Memleketin en büyük seslerini sorsanız, hani bir daha gelmeyecek olanları, herkesin hemfikir olacağı çok az isim çıkar. Bunlardan ikisi çok özel. Farklı alanlardan gelen, aynı noktada birleşen iki isim: Cem Karaca ve Müzeyyen Senar. 11 yıl arayla, bir 8 Şubat günü kaybettiğimiz iki isim.
Şubat ayların en kısasıdır ama fena başlar: Barış Manço, 1999 yılının 1 Şubat gününde aramızdan ayrıldı, 2004 yılının 8 Şubat günü Cem Karaca bu dünyayı terk etti. 2015 yılında, aynı gün, Müzeyyen Senar’ı kaybettik. Manço, memleketin bütününü birleştiren ve şarkılarıyla etkileyen neredeyse tek isim. Belki yanına Zeki Müren’i koyabiliriz zira alaturkaya uzak duranları bile etki alanına alabilen bir ses. Manço, sadece alafranga hattından ilerlemiyor, halk müziğinden alaturkaya her alanda kalbimizi çizecek bir ezgi buluyor. Bunun için çok özel, bunun için herkes en az beş Barış Manço şarkısına baştan sona eşlik edebiliyor. Çok iyi bir besteci, şahane bir hikâye anlatıcısı ama aynı şeyi sesi için söylemek güç. Özel bir ses değil. Muadili çok. Bu, onu azaltmıyor elbette. Her anlamda hep en büyüklerden biri.
Cem Karaca ve Müzeyyen Senar, sesleriyle özel. Şüphesiz bir çırpıda onları farklı kılan pek çok başka özellik sayabilirim ama benzersiz olan tarafları, sesleri. Muadilleri yok. Bunun için her dem en büyük olarak kalmaya devam edecekler. Şarkılarının içimize işlemesi biraz da bundan. Alaturkayı sevmeyenlerin Müzeyyen Senar tutkusu, rock bahsine bulaşmayanların Cem Karaca sevgisi, başka türlü açıklanamaz. Etki alanlarının genişliği, sesleri ve tavırlarıyla doğru orantılı. Şarkılarında anlattıkları da önemli ama asıl bizi etkileyen, onları anlatış şekilleri.
Ezik, “itilmiş” bir çıraktan işçi sınıfı kahramanı yaratan, savaşta cepheye silah taşıyanların hikâyesini bütün katmanlarıyla anlatan, vurulmuş gençler için en güzel ağıtlardan birini yakan, şarkılarıyla bize umut aşılayan Cem Karaca, memleket toprağından aldığı sesleri kendince süzüyor, bestelerine işliyor ve hikâyeyi aşarak roman boyutuna ulaşan şarkılarını onlarla süslüyor. Söyleyişindeki tavır ve şarkılarındaki kahramanları bizzat canlandırması, onu büyütüyor ve kimsenin ulaşamayacağı bir noktaya koyuyor. İzzet Öz’ün girişimiyle Moğollar’la birlikte yaptığı (ve yıllar sonra yayımlanan) bir radyo programı kaydında seslendirdiği “Alageyik Destanı”, yorumculuğundaki zirvelerden biri. Dağa benzetecek olursak ancak yüksek sıradağlara benzetebiliriz zira zirvesi çok. İlk plağı “Emrah”tan yayımlanan son kayıtlarından biri olan “Göç Yolları”na, şarkılarında neredeyse boş yok. Her şarkısı bir şeye dokunuyor, kimi yüzlerce sayfalık bir kitabın yaratacağı etkiyi üç dakikada yaratabiliyor, bize çok şey katıyor. “Bu Son Olsun” ve “Mutlaka Yavrum”daki umut, “Resimdeki Gözyaşları”ndan “Ayrılık Günümüz”e uzanan hattaki hüzün ve “Dadaloğlu”yla başlayan, “Namus Belası”yla süren, “Parka”, “Kavga”, “İhtarname” gibi şarkılarıyla zirveye ulaşan memleket meselelerini şarkılara aktarma hâli, bugün müzik yapan insanlarca taklit dahi edilemiyor. Her şey bir yana, “Safinaz” yorumu bile yeter –ki orada bile daldan dala konuyor, kapıcı Kâsım’ın öfkesini, gündelikçi Asiye’nin çaresizliğini, muhasebeci Niyazi’nin çirkinliğini ve hadisenin baş kahramanı olan Safinaz’ın tek başına bize ulaştırıyor.
Cem Karaca şanslı: Apaşlar, Kardaşlar, Moğollar, Dervişan, Edirdahan, Die Kanaken derken hep büyük topluluklarla çalıştı. Müziğini güçlü kılanlardan biri bu ama o hikâyeleri böyle anlatmasaydı, onları bunca etkileyici yorumlamasaydı, bugün ondan böyle söz etmezdik. İçinde bulunduğum kuşak da şanslı: Onunla aynı devirde yaşadık, konserlerini dinledik, albümlerinin çıkışına şahit olduk. Hepimiz açısından dertli bir döneme denk geldi belki bu ama yolumuzu bulduk, aynı noktada buluştuk. Onu “dönek” suçlamalarıyla yok sayanların, üzenlerin bugün hangi noktada olduğuna dönüp bakarsak yapılan haksızlığın büyüklüğünü anlarız. Neyse ki son deminde BarışaRock sahnesine çıktı, orada devleşti, eski kitlesiyle yeniden buluştu. Bu, son büyük konserlerinden biriydi. Onu orada izleyebilmiş olmak bile, beni mutlu ediyor.
