Bizi ilk defa ciddiye aldılar
Yaşadığımız metropolün semalarında Alevi kültürünün motiflerini görebilmek, kültürel mirası sırtlanmış sanatçılar ve bilim insanlarıyla kentin ortasında buluşabilmektir ciddiye alınmak.
Çiğdem Boz
Yazının başlığı büyük Alevi ozanı Arif Sağ’ın dün akşam Yenikapı’da düzenlenen Serçeşme Hünkar Hacı Bektaş Veli Festivalinde sahnedeki konuşmasından alındı ve bana göre bu üç günlük etkinliğin en iyi özetiydi bu cümle: Bizi ilk defa ciddiye aldılar!
Bu memlekette yaşayan her Alevi birey ciddiye alınmamanın ne demek olduğunu bilir. Burada bunu uzun uzun anlatıp, sokakta, okulda, işyerinde biz neler çektik edebiyatına girmek değil niyetim. Fakat akademide dahi ciddiye alınmamak hakkında bir iki kelam etmek isterim doğrusu. Bir akademisyen olarak Alevilik çalışmaya başladığınızda açık açık olmasa bile çabalarınıza burun kıvrıldığını, bir nevi ciddiye alınmadığınızı hissedersiniz. Bu burun kıvırmanın bir haklı bir de haksız olmak üzere iki gerekçesi var kanımca. Birinci ve haksız olan gerekçe, Aleviliğin “köylülüğe” has bir olgu olarak algılanmasıyla ilgili. Yani bir anlamda Alevilik çalışmak modern zamanlarda geleneksel kafada diretmek gibi görülürken Aleviliğe akademik ilgi duyanlar da bir çeşit “köylü” yakıştırmasına maruz kalır. İkinci ve haklı olan gerekçe ise Türkiye’nin son 20 yılının neden olduğu kaygı. İnanç ve onun sömürüsüne dayalı bir iktidar anlayışı seküler insanları, herhangi bir inanç veya dini referansla ortaya çıkanlar hakkında olumsuz düşünmeye itiyor. Haklı olarak insanlar metafiziği reddedip pozitivist bir bakış açısını destekler hale geldiler. Günlük hayatta karşılaştığım insanlar, buna pek çok Alevi de dahil olmak üzere son 20 yılda yaşanan kabuslar nedeniyle İslam’ın herhangi bir yorumuna kapılarını kapatmış durumdalar.
Dediğim gibi bu yazıda “ciddiye alınmamak”tan çok “ciddiye alınmak” meselesi beni ilgilendiriyor. Bir topluluk için ciddiye alınmanın en üst göstergesi o topluluğun eşit yurttaş muamelesi görmesidir elbette. Ancak Aleviler için “eşit yurttaşlık” hâlâ çok uzak bir rüya. Peki o zaman ciddiye alınan ne ve bunda sevinecek ne var? Açıklayayım:
Birincisi, İBB’nin düzenlediği bu festival pek çok anlamda bir ilk. Öncelikle bu festival, yıllarca Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin devlet ricalince anılması tekeline bir son vermiş oldu. Bunu çok önemsiyorum, Hünkarı anmak devletten çok halka yaraşır çünkü. Protokol konuşmaları, devlet adamı konvoyları, sahte “biz kardeşiz” söylemleri yoktu Yenikapı meydanında. Metroyla, otobüsle gelmiş, orada dağıtmak üzere lokmasını yanına almış insanlar vardı. Çimlere uzanıp Alirıza-Hüseyin Albayrak kardeşlerden Şah Hatayi deyişlerini dinleyen, çınar altında akademisyenlerin konuşmalarına kulak veren insanlar vardı. Dünkü ziyaretimde yaşadığım o duyguyu nasıl anlatsam ki size? Düşünün bir yanda bu alanda çalışan insanlar konuşuyor, araştırma sonuçlarını açıklıyorlar öte yandan Mikail Aslan’ın canlı performansının sesi geliyor. Eşimle birbirimize bakıp sık sık “vay arkadaş, lükse bak sen” dediğimizi hatırlıyorum. İşte bu ciddiye alınmaktır. Yaşadığımız metropolün semalarında Alevi kültürünün motiflerini görebilmek, kültürel mirası sırtlanmış sanatçılar ve bilim insanlarıyla kentin ortasında buluşabilmektir ciddiye alınmak.
