Türkiye’nin ifade özgürlüğü konusunda son on yılda nasıl hızla gerilediği herkes tarafından bilinen bir gerçek. Yine de Kerem Altıparmak ve Yaman Akdeniz’in Uluslararası Yazarlar Derneği'nin İngiltere'deki kolu olan English PEN için hazırladığı "Türkiye'de Can Çekişen İfade Özgürlüğü: OHAL'de Yazarlar, Yayıncılar ve Akademisyenlerle İlgili Hak İhlalleri" başlıklı raporda, bu gerilemeyi somut olarak görmek insanı sarsıyor. Raporda, özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası yazarlar, yayıncılar ve akademisyenlere yönelik artan hak ihlâlleri serimlenirken, Türkiye’nin ifade ve basın özgürlüğü açısından son on yıldaki gerilemesi de şöyle ortaya konuyor:
"Türkiye, ifade ve basın özgürlüğü açısından son yıllarda dünyada en kötü performans gösteren ülkelerden biri olmuştur. Uluslararası raporlara da bu durum yansımaktadır. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) 2016 yılında Türkiye’yi 180 ülkenin yer aldığı basın özgürlüğü sıralamasında, 151’inci sıraya, 2017'de ise 155’inci sıraya yerleştirmiştir. Freedom House da, 2016 basın özgürlüğü endeksinde Türkiye’yi “yarı özgür” kategorisinde yirmi puan gerileterek 2010’da bulunduğu 106’ıncı sıradan 2016’da 156’ncı sıraya düşürmüş, 13 Nisan 2017'de ise Türkiye’nin 163’üncü sıraya düştüğü açıklanmıştır. Ocak 2018'de yayınlanan son raporda ise Türkiye 154'üncü sırada, ilk defa “özgür değil” kategorisinde yer almıştır."
İşte o özgür değil kategorisinde yer alan Türkiye’de tüm özgürlükler de ifade ve basın özgürlüğü ile birlikte eriyip gidiyor. Üstelik bu epeydir böyle. Bugün gündelik yaşamın büyük bir kısmının üzerinden dolayımlandığı internet üzerinde bu özgürlüklerin yitimi daha net gözlemlenebiliyor.
İnternet söz konusu olduğunda mevzu sadece ifade özgürlüğünün engellenmesi, sosyal medya paylaşımlarının sürekli ve artan oranda cezai soruşturmalara tabi hale gelmesi, haber verme ve haber alma hakkının engellenmesi, internette dolaşan enformasyonun tek tip ve tek yanlı hale getirilmesi değil. Aynı zamanda ifade özgürlüğünün ve insan haklarının en önemli bileşenlerinden olan, kamusal olarak ifade edilmek istenmeyenlerin, tamamen özel alanda kalması tercih edilenin, bir başka deyişle mahrem olanın, kişisel olanın da devletin denetimine tabi hale gelmesi de internet ağı ve tüm bir iletişim alanına yaygın hale geldi.
'BÜYÜK BİRADER' ŞİRKETLEŞİYOR
Gözetleme teknolojilerinin varlığı ve özellikle devletler tarafından kullanımı bilindiği halde, bu cihaz ve yazılımların uluslararası ticareti hep gözlerden uzak tutuldu. Casus yazılımların ve gözetleme teknolojilerinin uluslararası ticareti ise bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte giderek büyüdü, gözetleme teknolojileri son derece büyük bir ticaret alanına dönüştü. Bir yandan 'Büyük Birader' şirketleşirken, diğer yandan hükümetlerin ve bu şirketlerin çıkarları bütünleşti ve tüm ülkelerin yurttaşlarının özel yaşamları hükümetler tarafından işgal edilmeye başlandı.
Gizli ticaret konferanslarında buluşan, anlaşan ve işlemler yapan alıcı ve satıcıların ilişkilerinin ayrıntıları genellikle akan suları durduran “ulusal güveliğin korunması” bahanesi ile kamuoyundan gizlense de, kamunun ve çoğunlukla iktidarda olanlar dışında toplumu temsil eden siyasilerin bilgileri dışında gelişen bu ilişkiler ve anlaşmalar, etik değerlerin yok sayıldığı, hak ve özgürlüklerin önemsenmediği bir ortamda gerçekleşti. Bu ortamı şirketlerin daha fazla kâr güdüsü, hükümetlerin ise her şeyi denetim altında tutma arzusu belirledi.
2012 yılında Privacy International tarafından, sürdürülen bir çalışma, gözlerden uzak ticaret konferanslarında buluşan alıcı ve satıcıları listeledi. Bu listede FBI, ABD Uyuşturucu ile Mücadele Ajansı (DEA), İngiltere Organize Suçlar Ajansı (SOCA) ve Interpol gibi tahmin edilebilir kurumlar dışında Bahreyn ve Yemen’in ulusal güvenlik teşkilatları, Suudi Arabistan İçişleri Bakanlığı, Kenya, Mısır ve Libya’nın devrim öncesi gizli servisleri yanında Türkiye’den altı devlet kurumu ve iki şirket bulunuyordu. 2012 yılında Privacy International, gözetleme teknolojilerinin tanıtımının, satın alma anlaşmalarının yapıldığı ISS (Intelligence Support Systems-İstihbarat Destek Sistemleri) konferanslarının Türkiye’den katılımcılarının TC Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu yanında çalışmada adları “Turkey General Security Directory” ve “Turkey Intelligence Unit Police” olarak geçen kurumlar ile BTT Bilgi Teknoloji Tasarım, Inforcept Networks isimli şirketler olduğunu da belirtiyordu. Çalışmada, Türkiye temel mahremiyet hakkının etkin bir biçimde yok sayıldığı bir ülke olarak tanımlanıyordu.
