Yazının başlığına taşıdığım sözler Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’e ait. Ne kadar yerinde bir politik açıklama… Bu sözleri Türklerin yaşadığı diğer Avrupa ülkeleri için de genişletebiliriz. Gerçekten de bu ülkelerde yaşayan Türkler o toplumların birer parçasıdır. Bu ülkelerde çalışan, çocuklarını büyüten, seçimlerde oy veren, büyük ölçüde vatandaşlık hakkını alan Türkler tabii ki o ülkelerin toplumlarının birer parçasıdır. Bu Türkler bu gerçeği çoktan anlamış durumdaysalar da “biz” bu gerçeği on yıllarca sonra bile maalesef anlayabilmiş değiliz.
Gabriel’in sözleri bana yirmi yıl kadar önce Almanya’da yayınlanan bir Türkçe gazetenin “yayın politikası”nı hatırlattı bir kez daha. Bu gazetenin (Hürriyet) yayın politikası bu ülkedeki Türkleri Almanya’ya ve dolayısıyla Almanlara karşı “düşman etmek” üzerine kuruluydu. Bu gazete yayınlarında Almanya siyasal hayatında hızla yükselen, o ülkedeki Türkler için birer “örnek model” olarak hatırlanması gereken başarılı göçmen çocuklarını özellikle “hedef” alıyordu. Mesela Alman Yeşiller Partisi’nden birkaç kez milletvekili seçilen Cem Özdemir örneğinde olduğu gibi. Hürriyet-Almanya işi gücü bırakıp Özdemir’in “küpesi”nden başlayıp işi “bir Ermeni papazın elini öptüğü” iddiasına kadar vardırmıştı. Bir gazeteye asla yakışmayan bu yayınlar ülkedeki Türkler ve Almanların aynı “toplumun parçası” olduğunu reddetmek üzerine kuruluydu. “Aman Cem Özdemir gibi olmayın, Türklüğünüzü hiç mi hiç unutmayıp bu topluma yabancı olduğunuzu unutmayın!” dercesine…
Almanya’ye göç etmiş ve vatandaşlık hakkı almış Türklerin seçimlerde sağcı partileri değil de sosyal demokrat partiyi seçmeleri de bir sorundu! Hatırlıyorum: O yıllarda bir televizyon programında bir seçim öncesi Recai Kutan’a “Ama bakın Almanya’daki Türkler Sosyal Demokrat Parti’yi tercih ediyor, şaşırtıcı değil mi?” sorusunu yöneltince, Kutan o bilge tavrıyla “Tabii ki, çünkü diğer (sağcı) partiler Türklerin haklarını dışlıyorlar” diyerek meselenin sağcı/solcu meselesi olmadığını, partilerin başka değerlerle donanması gerektiğini çok güzel açıklamıştı.
Oysa Türkiye, Almanya başta olmak üzere hayatlarını Avrupa’da sürdüren Türklerin bu sağduyulu tutumlarını anlamaktan çok uzak olarak bu ülkelere gönderdiği göçmenlerinin içinde bulundukları toplumla kaynaşmasından şiddetle rahatsızdı. İstenen şuydu: Almanya’daki Türkler katıksız Türk kalsınlar ve günlerini Türkiye’de olduğu gibi Türk devlet adamlarını bağırlarına basarak geçirsinler…. Ve tabii ki Gabriel’in sözlerinde işaret edilen “birliktelik”ten olabildiğince uzak dursunlar… Siyasi tartışma mı istiyorlar, ülkelerini ziyaret eden Türk devlet adamlarının söylevleriyle idare etsinler; içinde yaşadıkları “toplumun parçası” mı olmak istiyorlar, kapılarını pencerelerini bu “zararlı” söyleme daima kapalı tutsunlar…
Buraya kadar ki “giriş”i niçin yaptığımı tahmin ediyorsunuzdur mutlaka. Konu tabii ki Cumhurbaşkanı’nın G-20 zirvesi için gideceği Hamburg’ta bir de Türklere hitaben yapacağı konuşmaya ilişkin gelişmeler.
Gabriel, söz konusu talebin olumlu karşılanmadığını açıklıyor: “Türkiye’ye, bu etkinliğin mümkün olamayacağı konusunda emin olduğumuzu bildiriyoruz. (…) İç siyasetteki çekişmelerin kasıtlı olarak halkımıza taşınmasını istemiyoruz. Bizim için Türkler toplumumuzun bir parçasıdır” diyor.
Alman hükümetinin 24 Eylül’de yapılacak federal seçimlere kadar ülke liderlerinin Almanya’da konuşma yapmasına izin vermemesi sadece Türkiye Cumhurbaşkanı ile ilgili değil. “Yasaksız” yabancı liderler sadece Avrupa Birliği üye ülkelerin liderleri olacak.
Sıra geldi “Vay sen misin konuşma izni vermeyen!” diyerek kaleme ve mikrofona saldıranlara… Bu çerçevede bir örnek olarak Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın açıklamasından bir bölüm: “Alman siyasetçilerinin provokatif ve art niyetli açıklamaları kabul edilemez. (…) Sayın Cumhurbaşkanımızın vatandaşlarımızla buluşmasına engel olmaya çalışmaları, Avrupa’da hüküm süren çifte standartların en somut göstergesidir….” (Oysa –biraz önce hatırlattık- ortada bir “çifte standart” yok; Almanya hükümeti AB ülkeleri dışından gelen hiçbir siyasi lidere bu izni vermiyor.)
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü de durumu kınıyor: “Avrupa Parlamentosu Başkanlığı yapmış bir kişinin (Martin Schulz) toplanma ve ifade özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik yaklaşımı, karşı karşıya bulunduğumuz zihniyetin gerçek yüzünü ve başkalarına ders vermeye çalışanların çifte standardını bir kez daha ortaya koymaktadır.”(!) Breh breh breh!...
Açıklamalardaki benzerliğe şahitsiniz. (Şu soruyu sormadan geçmeyelim: Diğerlerini anladık ama Dışişleri’nin dili / üslubu farklı bir şey değil miydi sanki?)
Gelelim -bence- konunun eğlenceli bölümüne: Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin’e açıklama yapan bir Cumhurbaşkanlığı yetkilisi şöyle demiş:
“Açıklamaları biz de dikkatle izliyoruz. Programda henüz halka hitap şeklinde bir madde bulunmuyor. Böyle bir davet var, ama şu anda Cumhurbaşkanımızın G-20 Zirvesi’ndeki ve o çerçevedeki temasları dışında kesinleşen bir madde yok.”
O zaman bunca gürültü neden? “Sözcüler” filan hiddetlenmeden şunu söylesenize!
Takdir edersiniz ki konunun bir de şu önemli yanı var: Allah'ın her günü her yerde, her saatte, her TV ekranında (her seferinde neredeyse aynı şeyler olmak üzere) konuşuyorsunuz zaten. Bu konuşmalarınızdan Almanya’daki Türklerin de haberdar olmamış, bilgilenmemiş olmamaları mümkün mü?