İkincisi, Alevi-Bektaşi nüfusun en yoğun yaşadığı bir kentte böyle bir etkinlik düzenlemek, “Alevilik eşittir köylülük” klişesine son verme umudu taşıyor bana göre. Alevilerin kırdan kente göçüşünün miladını 1960’lar olarak alırsak, yarım yüzyıldan fazladır kentli olmuş bir topluluktan bahsediyoruz demektir. Bu anlamda, kentli Alevi’nin varlığının altını çizmek gerekir ki konuşmacılardan Dr. Cemal Salman bu olguyu çok güzel anlattı izleyenlere. Salman’ın Aleviler için öne sürdüğü “kent mültecileri” vurgusu özellikle dikkat çekiciydi.
Üçüncüsü, çok dağınık ve Aleviler için bile çoğu zaman anlaşılması zor bir Alevi örgütlenmesi söz konusu. Alisiz Alevilerden tutun da Alili Alevilere, muhafazakar Alevilerden modern Alevilere Kürtçülerden tutun da sosyalist Alevilere kadar pek çok örgüt var. İşte bu festivalde bu örgütlerin tümü bir araya gelmişler. Fakat bir araya gelmeleri kendi özgün duruşlarını silmeleri anlamına gelmemiş. Her biri kendi standını kurarak yayınlarını ve etkinliklerini halka duyurma şansını yakalamışlar. Bir anlamda “birlik içinde çokluk, çokluk içinde birlik” tablosuydu festival meydanı. Bunu temsilen kaynatılan on iki aşure kazanı ve Aşure duası okunurken kadınların ön safa alınma çabası kayda değer olaylardı. Metin-Kemal Kahraman’ın Zazaca ve Kırmançe deyişler okumaları, Karadenizli Fuat Saka’nın “Malan barkır”ı söylemesi tek tip bir Alevilik yerine çoğulcu yapının sergilenmesi bakımından önemliydi.
Dördüncüsü, bu festival, Hünkâr’ın Sünni bir din adamı olduğunu kanıtlamak peşinde olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilmiş en güzel cevap oldu bana göre. Yüzyıllardır toplumu Sünnileştirme çabasının halkalarından biri olarak devlet tarafından kullanılan Hacı Bektaş güzellemesini onların elinden almanın zamanı çoktan gelmiş geçiyordu bile. Bizi yok sayarak bizi bize anlatmaya çalışmanın tutarsızlığı ve ikiyüzlülüğüne dur demek gerekiyordu artık.
Beşincisi, Alevi-Bektaşi edebiyatı denince deyişler ve bağlama gelir akıllara. Yeni neslin bunu aştığını, bu felsefenin fantastik edebiyatın da konusu olabileceğini yazdığı romanla gösteren Ayşe Acar gibi konuşmacıların geleneksel metinlerin nasıl farklı bir gözle okunabileceği ve velayetnamelerdeki hikayeleri bugüne aktarmanın özgün yollarını göstermesi özellikle gençler için önemliydi.