Devletlerin doğrudan yurttaşlarının özel alanlarını ihlal etmek üzere internet ağına ekledikleri derin veri analizi cihazları, casus yazılımları konu alan yeni bir rapor ise bilgi ve iletişim teknolojileri, insan hakları ve küresel güvenlik konularında çalışan Toronto Üniversitesi’ne bağlı The Citizen Lab tarafından Mart ayının ilk yarısında yayınlandı. Bu raporda Türkiye ve Mısır’ın özel örnekler olarak inceleniyor olması da 2012’den bugüne dek gelinen noktayı ifade ediyor.
Citizen Lab raporuna göre, Türk Telekom ağına yerleştirilmiş olan “Deep Packet Inspection” (derin veri analizi) cihazları, mobil ve sabit internet hatlarından bazı Windows uygulamalarını indirmeye çalışan kullanıcıları, bu programların casus yazılım eklenmiş versiyonlarına yönlendirmek için kullanılıyor. Raporda aralarında Avast Antivirus, CCleaner, Opera ve 7-Zip gibi bazı programların da olduğu sağlayıcıların resmi web sitelerinden yapılan indirme işlemleri esnasında bu yönlendirme sayesinde kullanıcıların farkına varmadan casus yazılımları bilgisayarlarına ya da telefonlarına indirdikleri belirtiliyor. Citizen Lab Türkiye’de pek çok kentte yapılan program indirme işlemlerinde bu durumun gözlemlendiğini ve bunun hükümet emri ile gerçekleştirildiğinin düşünülmesi gerektiğini açıklıyor. Rapor aslında 1984 romanında anlatılana benzer bir sürecin yaşandığını ortaya koyuyor.
Citizen Lab ayrıca bu cihazların özelliklerinin ABD şirketi Procera tarafından üretilen PacketLogic cihazları ile eşleştiğini ve şirketin tüm bu operasyonları yönetmek üzere İstanbul’da ikamet eden mühendisler istihdam etmiş olduğuna ilişkin verilere de rastladığını belirtiyor. Procera şirketinin uzun süredir Türk Telekom ile birlikte çalıştığı ise 2016 tarihli Forbes haberinden anlaşılabiliyor. 2016 yılında yayınlanan ‘ABD şirketinin teknolojisi, Türkiye’ye vatandaşlarını izlemesinde yardımcı mı oluyor’ başlıklı haberde, Procera Networks’te çalışan mühendislerin itiraflarına yer veriliyordu. Haber, Procera Networks’e ait Fremont isimli şirkette çalışan bir mühendisin “Neden insanların şifrelerini ele geçiriyoruz? Buradaki kulanım amacı nedir? Bu bende kötü bir his uyandırıyor” diye sorması ve ardından da Türkiye’ye satılan sistemle ilgili tartışmaların devamında Procera’nın Türk Telekom ile çalışmaya devam edeceğini öğrenince şirketten ayrılmasını konu ediniyordu.
2014 yılından bu yana Türkiye’de de Tunca Öğreten farklı mecralarda konuyu ele alan yazılar yazdı. Bu yazılarında Türkiye’de hükümetin emri ile tüm internet kullanıcılarının izlendiği, özel alanın hükümet denetimine girdiği, casus yazılımlar ve gözetleme teknolojilerinin iletişim ağında yoğun olarak kullanıldığına dair iddialar ve belgeler ortaya koydu. Forbes haberini de 2106 yılında ayrıntılı bir biçimde analiz etti. İşte Citizen Lab raporu tüm bu iddiaları doğruluyor. Bütün bu haber ve yazıların da tekrar hatırlanmasını gerekli hale getiriyor.
Görünen o ki aralarında kitlesel ölçekli, gerçek zamanlı mobil çağrıları ve mesajları engelleme, hedef bilgisayar üzerinde tam denetim sağlayan kötü niyetli ve casus yazılımlar, bir dizüstü bilgisayarın ya da mobil telefonun kamera ve mikrofonunun uzaktan açılması ve çalıştırılmasını sağlayan yazılımların da olduğu, yıllardır Avrupa ve ABD şirketleri tarafından tüm dünyada hükümetlere sessiz sedasız satılan gözetleme ekipman ve yazılımları yıllardır Türkiye’de de internet ağında kullanılıyor.
Hükümetlerin elde ettiği bu gözetim ve denetim olanakları ile tüm dünyada demokrasinin giderek aşınması ve otoriter hükümetlerin yükselişi arasında mutlaka bir bağlantı olduğu ise giderek daha açık hale geliyor. Belki de hem donanım hem yazılım düzeyinde algoritmalar aracılığı ile süren bütün bu yasa dışı denetim ve gözetim sürecinin yarattığı sonuçlara dair ise yeni bir kavram önermek gerekiyor: Bu algoritmik faşizm olabilir mi acaba?