Deprem, çığ, uçak felaketlerinin yaşandığı günlerde Cizre’den sessiz bir çığlık yükseldi. Cizrespor, hakemlerin tutumları ve karşılaştıkları ırkçı saldırılar nedeniyle ligden çekildi. Kulüp Başkanı Maruf Sefinç Gazete Duvar’dan Hacı Bişkin’e verdiği röportajda “Vicdanınız artık rahat mı?” diye sordu. Üç büyüklerin hükümdarlığındaki spor camiası açısından elbette kayda değer bir açıklama olmasa gerek. Oysa ne kadar basit ve günlük dilde sıkça kullandığımız, son derece iç acıtan bir soru değil mi: “Vicdanınız artık rahat mı?”
Vicdan, üzerinde az düşünülen kavramlar arasında olsa gerek. Genelde ahlaktan bahsedilir, hakkında kitaplar yazılır, ahlak felsefesi tartışılır da, vicdan kavramına hep ikinci sınıf muamelesi yapılır sanki. Felaketler, haksızlıklar, savaş-barış gibi kavramlar; yaşam tarzınıza, çevrenize, siyasal ve sınıfsal duruşunuza bağlı olarak size yaklaştığı ya da uzaklaştığı ölçüde vicdanınıza hitap eder. Bu açıdan depremin ardından arama motorlarında “Elazığ Kürt mü” sorusunun sorulması ulusalcı kodların zihnimize kazınması ve toplumsal vicdanımızın bir anlamda iğdiş edilmesiyle doğru orantılıdır. Şurası çok açık ki; iktidardan rahatsız ya da ona eklemlenmiş olması hiç fark etmez, kökten milliyetçiliği içselleştirmiş bir kitle depremde dahi önceliği “ırk”a verebiliyor ya da Cizrespor’un ırkçı saldırılardan bezip ligden çekilmesinde hiçbir beis görmüyor. Sorsan hepsi “ahlak”çı ama, pekiyi ya “vicdan”… O sadece bir kadın ismi artık…
Kızını erkek arkadaşlarıyla fotoğraf çektirdiği için öldüren babayı motive eden temel dürtü hakim “ahlak” anlayışı aslında. Çünkü vicdan ahlaktan önce gelmiyor bu topraklarda. O yüzden sokak röportajlarında “ahlaksız”lık yapan kızını ya da eşini öldüreceğini gururla söyleyebiliyor insanlar. Ve yine o yüzden eşini döven adama, vicdanının sesini dinleyerek müdahale eden ve çıkan arbedede adamın ölmesi üzerine Kadir Şeker suçlu bulunarak cezaevine girebiliyor. Şiddet, kadın namusunu kapsadığı oranda hoşgörülüp, “meşru” olabiliyor, zira hukuk vicdanı da bizden çok uzakta bir kavram.
“Ahlak” düpedüz kirlenmiş bir alan artık. Depremde ırka bakan, kızını katleden, Kürt diye bir futbol takımını taciz edebilen zihniyet, kabul edilmiş ahlakın ürünü olarak vicdandan zerre nasibini almadan hakimiyetini sürdürüyor. Çocuklara yönelik cinsel istismar suçu işleyenlere ceza indirimi, af düzenlemesi yapılmak istendiğini artık sağır sultanlar duydu, elbette mevcut “ahlak” anlayışı eşliğinde. “Ahlak” her yeri açmaya muktedir altın bir anahtar sanki…
Devlet sadece meşru şiddet kullanan güç olarak değil, dayatılmış organize bir “ahlak” anlayışını da bizlere zikrediyor. Varlığımız, ahlakımız ve benliğimiz yüce devletimize armağandır aslında… Geçen yazıda ifade edildiği gibi iyisini de kötüsünü de devletimiz bilir, “gerçeği” de bizim adımıza yeniden kurgular, tanımlar… Foucault’nun ifade ettiği gibi: “Bireyi kategorize ederek, bireyselliğiyle belirleyerek, kimliğine bağlayarak, ona hem kendisinin hem de başkalarının onda tanımak zorunda olduğu bir hakikat yasası dayatarak doğrudan gündelik yaşama müdahale eder. Bu, bireyleri özne yapan bir iktidar biçimidir. Özne sözcüğünün iki anlamı vardır: denetim ve bağımlılık yoluyla başkasına tabi olan özne ve vicdan ya da özbilgi yoluyla kendi kimliğine bağlanmış olan özne. Sözcüğün her iki anlamı da boyun eğdiren ve tabi kılan bir iktidar biçimi telkin ediyor.”
Bu nedenle devletin dizayn ettiği, devlete bağımlı “özne”lerin işlediği her kadın cinayeti politiktir işte. “Ahlak”ın ve genel kabul görmüş kalıpların ardına sığınarak her türlü suçu işlemek meşru kabul ediliyor nasıl olsa. Adana'da iki sene önce çaldığı bisiklet, elini yüzünü yıkamak için girdiği camide, bir başka hırsız tarafından çalınan adamın isyanı mükemmeldir: "Camide hırsızlık olur mu? Memlekette namuslu adam kalmamış." Çaldığı bisikletin camide çalınmasına isyan eden adam, sen bizim “ahlak” aynamızsın işte… Ya da Kayseri’de kurbanlık boğayı arka ayaklarını keserek işkence yaptığı için para cezasına çarptırılan, ‘Cinayet mi işledim? Ben ne yaptım ki!’ diyen muhasebeci, sana da kocaman bir alkış, bize pompalanan “ahlaki” normlar dahilinde yerden göğe kadar haklısın isyanında...
Cizrespor Başkanı’nın vicdan daveti ve ligden çekilip bu oyuna devam etmeme kararı anlamlıdır. Vicdanını dinleyip medyadan ya da bulundukları meslekten, mevkiden istifa edenler artık daha bir mana ifade ediyor. Çünkü bizlere dayatılan ahlak artık ahlaksızlığa dönüşmüşken vicdandır bizi kurtaracak değer. O zaman Ulus Baker’e bağlanalım: “Önce vicdanlı olacaksın ki herhangi bir ahlak buyruğuyla, kuralıyla karşılaşabilecek bir yeteneğin, bir gücün olsun... Bu şu demektir: Vicdan, ahlaktan farklı olarak bir "güç durumudur," başka bir şey değil... Ahlakı dinsel ya da ideolojik biçimler altında da olsa, "hayata geçirmek" için bir "dış güce" ya da "çabaya" (eğitime, education sentimentale'e) ihtiyaç duyulur, oysa vicdan bir "başlangıç hâli," dış değil, iç bir kudrettir... İnsanın dış buyruklara, zorunluluklara "katlanabilme" gücüne vicdan diyoruz.”
Cizrespor’u her maçta ırkçı söylemlerle saldırıp ligden çekilmesine neden olanlar, “Elazığ Kürt mü” diye arama yapanlar, deprem bölgesine giden HDP yardımlarını kabul etmeyenler, erkeklerle görüşüyor diye kızını öldürenler, “çaldım alt tarafı, adam mı öldürdüm” diyenler, “ahlak”ınız sizin olsun…Biraz hamasi gelecek belki ama bize ahlak değil, vicdan lazım artık.