Son olarak, festivalin, yüzyılların bilinçlerde bıraktığı acı ve keder duygusuna, bitmeyen bir yas havasına karşın “neşe”yi öncelediğini hissettiğimi söylemeliyim. Bu kimliğin anahtar kodları sevgi, barış, hoşgörü vs. diye söylenegelse de kendi kişisel tarihimden de biliyorum ki bu kimlik, Hüseyin’in yasından, Madımak yasına kadar acı ve kederin miras alındığı bir kimliktir. Alanda gezerken insanların şu konuşmalarına şahit oldum mesela: “hazır hepimiz buradayken yakmasınlar bizi”… Yüzyılların mirası olan bu refleksi ve koskoca bir kentte sayısal çoğunluğunuza rağmen “yok” sayılmanın verdiği hüznü yok etmek istemeyi amaçlıyordu sanki festival. Belki de bu yüzden festival alanında beni en etkileyen şey uçurtma uçuran, resim yapan ve dans eden küçük çocuklar, oynayan, halay çeken gençler oldu. Modern Aleviliğin içine doğan bu çocukların ve gençlerin büyük bir kısmının kimlik algısının güçlü olmadığını kestirmek güç değil elbette. Bu tür festivallerin geleneksel hale gelmesi yeni nesil Alevilerin kimlik bilinci bakımından da önem taşıyor. Miras alınan acıyı ve kederi unutmadan, geleceğe umutla, neşeyle bakabilmek ancak varlığınızın kabulüyle yani ciddiye alınmakla mümkün oluyor sanırım.
Bu ciddiye alınmak olgusu, geçenlerde bir “gazeteci”nin İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında sarf ettiği sözlere de konu oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, düzenlediği bu festivalle ve festivale hâkim olan çoğulcu anlayışla, Kürtleri ve Alevileri dünyanın en büyük emperyalist gücü Amerika ile yan yana koyarak neyi amaçladığını çok iyi bildiğimiz bu “gazeteci” ye en güzel cevabı vermiş olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle festivalin tüm emekçilerine aşk-ı niyaz ediyor, yazımı, dün akşam sahnelenen Direktörlüğünü Mahir Polat’ın (İBB Genel Sekreter Yrd.) yaptığı görsel şovda sunulan ve sözlerini yine Mahir Polat’ın kaleme aldığı, Hüseyin Güzelgül Dede’nin okuduğu bir devriye ile bitirmek istiyorum. Bu devriyeyi özel kılan da tıpkı festival programında olduğu gibi çoğulcu duruş…
Bismişah Allah Allah
Üçlerin, beşlerin, yedilerin, on iki imamların,
on dört masumu pakların, on yedi kemerbestlerin, kırkların,
Yetmişiki şehidi kerbelanın,
seksen bin Rum erenlerinin,
doksan bin Horasan pirlerinin, yüz bin gayp erenlerin,
Fatma Ana evladı ehlibeyt soyunun,
Gürûhu Naci katarının,
Kutbul arifin Seyyid Ebul VEFA Sultan , Dede Garkın Sultan ve Baba Resul Sultan, Sarı İsmail Sultan, Hacım Sultan, Piryab Sultan, Ali Baba Sultan, Barak Baba Sultan, Abdal Musa Sultan, Kaygusuz Sultan, Seyyid Ali Sultan, Gözcü Karaca Ahmed Sultan, Hıdır Abdal Sultan, Ağuiçen Sultan, Seyyid Baba Mansur Sultan, Pir Kureyşan, Düzgün Baba Sultan, Hubyar Sultan, Kalender Abdal Sultan, Koyunbaba, Piri Baba, Pir Civan Sultan, koç Ali Baba, Seyid Kalender Sultan, Akyazılı, Demir Baba, Otman Baba Sultan, Sultan Sinemilli, Şeyh Süceaddin Veli, Üryan Baba, Keçeci Baba Sultan
ve cümle mazlumlar için can baş vermiş Pirim Abdal Pir Sultan’ın hakkı için,
AKŞAMLAR HAYROLA, HAYIRLAR FETH OLA, ŞERLER, ZALİMLER DEFOLA
NERDE BİR MAZLUM, GARİP DARDA KALMIŞSA HAK ERENLER AKŞAM DARLARINDA CARINA ERİŞE.
Hakikatin, gerçeklerin sözü yere düşmeye.
Gayb erenler insanlığı namerde muhtaç etmeye.
Vaktimiz hayırlı gele..
Dil bizden, nefes Hazreti Pir'den,
İnayet Seyyidil Kainat, sırrı Şahı Velayet, demi Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli,
Keremi Evliya gerçek erenler demine,
devranına Hü.