Yakın dönemde, Mehmet Atilla Güler imzalı bir kitap yayımlandı: “Belki Gerçek Yapmaya / Cem Karaca’nın Hayatı, Müziği ve Yalnızlığı” (İmge Kitabevi, 2018) Güler, şarkılarından yola çıkıyor, çeşitli yazılar ve söyleşilerden faydalanıyor ve tanıklıkların izini sürerek Cem Karaca’nın hayat hikâyesini anlatmaya çabalıyor. Şüphesiz güzel bir çaba. Meraklıları için ıskalanmayacak bir kitap. Hikâyeyi, ana hatlarıyla önümüze sermeye muktedir.
Cem Karaca’yı, aramızdan ayrılışının 11'inci yılında andığımız gün kaybettiğimiz Müzeyyen Senar, bambaşka bir hikâyenin kahramanı. Taş plaklardan CD’lere uzanan yolda, yaptığı kayıtlarla içimizi cız ettiren, aklımızı alan, kalbimizi oradan oraya vuran bir isim. Gücü, sesinde. Alaturkanın yıldızı ama alafranga söylediğinde ya da türküleri havalandırdığında da bütün rakiplerinden bir adım önde. Kendi adını taşıyan ekolün yaratıcısı ve adının önüne yakıştırılan “Diva” sıfatını sonuna kadar hak ediyor İlkokul sıralarında eniştesinin teşviki ile başlayan “sanat hayatı”daki ilk büyük yardımı Necati Tokyay’dan görmüş ve Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde devam eden tahsilini plaklar ve filmler aracılığıyla bir okula dönüştürmüş. Okulunun başöğretmeni.
Radi Dikici imzalı “Cumhuriyetin Divası: Müzeyyen Senar / Türk Musikisinin 75 Yıllık Hikâyesi” (Remzi Kitabevi, 2005 - genişletilmiş baskı Everest Yayınları, 2011), hakkındaki en önemli kaynak. Dikici, geçtiğimiz yıl yayımlanan “Müzeyyen Senar Efsanesi / O Bir Devdi Bir Devirdi” (Remzi Kitabevi) adlı yeni kitabıyla bu kaynağı çoğalttı. 1999 tarihli şu anıyı, onun kitabından aktarıyorum: “Bir gün, akşam yemeğine davetli olduğu için Efes Oteli’nin berberindedir. Yine aynı berberde saçlarını yaptırmakta olan ve orta yaşlarda olduğunu tahmin ettiği bir hanım sandalyesinden kalkarak yanına gelir. Müzeyyen Senar’ın iki elini tutar ve ‘Bilemezsiniz Müzeyyen Hanım sizi ne çok aradım. Ama ulaşamadım. Ölmeden önce babam biz iki kızkardeşi çağırarak bir vasiyette bulundu. Öldüğünde, herkes gittikten sonra mezarına bir şişe küçük rakı ve bir de sizin kasetinizi koyacaktık. Geçen yıl vefat ettiğinde ben vasiyetini yerine getirmeye cesaret edemedim. Ama küçük kız kardeşim ertesi gün mezarına bunları gömerek vasiyetinin ilk kısmını yerine getirdi. Bugün de ben size bunu söylemek şansını buldum. Böylece vasiyeti tamamlandı. O yüzden çok mutluyum,’ der, yanaklarından öper ve gider. Müzeyyen Senar: “Ben o kadar tecrübeli olmama rağmen yine çok şaşırmış ve etkilenmiştim. Yazık ki hanımın ismini hatırlamıyorum. Ama daha başka bir şey yaptım. 1999 yılında konser için sahneye çıktığımda bu olayı anlattım ve dedim ki; şimdi o ismini bilmediğim beyefendi için sizlere bir şarkı okuyacağım. Elimle yukarıyı işaret ederek ümit ederim ki, bizi dinliyordur, dedim. Sadi Hoşses’in ‘Meyhânede kaldık bu gece ah mestiz efendim’ nikriz şarkısıyla programa başladım.”
Müzeyyen Senar, çilingir masalarının vazgeçilmezi, rakı kadehlerinin en güzel eşlikçisi. Plaklarda kalan sesi, yoldaşımız olmaya devam edecek ve muazzam külliyatı, hayatımızın her döneminde bize eşlik edecek. Cem Karaca da öyle. Onların şarkılarını dinlediğimiz sürece yalnız kalmamız mümkün değil zira ikisi, bizi çoğaltan isimler. Bunlara Barış Manço’yu da katayım, bu üç değerli üstadı, bu yazı vesilesiyle bir kere daha ahmış olayım.