şimdi dağlar yol kesiyor bulvarda...
Hasan Hüseyin
Türkiye’de eğitim hiçbir zaman yeterince iyi değildi. Dünyadaki pek çok muadili ile karşılaştırıldığında da eğitimin endoktrinasyon düzeyi, bütün cumhuriyet tarihi boyunca oldukça yoğundu. Erken cumhuriyette faşizan rüzgarlara, 1940’lardan itibaren de muhafazakar eğilimlere açıktı. Cesametinden daha büyük bir anlam atfedilen, aslında deneysel düzeyde kalmış, Köy Enstitüleri ve yan kuruluşları da bu muhafazakarlığın sonuçlarından birisi olarak 1947-48’lerde, bizzat CHP Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer tarafından kapatılmıştı. Fakat, 28 Şubat ve sonrasında AKP iktidara gelene kadar, eğitim sistemi tüm problemlerine rağmen, öncelikle eğitimi sıradan halka taşımış, sıradan yoksul köylülerin ve işçilerin çocuklarının da yukarıya doğru sosyal statü kazanabilmesinin önünü açmıştı.
Ki cumhuriyetin bilhassa kendisini inşa etmeye çalıştığı yer, saltanatın İstanbul’una karşı, ölümsüz Atatürk’ün Anadolu'sunun ve onun çocuklarının ihya edilmesiydi ki, zaten AKP’nin 12 Eylül’den bu yana çiğneye çiğneye bitiremediği, köy imamı Vs. köy öğretmeni gerilimi, rejim, tarih, ideoloji, hegemonya, rıza gibi alanlara çarparak büyüyüp gelişmişti.
Özetle eğitim pek matah değildi, ama pek çok sebepten dolayı, eğitim ile sosyal statüde yukarı doğru hareket etmek mümkündü. Üstelik eğitim 12 Eylül rejimine kadar neredeyse tümüyle anayasal yurttaşlık hakkının bir parçası olarak görüldü. Robert Kolej gibi birkaç istisnayı saymazsak (ki buralarda da başka türlü bir gayri-müslim cemaat hukuku vardı) 12 Eylül rejimi ile açılan özel üniversiteler, kolejler ve dershaneler tümüyle yasaktı. Ki, AKP iktidara geldiğinde, eğitimin yalnızca yüzde 1’i özel eğitim kurumları tarafından, yüzde 99’u ise devlet aracılığı ile gerçekleştiriliyordu.
Dediğimiz gibi, eğitimin Anadolu’ya taşınmasının elbette hegemonya, endoktrinasyon gibi konularla bir ilgisi var, öte yandan, yaklaşık 700 yılda Anadolu’da redif binaları ve Alman emperyalizminin desteği ile birkaç tren istasyonundan başka bir şey yapmamış olan Osmanlı mirasına karşı bir cephe de ilköğretim ve üniversiteler aracılığıyla açılmıştı. Bu maksatla, 1859’da İstanbul’da kurulan Mekteb-i Mülkiye, 1936 yılında Ankara’ya Siyasal Bilimler Fakültesi olarak transfer edildi. Öncesinde, Dar’ul Fünun İstanbul Üniversitesi (1933) haline getirilmişti. Sırasıyla bu üniversiteleri, İstanbul Teknik Üniversitesi (1944), Ankara Üniversitesi (1946), Karadeniz Teknik Üniversitesi (1955), Ege Üniversitesi (1955), Atatürk Üniversitesi (1957) ve Orta Doğu Teknik Üniversitesinin(1959) kuruluşları takip etti. Kabaca baktığımızda Türkiye’nin her yönüne, her köşesine bir üniversite.
Erzurumlu Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in aşağıladığı cumhuriyet, eğitimi İstanbul merkezli olmaktan çıkarıp Anadolu’ya yaymaya çalışmış ve hepsinden önemlisi, Yusuf Tekin’in mezun olabildiği Mekteb-i Mülkiye’yi Ankara’ya taşımıştır. Dahası, Mülkiye İstanbul’da iken mesela Balkanlara şube açmış ama Anadolu’ya şube açmamıştır, daha daha dahası, Mülkiye yılda yalnızca 40-50 elit İstanbullu’nun girebildiği bürokrat yetiştirmek üzere kurulmuş bir okuldu ki gene cumhuriyetin müdahaleleri ile Yusuf Tekin gibi Erzurumlu köylüler bu okullara girebilir hale geldi.
Şimdi, Eğitim Bakanı, totaliterlikten, elitlikten filan bahsedince epey komik oluyor. Nereden nereye. Ama tabi, sonuçta AKP bir eğitim imparatorluğu ve Yusuf Tekin’in bu süreçte katkısı büyük. İmam Hatiplerin niceliksel büyümesi, vakıf üniversiteleri, kolejlerin niceliksel büyümesi, yalnızca AKP’ye yakın cemaatlerin STK olarak görülmesi ve bunlarla protokol yapılması, üniversitenin taşraya taşınması ve üniversitenin taşralaştırılması… Artık, yaklaşık 8 milyon kişi üniversite sınavına giriyor ve baraj kalktığı için herkes bir şekilde üniversiteli olabiliyor, üniversiteci ayağına geldi haniiim, eski kap kacağı getir diplomanı, sertifikanı, yan dalını, çift anadalını kap… Cemaatten yadigar Orta-Asya ve Balkanlar’da kolaylaştırılmış master ve doktora programlarının sisteme entegre edilmesi de cabası.
Yani herkes öğrenci olabilir, ama meslek sahibi olmanın tek yolu, hamili kart yakinimdir yazan mülaka(r)tlar. Sonuç olarak, Yusuf Tekin ve AKP elitleri cumhuriyetin inşa ettiği kurumları yol yaparak, merkeze yürüdüler ve şimdi o yolları, köprüleri, yalnızca kendi çocuklarının yürüyebileceği asfaltlara döndürüp, kalanlara kapatıyorlar.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in konuşmasında, bir başka mesele daha var. STK denilen tarikat ve cemaatler, çocukların dağa çıkmalarını engelliyorlarmış. Ankara Hacı Bayram civarındaki bu STK’ların büyük bir kısmının, 2015 sonrası boyunca IŞİD’in kabul toplama ve lojistik merkezleri gibi çalışmış olmalarını bir kenara bıraksak bile, başka bir durum var. Eğitimde ilahiyatın oranı toplumda narkotiğin oranıyla korelasyon içinde ilerliyor. Demek ki, dinin halkın afyonu olma misyonunda da hile yapılıyor, orada da malzemeden çalınıyor, dinin acı dindirici özütü seyreltiliyor.
Sayın bakan, mealen bizi çileden çıkartan şeyin, kendisinin çocukların dağa çıkmasına karşı vermiş olduğu cansiperane mücadele olduğunu söyleyerek, güvenlik popülizminin çiğ sularında yüzmüştür, ne var ki, ilkokullardan itibaren bütün okullarda akran zorbalığı, ortaokullarda çeteleşme, liseden itibaren narkotik ile tanışma ve suç artık eğitim memleketin rutini olmuştur. Keza dağa çıkmayıp eğitim almış, ama atanamamış ve atanamadığı için inşaatta çalışırken iş kazasında yaşamını yitirmiş, gene dağa çıkmayıp eğitim almış ama atanamadığı için girdiği depresyondan intihar ile çıkış yolunu aramış insanlar Türkiye’deki eğitim sisteminin başka başka yüzleri.