanıtını söz ve eylem birlikteliği içinde verecek bir siyasal özneleşme süreci olacak.
Elbette bunun önündeki iktidardan sonraki en büyük engeli engel olmaktan çıkarmak gerek. Yerinden oynaması imkansız bir muhalefet partisi var Türkiye’nin gerçekliğinde. “Biz”e ilişkin politika belirlerken önce bizi yok etmek isteyenlerin gönlünü fethetmeye çalışacak kadar yüce gönüllü bir “seçim partisi”. Gezi’deki talepleri "ekmek için Ekmeleddin" sloganlarıyla siyasal İslamın içinden taçlandıran, Ankara’nın hakkını MHP’li Mansur Yavaş’ta gören, terörist olarak tanınmaktan korktuğu için anayasaya aykırı oy kullanmayı teşvik eden programsız seçim partisi. Ya da başka bir adlandırmayla sağcı adaylar içinden aday seçen sosyal demokrat parti. CHP’nin hiçbir siyasal ve toplumsal soruna “biz” bakımından yanıt veremeyecek olmasını bir engel olarak görmekten vazgeçmemiz gerek.
Kılıçdaroğlu, son röportajında yılların tehdidini kullanmış: “bize oy vermemek AKP’ye kazandırmak demek.” Peki “biz” buna mecbur muyuz? Erdoğan’ın sürekli konsolide ettiği “ben”inin çevresinde örgütlediği bizine eklemlenme ve garantili alanlardaki koltuk paylaşımlarının nesnesi olmak zorunda mıyız? Hayır, CHP bugünkü haliyle bırakın Türkiye solunun önünü açabilecek bir siyasal kapasiteyi, ona engel olabilecek bir siyasal özne konumunu dahi yitirmiştir.
Dolayısıyla bizleri bir araya getirecek, hareketlendirecek, büyütecek ve memleketin dağılmışlığını kaldırmaya aday, talan sonrası çöken kabusları yarına ilişkin rüyaların gölgesinde bırakacak olan söz ve eylem birliğini sağlayacak bir siyasal özneye ihtiyacımız var, yeniden başlayarak.
Yerel seçimleri, sadece seçim olarak görmemek neden bunun yollarını aramanın ilk adımı olmasın?