Bize neden her şeyi anlatmıyorsunuz?

Bize her şeyi anlatıyormuş gibi yapıyorsunuz ama bazı şeyleri neden anlatmıyorsunuz? Tüm bu bilgi bombardımanının içinde hakikat nerede? Gerçek mağdurların sesi, görüntüsü neden o global ekrana yansımıyor? Gerçeğin kendi sesi neden onca şeyin arasında kaynayıp gidiyor?

Beyhan Sunal bsunal@gazeteduvar.com.tr

Vampirlerin, iblislerin olduğu bir televizyon dizisinde izlemiştim; iyilerden oluşan ekipten bir kadını kötüler lanetlemişti. Genç kadın o anda dünyada ne kadar kötülük varsa hissediyordu ve acı şokundan bayılıyordu. Çığlıklar, korkuyla açılmış gözler, çeşitli şekillerde ölen insanlar, patlamalar, kazalar… Bütün bunları hissetmesin diye, iyiler lanetin kaynağını bulana kadar, doktorlar kadını uyutuyordu.

Bugünlerde görsel medyanın herhangi bir türüne bakarken hep o genç kadını hatırlıyorum. Bir internet gazetesinin ön sayfası ya da tv’deki birkaç dakikalık bir haber özeti, o genç kadının acı şokuna girmesine neden olan görüntülerin toplamına benziyor. Küçük bir ekranda, dünyanın bütün acılarına tanık oluyoruz. Boşandığı kocasının ölümle tehdit ettiği kadının gözyaşları, kızı cinayete kurban giden bir babanın adalet arayışı, Gazze’de beyaz çarşaflara sarılmış cenazeler, okulun bahçesinde sohbet ederken rastgele ateşlenen mermilere hedef olanlar, sele kapılanlar, devrilmiş bir otobüsten etrafa saçılmış bedenler, oğlunun tabutuna sarılmış anneler…

Marshall McLuhan, Global Köy kavramını 60’lı yıllarda ortaya atmış. İletişim teknolojilerinin tüm dünyadaki insanların birbirleri ile iletişimini kolaylaştıracağını ve dünyanın küçük bir köye dönüşeceğini ileri sürmüş. Böylece insanlar birbirlerinden haberdar olabilecekler, iletişim kurabilecekler ve fikir alışverişi yapabilecekler diye düşünmüş.

Öyle de oldu. Dünya bir global köy değilse de global ekrana dönüştü. Artık hepimizin her şeyden haberi var. Dünyanın öteki ucundaki doğal afetlerden,  kazalardan, savaşlardan haberdarız. Ama biz bu haberdar olma durumundan mutlu değiliz, hatta bunun iblislerin bir laneti olduğunu düşünüyoruz.  

Çünkü iyiler kazanamıyor!

Çünkü iyilerle kötülerin savaşı adil değil.

Global olmayan bir köyde, birbirini tanıyan, sevmese de aralarında aynı yerde yaşamaktan kaynaklı bir hukuk oluşmuş, anlaşamasa da arabulucular sayesinde iki çift laf edebilen, yeri geldiğinde dayanışabilen insan toplulukları var. Ve o küçük köyde bir sorun varsa, bu insanlar birlikte o sorunu çözebilme fırsatına sahipler. Tarlaları birlikte sulama, afetlere karşı dayanışma geliştirme, bakıma muhtaçlara yardım etme, düğün derneği birlikte kotarma ya da delileri hep birlikte tolere etme gibi seçenekleri var.

Global köyde ise, birbiri ile hiç yüz yüze gelmemiş; ama buna rağmen birbiri hakkında fikirleri olan insan toplulukları var. Paul Virilio, bu insanların birbiri hakkında fikir sahibi olmasını “enformasyon bombardımanı” sözleriyle tarif ediyor. Bize sürekli dünya hakkında yoğun ve hızlı ve bu nedenle çoğunun doğruluğunu sorgulamaya fırsat bulamadığımız bilgiler iletiliyor. Daha çok üstümüze boca ediliyor. Seçme şansımız olmadan belleğimize kazınıyor.

Bir kısmımız acı şokunu kaldıramıyoruz, keşke uyuyabilsek diyoruz. Ekrana daha az bakıyoruz, haberlerden uzak durmaya çalışıyoruz. Bir kısmımız ise baka baka alışıyoruz, kayıtsızlaşıyoruz.

Ve şu soruyu sormayı unutuyoruz: Bunları bize neden anlatıyorsunuz? Benim tüm bu bilgilerle ne yapmamı bekliyorsunuz? Dünya gerçekten çok kötü bir yer diye düşünüp karamsarlığa mı kapılayım? Kötülere lanet mi okuyayım? Bunca kötülük varken iyiler kazanamaz deyip kabuğuma mı çekileyim? Bunlar iblisler, bunlar iyiler diye dünyayı ikiye mi ayırayım? Başıma her an her şey gelebilir diye kaygı içinde mi yaşayayım? Bu dünyaya çocuk getirilmez deyip üremekten vaz mı geçeyim? Nasıl olsa hiçbir şey yapamıyorum deyip alemlere mi akayım? Antidepresana mı başlayım, uyuşturucu, alkol gibi seçenekleri mi değerlendireyim?

Tüm bu seçenekleri bir kenara itip, felaketzedeler için en azından dua edenler, sanal ortamda imza toplayanlar, meydanlarda protestolar düzenleyenler de var elbette. Gerçeğin peşine düşüp haber yapan gazeteciler, suçluların yargılanması için kanıt toplayanlar, mahkemeler, avukatlar, savcılar, araştırmacılar, akademisyenler, örgütçüler, kamuoyu önderleri de var.

Ve onlar şu soruyu da soruyorlar: Bize her şeyi anlatıyormuş gibi yapıyorsunuz ama bazı şeyleri neden anlatmıyorsunuz? Tüm bu bilgi bombardımanının içinde hakikat nerede? Gerçek mağdurların sesi, görüntüsü neden o global ekrana yansımıyor? Gerçeğin kendi sesi neden onca şeyin arasında kaynayıp gidiyor?

İzlediğim dizide genç kadını lanetleyenler iblislerdi. Ama biraz düşününce belki bizim lanetimizin sebebi o küçük ekrana sığamayanlardır. Yüreği, mücadelesi, dayanışması, varoluşu hakikat olanları global köyün ekranlarından uzaklaştırmanın cezasıdır hissettiğimiz o acı. Çaremiz bizi uyutan doktorlar değil, hakikat için mücadele edenlerdir belki. “Bize bunları neden anlatıyorsunuz” diye sorduğumuzda “hep birlikte iyileşmek için” diye bir yanıt verecek olanlar.  

Tüm yazılarını göster